Sosyal

Nâzım Hikmet’in Bursa Hapisanesi’ndeki “Köylü Ressamı; B A L A B A N

Balaban;1950’lerin içinden çıktığı köy yaşamı ve sorunlarını dile getiren köylü gerçekçiliğinin önemli bir temsilcisi olduğu kadar, bu yılların öne çıkan otodidakt / naif sanatçı topluluğunun da önemli sanatçıları arasında yer almış ressamdır. “Şair Baba, bir yandan işlemediği bir suçun cezasına göğüs gererken bir yanda da mahpus damları karanlık dünyasına ışık yayıyordu.Orhan Kemal’in yazarlık yeteneğini keşfedip onu yazmaya yönelten Nâzım, köylü çocuğu Balaban’ın da çizgi becerisini görünce, onu resim sanatı konusunda yetiştirmeyi kendine görev edindi. Balaban ile Nazım, birlikte altı buçuk yıl boyunca, tam bir usta çırak ilişkisi ve baba oğul içtenliği içinde, mahpusluğun zor koşullarında sıcak bir okul havası yarattılar.”Şair Baba ve Damdakiler” o dört duvar arasında yaratılan okulun romanıdır. Balaban’ın romanı da tabloları gibi:Ana malzemesi sıcaklık, içtenlik, iyimserlik…Yalın bir dilden sağlam bir üslup çıkarıyor. Kendi yaşamöyküsü ekseninde, 1930’lu ve 40’lı yıllardaki Bursalı köylülerin ve mahpusane kuşlarının yaşamlarını resmediyor. İnsan sevgisiyle dolu büyük şairin yenilmeyen, yıkılmayan kişiliğine tanıklık ediyor.”(Şair Baba ve Damdakiler) Nâzım Hikmet’in, tutsaklığının 13’üncü yılında, Türk basınında onun adlî bir hataya kurban gittiği yayımlandı… Bu yayımı genişletebilmek için en tehlikeli çarelere başvurdu Nâzım Hikmet, hatta intihara bile kalkıştı. İntihar kararını açlık grevine çevirmemizden iki gün önce, onun yazdığı vasiyetnameyi ezberlerken, koğuşun kapısı ansızın açıldı. (İçeriye giren savcıydı) İkimizi bir yerde baş başa gören savcı İzzet Akçal, tepeden tırnağa süzdükten sonra bizi, sordu:– Ne o, ilahi mi okuyordunuz? Hu çeker gibi sedanız geliyordu dışarıya?..– Hayır, dedi Nâzım Hikmet: yeni bir şiir yazdım da onun alıştırmasını yapıyordum…– İkiniz birden okuyordunuz? Hele bir daha okuyun!…Emir emirdi… İmtihan verir gibi durmaktaydık savcının karşısında:– Önce ben okuyayım, dedi Nâzım Hikmet: (Münevver yengenin son gelişinde yazılmış bir şiirdi bu:) SANA DAİRSende ben, kutba giden bir geminin sergüzeştinisende ben, kumarbaz macerasını keşiflerin,sende uzaklığı,sende ben imkânsızlığı seviyorum.Güneşli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerineve kan ter içinde aç, ve öfkelive bir avcı iştahıyla etini dişlemek senin.Sende ben, imkânsızlığı seviyorum,fakat asla umutsuzluğu değil.– Bir de beraber okuyun! dedi savcı.Emir emirdi, bir de ikimiz okuduk.– Bir de beraber okuyalım mı? dedi savcı..Bir de beraber okuyalım..(İbrahim Balaban, Nâzım Hikmet ve Biz. Milliyet Yayınları, s. 33) Nâzım Hikmet, Balaban’ı sadece resim yapma konusunda yönlendirmekle kalmamış, ileride bütün hayatını değiştirecek şekilde etkilemiştir. Büyük usta Nâzım, içinde taşıdığı yaşam sevgisini ve dünya görüşünü, çevresinde bulunan hemen herkese tatlı bir öğreti üslubuyla sunmuş ve derin bir hayranlık yaratmıştı. Doğal olarak bu hayranlıktan en büyük payı Balaban almıştır.(Nazım Hikmet ve Biz) “Sanat yaşantının izdüşümüdür. Konu bir özdür, her öz kendi kabuğunu yapar.” kuramını benimseyen Balaban, 5 yıl önce aramızdan ayrıldı.Arkasında onurlu bir isim bırakarak…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir