Sosyal

Temiz siyaset için, temiz eller operasyonu şart!

CHP önceki dönem Genel Sekteri ve İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin, gündeme dair önemli analizlerde bulundu.

CHP önceki dönem Genel Sekteri ve İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin gündeme ilişkin çarpıcı analizlerde bulundu. Tekin şunları aktardı:“Toplumların iyisi kötüsü, akıllısı akılsızı, beceriklisi beceriksizi yoktur; ‘iyi eğitileni  ve iyi  yönetileni’ vardır.” Bu genellemenin doğrulanması için  kendi deneyimlerimiz yeterlidir, ama daha fazlasını arayanlar “Asya Nasıl Başardı? Dünyanın En Dinamik Bölgesinden Dersler”  kitabının derinliklerinde çok değişik ve çarpıcı örneklerine başvursunlar.            “İyi eğitim ve iyi yönetim” dediğimizde siyaset bağlamından koparıldığında anlamlı olmaktan çıkar. Siyaset, istesek de istemesek de, beğensek de beğenmesek de toplumsal yaşamın belirleyici alanlarından biridir; bizim öznel düşüncelerimizden bağımsız siyasetin kalitesi hepimizin yaşam biçim ve yaşam kalitesini belirler.            Makroekonomik sorunların, işyeri düzlemindeki iş süreçleri ve işgücü profillerinin durumunu anlamak için ne olduğunu gözden ırak tutmadan, “Nasıl olması?”  gerektiğinin  izini süren bu sayfada, kapsama alanımızın önemli bileşenlerden biri olan siyaseti görmezden gelemeyiz.            Siyaset arenasında birikimi olan ve değişik siyasi bakış açılarından yapılan değerlendirmeleri de paylaşmak istiyoruz. Gürsel Tekin  siyaset arenasının önemli aktörlerinden biri. Kendisine, “Ülkemizi geleceğe taşıyacak, uzun dönemli geleceği güven altına alacak ve kendini yeniden üreten ve çoğaltan siyaset nasıl olmalı?” sorusunu yöneltiyoruz. Sistem yaklaşımı önemliGürsel Tekin,  siyasette değişik kademelerdeki deneyim ve birikimiyle diyor ki:“ İyi insan  kavramı elbette çok önemli. Ahlaklı, eğitimli, hukuka saygı duyan, çalışkan insanlar, bir diğer ifadeyle “iyi yurttaşlar” toplumlara büyük katkı sağlar. Ancak “iyi insan”ın “iyi insan” olarak kalabilmesinin, topluma katkı sunabilmesinin bazı koşulları var. Toplumsal koşullar ve imkanlar bireyi belirler. Dolasıyla “sistem”e bakmamız gerekir. Eğer bir sistem hukuk devleti ilkesi çerçevesinde vatandaşların temel hak ve özgürlüklerini koruyorsa, insanlara fırsat eşitliği sağlıyorsa, Daron Acemoğlu’nun ifadesiyle “kapsayıcı kurumlara” sahipse, serbest ve adil rekabetin koşulları varsa, zor durumda olanlar toplum tarafından destekleniyorsa o zaman bireyler de topluma daha fazla katkı sağlayabilir, toplum genel olarak gelişir. Ayrımcılık yaygınlaşmışsa, nepotizm varsa, temel hak ve özgürlükler korunmuyorsa toplumun gelişmesi de mümkün olmaz. Örneğin bugün İtalya’nın nüfusu Rusya’nın yarısı kadar. İtalya’nın da Rusya’nın da gayri safi yurt içi hasılası yaklaşık 2 trilyon dolar. İtalya’da kişi başına düşen gelir Rusya’nın 2 katından fazla. Bizim anayasamızın 5’inci maddesi bu yüzden çok önemlidir. Ne diyor? “Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.” Dolayısıyla anayasa devletin hem kutsal olmadığını söylüyor, yani diyor ki vatandaş devlet için var olmadı, devlet vatandaş için var. Vatandaş devletin kulu, kölesi değil. Devlet vatandaşa hizmet edecek. Bu yüzden de devlete bir görev yüklüyor. Diyor ki insanların temel hak ve özgürlüklerini koru, özgürlüklerin önündeki engelleri kaldır, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırla. Ne yazık ki uygulamada anayasa sanki bunun tam tersini söylermiş gibi hareket ediliyor. Temel hak ve özgürlükler paronoyalar, korkular, vehimlerle kısıtlanıyor, siyasal, sosyal ve ekonomik engeller arttırılıyor, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartlar daha da zorlaştırılıyor. Uygulama böyle olunca da Türkiye ne yazık ki karşı karşıya olduğumuz sorunlarla boğuşuyor, sosyal, siyasal, ekonomik her alanda büyük bir kriz yaşıyoruz.”            Sistem yaklaşımının genel açıklamasını yaptıktan sonra, siyaseti bir mühendislik anlamında değil, bir işlevsel yönetim aracı olarak değerlendirmek gerektiğinin de altını çizerek değerlendirmesini şöyle sürdürüyor: “Demokrasi kurallar ve kurumlar rejimidir. Bireyler gelir, gider. Demokrasiler kurallar ve kurumlara inandığı için bugün kişi başına düşen gelir 50 bin dolar seviyesine çıktı. Demokrasilerde yaşayanlar kişilere bağlı olarak kural ve kurumları değiştirmezler. Kural ve kurumlar açık bir tartışma ortamında, günün ihtiyaçlarına göre değerlendirilerek gelişir. Yani Amerika’da Trump geldi Yüksek Mahkeme’yi kaldıralım, Biden geldi yeniden kuralım, böyle bir şey olmaz. Almanya’da Merkez Bankası’nın konumu şahıslara göre değişmez. Fransız İstatistik Kurumu o veya bu şahsa göre veri vermez. Mahkemeler şahıslara değil yasaya bağlıdır. Tepeden gelen talimatla değil, hukukun gerekleriyle karar verilir. Bunlara da toplum inanır, güvenir ve sahip çıkar.  İlkeler gelişmiş toplumların kaleleridir. İlkeler ve kurallar, “imtiyaz” yaratmaz, yaratılmasına imkan vermez. İlkeler, kamu malını, kamı birikimini kişisel yarar için kullanılmasına fırsat vermez. Herkes toplumsal denetime tabidir. Basın da denetim yapar, yargı da denetim yapar. Kimse de “yargı vesayeti”, “basın vesayeti” filan demez. İsveç’te bir siyasetçi hesap vermemekle değil hesap verebilmekle övünür. Dünyada “Ben her 2 kişiden birinin oyunu aldım, kimse bana hesap soramaz” diye bağırabilen siyasetçilerin yönettiği ülkelerle, “Ben 2 kişiden birinin oyunu aldım, herkes benden hesap sorsun veremeyecek hesabım yok” demek zorunda kalan siyasetçilerin yönettiği ülkeler arasında her alanda fark vardır. Biri Mugabe rejimi, Mobutu Sese Soko veya Pinochet rejimi gibidir. Burada şahıs merkezdedir. Birey kültü vardır. Kurumlar bu şahıs için çalışır. Millet adeta bu rejimin tutsağıdır. Diğerinde egemen olan millettir. Siyasetçiler millete hesap verir. Attıkları her adımda da hesap vereceklerini bilerek hareket eder. İki rejim arasındaki fark nedir? Eğer millet hesap soramıyorsa millet fakirleşir, güçsüzleşir, yönetenler güçlenir ve zenginleşir. Eğer millet hesap sorabiliyorsa, o zaman millet zenginleşir, güçlenir, yönetenler de millete hizmet eder, bunun onurunu yaşar. Biz milletin güçlü olduğu bir ülke mi olmak istiyoruz, yönetenlerin güçlü olduğu bir ülke mi olmak istiyoruz, buna karar vermemiz gerekiyor. İstibdat ve tek adam yönetimlerinin pençesi altında milyonlarca vatandaşımızı, çocuklarımızı hatta ülkemizi kaybettik. Türkiye ne zaman geliştiyse, ilerlediyse, halkımız biraz daha iyi yaşamaya başladıysa bu özgürlüğün hakim olduğu dönemlerde oldu. Demokrasi ne zaman gelişmeye, ilerlemeye başlasa Türkiye de ilerledi. Geçmişten ders almak, geleceği kurmanın temel unsurudur.”            Siyaset sisteminin “hukukun üstünlüğü” ve “hukuk devletini” oluşturması için bütünüyle özenli olması gerektiğini belirterek,  iç tutarlılığı olan ve işleyen bir hukuk devleti sisteminin üç temele dayandığını şöyle açıklıyor:            “1.      İşleyen bir hukuk devletinin en önemli unsuru bağımsız ve tarafsız yargıdır. Bağımsız ve tarafsız yargı da anayasaya yazmakla kurulmaz. Hem mevzuat buna izin verecek hem de hakimler ve savcılar bu şekilde hareket edecek. Birincisi yargıçları cüzdanı ve vicdanı arasında bırakan sistem çürümeye mahkumdur. İkincisi yargıçlar kararlarından sorumlu olmak zorundadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği kararlara, dolayısıyla anayasanın bizzat kendisine uymayan hakimler, hakimlik yapamaz. Üçüncüsü hakimlerin eğitiminden, gelişmesine kadar her alanda evrensel standartları yakalamak zorundayız. Efendim “senin yargın, benim yargım” diye bakarak, talimatla, baskıyla hakimlere karar verdirerek, Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Haşim Kılıç’ın ifade ettiği gibi “yargıyı bir intikam aracı olarak kullanmaya çalışarak” hukuk devletine ulaşamayız, ancak hukuk eliyle topluma zulmederiz.  Kılıçla yaşayan, kılıçla ölür. Yargı kimsenin kılıcı değildir, adaletin timsalidir. Buna saygı göstermek, bu kurumsal kapasiteye erişmek için çok çalışmamız gerekiyor. Önceki Yargıtay Başkanı’nın ifade ettiği gibi bir milletin üçte ikisi yargıya güvenmiyorsa, orada devlet artık güvenini kaybetmiş demektir. “            “2.      İnşa etmemiz gereken hukukun üstünlüğü ve hukuk sistemi, bütün yurttaşların zihninde  ‘Ankara’da hakimler var!’ düşüncesini yaşayan bir inanç haline getirmelidir. Bunun için de hakimlerin atama ve yer değiştirmesi mekanizması  bağımsız olmalı; hakimleri önceden bilinmeyen sürprizlerle karşılaştıran davranışlar toplumun bütün kesimleri, bütün aktörleri tarafından aktif biçimde kınan  ortam ve iklimi yaratan, olgunlaştıran, çoğaltan bir sisteme sahip olmalıyız.”            Hukukun üstünlüğü hukuk devleti oluşturmanın gereklerini sıraladıktan sonra  Tekin, “ Adalet kutup yıldızı gibidir. Sabittir; dünya ve yaşam süreci onun çevresinde döner” diyor.Bağımsız kurum bilinci yükselmeliDeneyimli siyasetçi  Gürsel Tekin’e,  “hukukun üstünlüğü ve hukuk devletini” yaşam biçimi haline  getirilmesinin bir aşama sonrasını  “kaliteli kalkınma”  oluşturduğunu anımsatıyoruz. Kaliteli  kalkınmada “ işleyen kurumların”  özellikle de “bağımsız kurumların” rolünü nasıl yerine getirmelerine ilişkin düşüncelerini soruyoruz.            Gürsel Tekin, önce , bağımsız kurumlar bilincini yükseltmenin ne denli  gerekli, önemli ve değerli olduğunu belirtiyor. Eğer, kaliteli eğitim ve kaliteli yönetimle çağdaş uygarlığın bir parçası olacaksak özen göstermemiz gereken hususları sıralıyor: Kurumların bağımsızlığını içine sindirememiş bir siyasetin şeffaflık, denge-denetim özeni ve yurttaşın  siyasete güveninden söz etmesinin değeri ve anlamı olamaz Ülkemizde 85 milyon  yurttaş  10 milyon kadar da durumu net olmayan insan yaşıyor. Vergi mükellefi olan yurttaşların gelirlerinin nasıl harcandığın Sayıştay  herhangi  bir çekincesi olmaksızın denetleyemiyorsa, kamu  harcamalarının yasaya uygun yapıldığı  güveni yaratılamaz.Merkez Bankası  bağımsızlığını koruyamıyorsak; fiyat istikrarının akılcı ve bilimsel gereklerini yerine getiremez, yönetim hatalarının yarattığı ekonomik dengesizliklerin bedelini  millete ödetmiş oluruz.Hepimiz hatırlamalıyız: 2000’lı yıllar öncesindeki krizlerin önemli bir bölümü banka sisteminin boşluklarından doğru.  Bülent Ecevit’in başında bulduğu koalisyon hükümeninin teknisyen olarak Kemal Derviş’e hazırlattıkları programdan sonra bağımsız BDDK  banka sisteminden kaynaklanan krizleri önledi.Çağımız bir “Bilgi  Çağı”…  Yapay Zeka  üretilen büyük veriyi  kullanıyor. Chat CPT’nın kullandığı Büyük Dil Modeli  elektronik ortama yansımış büyük veriden yararlanıyor. Biz TÜİK gibi  veri üreten kurumların bağımsızlıklarını koruyamaz, net bilgiye  bizi ulaştıran veriye erişemezsek, eğilimlerin fırsat ve tehlikeleri ile kendi olanak ve kısıtlarımız arasındaki dengeleri kuramayız. O zaman nitelikli yönetim ve nitelikli kalkınmadan da söz edemeyiz.Siyaset kurumunun da  kişiler  ve gruplara bağımlı işleyişi mutlaka önlenmelidir. Millet vekilini kendi seçmelidir. Ankara’da  siyasi partilerin liderleri ve çevresindeki  azınlığın belirlediği   seçilmiş yerel yönetici ve milletvekili sistemi çok dinamik hale gelen  sosyal ve ekonomik sorunlara çözüm üretemez.Gürsel Tekin, “ İşleyen kurumlar  giderek büyüyen şehirlerin işleyişini, şehir ekonomilerinin akışındaki hızlanmayı belirleyen araçlardır. Kurum bilincini yükseltmeden, kurumlarla ilgili ilke ve kurallara saygıyı derinleştirmeden ve yoğunlaştırmadan toplumun refahını artırmak  mümkün olmayacaktır”   uyarasını yapıyor.Siyasetçi sahada olmalıdır?Gürsel Tekin’e  görüşme yapacağımız siyasetçilere soracağımız   bir başka soruyu daha yöneltiyoruz: “Siyasetçi nasıl olmalıdır?”Siyasetçi kendine sürekli yatırım yapan biri olmalıdır. Her toplum  çok farklı katmanlardan oluşur; farklı ihtiyaçları vardır; farklı grupların hak ve çıkarları bazı odaklar tarafından dile getirilir. Özellikle bizim toplumumuz gibi saha  iyi araştırılmamışsa, kurumların yayınladığı veriler sağlıklı değilse, siyasetçiyi önyargıların tuzağına düşürmeyecek bir yol vardır: Sürekli sahada olmak. Siyasetçi sahanın nabzını iyi tutmak için zamana kıymasını bilmelidir. O zaman sahada olup bitenler ile siyaset söylemi arasındaki çelişkileri görecek; ülkenin olanak ve kısıtlarını gözlediği için  hayatın öz gerçeğine uyan çözümler önerebilecektir.Siyasetçi işgücü hareketlerini, toplumun gelenek ve göreneklerini, yurttaşın karar vermesinin arka planını saha gözlemleriyle denimlerse, siyaset kurumu da  gerçeklikten kopuk olmaz, dünya genelindeki gelişmeler ile ülke ihtiyacını dengeler.Sahada sürekli gözlem  yapan siyasetçi, kırsal alandaki  ihtiyaçları  bizzat yaşayanlardan öğrendiği  zaman, örneğin  Belediye Yasaları’nın boşluklarını  görecek, yerel yönetimin daha kaliteli hizmet üretmesinin önünü açacak  düzenlemelere katkı yapabilecektir.Siyasetçi, işinin “toplumun nabzını tutmak” olduğu bilincini yükseltmek  olduğunu bilincinde olursa, “komşu aç,  sen toksan” orada huzur yaratılamayacağını yaşayarak öğrenecektir.Seçilmiş siyasetçi, kimin emek harcayarak, kimin rantla kazanç elde ettiğini gözleyen ve bilen biri olmalıdır. “İmar çeteleri” oluşmuşsa, onlarla siyasetçi mücadele etmiyor ya da edemiyorsa  siyaset kurumu  “itibar” kazanma yerine, “itibar aşındıran” bir sürecin ortağı haline gelir.Adına  ister “Temizeller yasası” isterse başka bir şey diyelim; siyasetçi hesap verebilir ve hesap sorabilir olmalıdır ki, ülkenin  kaynakları kaliteli kalkınmaya, refahın artırılmasına yöneltilebilsin 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir