Savunmada milli teknoloji rüzgârı! Resmen tarih yazıyoruz
Star yazarı Faik Tanrıkulu, Türkiye’nin savunma sanayisinde tarih yazdığını belirtti. Tanrıkulu, bu başarının Türkiye’nin uluslararası alandaki savunma gücünü ve teknolojik vizyonunu güçlendirdiğini ifade etti. Türkiye’nin milli savunma projeleriyle dünya çapında bir marka haline geldiğini vurgulayan Tanrıkulu, bu gelişmelerin ülkenin stratejik önemini artırdığını kaydetti. Tanrıkulu, Türkiye’nin bu başarılarının azim ve kararlılıkla daha ileri taşınacağını söyledi. İşte Faik Tanrıkulu’nun yazısı: “Rusya’nın Şubat 2022’de Ukrayna’yı işgal etmesiyle başlayan savaş, Avrupa ve bölge ülkelerinin askerî açıdan ne kadar hazırlıksız olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Pek çok Avrupa ülkesi, Soğuk Savaş sonrası askeri harcamalarını ciddi şekilde azaltmış ve savunma kapasitelerini ihmal etmişti. Ancak bu savaş, Avrupa ülkelerini savunma politikalarını ve askeri yatırımlarını yeniden değerlendirmek zorunda bıraktı. Almanya, 100 milyar avroluk devasa bir askeri yatırım paketi açıkladı. Bu karar, ülkenin İkinci Dünya Savaşı sonrası benimsediği savunma politikalarındaki köklü bir değişimi temsil ediyor. Ayrıca, Almanya’da zorunlu askerlik sistemi yeniden tartışmaya açıldı. Benzer şekilde, Fransa, Polonya ve Baltık ülkeleri gibi birçok ülke, savunma harcamalarını artırarak NATO standartlarını karşılamayı hedefliyor. Türkiye, coğrafi olarak “ateş çemberi” olarak adlandırılabilecek bir bölgede yer almasına rağmen, siyasi ve askeri gücünü pekiştiriyor. Türkiye’nin bu süreçte en önemli stratejik hamlelerinden biri, milli ve yerli savunma sanayisine yaptığı yatırımlar oldu. Öyle ki, 2008 yılına kadar AK Parti MKYK’sında görev yapan ve özel asistanlığını yapan Cüneyt Zapsu ”Erdoğan ile o sıralar anlaşamadığım bir tane önemli husus vardı. 2000’li yılların başları işte. Ben diyordum ki parayı savunma sanayiye değil, şuralara yatıralım. Haklı çıktı. Hem de öyle haklı çıktı ki. Bunu da açıkça söyleyeyim. Ben bu kadar böyle anti-militarist, globalist bir adamım, haklı çıktı. Çünkü bizim şu anda savunma sanayimiz bu durumda. O zamanlar yatırımlar başladı” dedi. Yıllar sonra Zapsu, o dönemde bu yatırımların önemini tam anlamıyla kavrayamadığını, ancak bugün yerli savunma teknolojilerinin ne kadar kritik olduğunu açıkça ifade etti. Türkiye’nin İHA ve SİHA teknolojilerindeki başarısı, bu vizyonun ne kadar yerinde olduğunu gösteriyor. Bayraktar TB2 ve Akıncı gibi yerli üretim insansız hava araçları, sadece Türkiye’nin savunma kabiliyetini artırmakla kalmadı, aynı zamanda küresel ölçekte bir marka haline geldi.
90’lı yıllarda Türkiye’de “teknoloji üretemez” ya da “üretse bile kaliteli üretemez” anlayışı oldukça yaygındı. Bu durum, adeta toplum genelinde bir “öğrenilmiş çaresizlik sendromu” yaratmıştı. O yıllarda, savunma sanayisinin geliştirilmesine yönelik kamu eliyle atılan bazı adımlar bulunuyordu. Ancak, bu girişimler çoğunlukla bürokrasi içinde kayboluyor, bir türlü somut sonuçlara ulaşamıyordu. Bitmek bilmeyen bürokratik süreçler ve oligarşik yapılar, savunma sanayisi başta olmak üzere teknoloji alanındaki ilerlemeyi büyük ölçüde engelliyordu.
Bu dönemde, kalkınma için kamu ve özel sektör iş birliğinin önemi sık sık dile getiriliyordu. Özellikle Güney Kore ve Japonya’nın kalkınmacı modelleri örnek olarak gösteriliyordu. Bu modelde, kamu sektörü, özel sektöre vergi teşvikleri, yer tahsisi ve altyapı desteği sağlayarak teknolojik gelişimi destekliyordu. Bu iş birliği sayesinde, özel sektör eliyle teknoloji üretimi hızlandırılıyor ve kamu kaynaklarıyla desteklenen bu sistem, uzun vadede başarılı sonuçlar veriyordu. Türkiye’de ise bu tür bir modelin uygulanması, gerekli koordinasyon eksikliği ve bürokratik engeller nedeniyle bir türlü gerçekleşemiyordu.
Bugün ise durum çok farklı bir noktaya evrilmiş durumda. Geçtiğimiz günlerde donanmaya kazandırılan TCG Anadolu gemisi bu örneklerden sadece birkaçı. Türkiye’nin yerli ve milli savunma sanayisinde geldiği noktayı simgeleyen bir eser olarak öne çıktı.
Aynı şekilde, Aselsan, Baykar, Roketsan, TUSAŞ, Havelsan, Otokar, BMC ve Kale Grubu gibi şirketler, Türkiye’nin savunma sanayisinde yerli ve milli projelerle öne çıkan, uluslararası alanda tanınan güçlü markalar haline geldi. Savunma sanayisinde milli projelere odaklanan bu şirketler, yüksek teknoloji üretiminde Türkiye’nin itici gücü konumunda bulunuyor.
Geçtiğimiz günlerde Pasifik Holding Yönetim Kurulu Başkanı Fatih Erdoğan ve ekibiyle birlikte basın mensuplarıyla bir araya geldik. Holding bünyesinde 55 şirket faaliyet gösteriyor ve bunların arasında, Pasifik Teknoloji’nin geliştirdiği insansız helikopter projesi en anlamlı ve gurur verici projelerden biri olarak öne çıkıyor. Bu proje, Türkiye’nin askeri envanterine girmiş olması ve birçok askeri alanda farklı katkılar sunma potansiyeli nedeniyle büyük önem taşıyor.
Türkiye’nin ilk ve tek insansız helikopteri olan ALPİN, Pasifik Teknoloji’nin “yıldız ürünü” olarak adlandırılıyor. Fatih Erdoğan, Türk Silahlı Kuvvetleri envanterine girdiğini belirterek, bu başarının ne kadar büyük bir anlam taşıdığını vurguladı. ALPİN’in ilk versiyonunun TSK tarafından aktif olarak kullanıldığını ve bu noktadan itibaren Pasifik Teknoloji’nin hedefinin, bu başarıyı büyütmek, yurtdışı ihracat pazarına açılmak ve teknolojisini daha da geliştirmek olduğunu ifade etti. Kamu ve özel sektör iş birliğinin pek çok alanda olduğu gibi savunma teknolojilerinde de önemli bir ivme kazandırdığı açıkça görülüyor.
Türkiye’nin yüksek teknoloji ihracatı konusunda bir dünya markası olma yolunda ne kadar iddialı olduğunu gözler önüne seriyor. Bu başarılar, Türkiye’nin artık sadece kendi güvenliğini sağlayan bir ülke değil, küresel savunma sanayisinde oyun kurucu bir aktör olarak yerini sağlamlaştırdığını güçlü bir şekilde gösteriyor.”