Sabetayisti, Diasporacı Ermenisi, Siyasal Alevisi… Türkiye’de “kültürel iktidar” onlarda!

0

23 senedir bir türlü “kültürel iktidar” olamayan hükümet, özellikle dönmelerden, Yahudilerden ve Ermenilerden oluşan “kültürel iktidar”ı yıkıp, burayı milli değerlerle örülü bir çerçeveye oturtamadı. Hatta, kültürel yozlaşmaya karşı, kendi özgün değerlerini merkeze alamayan iktidar, var olan Batıcı kültürü besler hale geldi. Kendi kültür ve değerlerini tanımayan, bilemeyen toplumlar, yabancı kültürlerin etkisi altına girmeye ve hatta esir düşmeye mahkûm olduğu tabii bir gerçek. Tarih, bu duruma birçok örnek sunarken, devletlerin ve toplumların kendi öz kültürlerini koruyamadıklarında nasıl kayboldukları veya sömürgeleştirildikleri malum. Bu noktada, kültür sadece geçmişin mirası değil, aynı zamanda toplumların geleceğini şekillendiren bir unsur ve toplumun maddi ve manevi değerlerinin bütünü… Ki kültür ile toplumlar şahsiyet bulur ve farklı yozlaşmalardan kurtulur. Türkiye’deki kültür ve sanat faaliyetlerinin genellikle milli değerlerden uzak, Batı tandanslı ve Müslümanların kültürel dirilişini engellemeye yönelik olduğu malum. Hatta 23 senedir bir türlü “kültürel iktidar” olamayan hükümet, özellikle dönmelerden, Yahudilerden ve Ermenilerden oluşan “kültürel iktidar”ı yıkıp, burayı milli değerlerle örülü bir çerçeveye oturtamadı. Hatta, kültürel yozlaşmaya karşı, kendi özgün değerlerini merkeze alamayan iktidar, var olan Batıcı kültürü besledi. Kültür Bakanlığı gibi bir nimeti dahi değerlendiremeyen iktidar, burayı ya Kemalist çevrelerin diledikleri gibi at koşturacağı bir saha haline getirdi ya da turistlik müze formatında kullandı.
İşte, aşağıda okuyacağınız haber de bu “kültürel iktidar”ın başını tutan ve her türlü sapkınlığı, şiddeti, tecavüzü, dinsizliği, İslam düşmanlığını, seküler hayat tarzını zerk eden Batıcı Kemalist çevrenin yaptıkları pisliklerden yalnızca biri… Dizi-film sektörü bunların elinde! “Abese İcra” isimli bir sosyal medya kullanıcısı tarafından yapılan bir paylaşım, dizi-film sektörünün içindeki pisliği meydana çıkarttı. Paylaşımda, “Ayşe Barım” olarak adlandırılan bir olayda, ünlü bir menajerin, tanınmış bir kadın oyuncu ile eşcinsel bir şarkıcının sevgili gibi görünmeleri karşılığında bir iş adamından 5 milyon avro aldığı iddia edildi. Bu durumun şarkıcının imajını güçlendirmek için yapılan bir kariyer planlamasının parçası olduğu öne sürüldü. İddiaların odak noktasında, Yeşilçam döneminden gelen ve çoğunluğu Rum ve Ermeni kökenli olan bir topluluk yer alıyor. Bu grup içinde Yahudi ve Yahudi örgütleri ile bağlantılı olanların yapım şirketi sahipleri olduğu ifade ediliyor. Paylaşıma göre, bu yapım şirketleri genellikle İstanbul Levent’te yoğunlaşmış durumda ve Rotary kulüpleri gibi oluşumlarla ilişkili. Paylaşıma göre, bu grup Ak Parti’nin iktidara gelmesiyle birlikte medya ve sanat sektöründe büyük bir büyüme kaydetti. Ancak muhafazakâr kesimin bu sektöre yeterince ilgi göstermemesi nedeniyle bu grup sektörde bir tekel oluşturdu. Bu tekel, bağımsız yapımcıların ana akım televizyon kanallarında yer bulmalarını zorlaştırıyor ve büyük yapım şirketleri ile TV kanallarının yöneticileri bu tekeli destekliyor. Ayrıca, bu topluluğun sadece ekonomik bir tekel oluşturmakla kalmayıp, projeleri ve oyuncuların popülaritesi aracılığıyla toplum mühendisliği yaptığı da iddialar arasında. Örneğin, Gezi Parkı olayları gibi toplumsal konularda ve seçimlerde belirli adaylar lehine mesajlar verilmesi, bu topluluğun siyasi yönlendirmeleri olarak görülüyor. Bu sisteme karşı çıkan oyuncuların sektörden dışlandığı ve bazılarının itibarlarının zedelendiği belirtiliyor. Bu sistemin aşırı güç yüklemesi nedeniyle patlama noktasına geldiği ve sistem dışında kalanların bu düzeni yıkmaya çalıştığı ifade ediliyor. Sponsorluklar ve reklam gelirleri bu sistemin parçası olarak, otomobil, giyim ve kozmetik gibi sektörlerin oyunculara yaptığı sponsorluklar ve reklam gelirleri paylaşımı, bu tekelci yapıyı destekleyen unsurlar arasında yer alıyor. Siyasi iktidar yeterli değil! Milli ve manevi değerlerimiz medya ve popüler “kültür” eliyle yok ediliyor. Toplumu maddi ve manevi açıdan korumak için sadece siyasi sahada değil içtimai sahada da kültürel iktidar olmak şart. Bu anlamdaki eksikliğimizi geçtiğimiz senelerde kaleme alan Yusuf Kaplan, kültürü veya zihniyeti üretemeyen bir toplumun, siyaseten ne kadar güçlü olursa olsun gerçek anlamda iktidar olamayacağını vurgulamış ve kültürel alanda bağımsızlığı kazanmanın, siyasi bağımsızlığın da ön şartı olduğunu söylemişti. Kaplan, çağımızın entelektüelin ve bireyin öldüğü, kitlelerin kolayca manipüle edilebildiği bir “kitleler çağı” olduğunu; “sınırların ortadan kalktığı, hız, haz ve ayartının hâkim olduğu, pornografik” bir çağ olduğunu; kitlelerin, dünyanın sorunlarına karşı duyarsızlaşmış, ruhsuz yığınlara dönüştürüldüğünü belirtmişti. Yine Kaplan, popüler kültürün ve medyanın, kitleleri zihnen ve fiilen yönlendirdiğini, köleleştirdiğini ve buna karşılık hakikati, adaleti ve merhameti eksene alan İslam’ın, insanlığa yeniden insanlığını hatırlatabileceği ve yaşanabilir bir dünya sunabileceği ifade etmişti. Yusuf Kaplan, kültürel iktidar için atılacak adımların, hakikati, adaleti ve merhameti temel alması gerektiğini; eğitim, kültür, düşünce, sanat ve medya alanlarında, kalıcı ve köklü adımlar atılarak, insanlığa faydalı olacak, yeni nesiller yetiştirilmesi gerektiğini; asıl olanın iktidar olmak değil, kültürel bir inşa gerçekleştirmek, yani kültürü canlı tutarak insanların Müslümanca yaşamasını ve insanlığın önünü açacak bir dünya inşa etmesini sağlamak olduğunu söylemişti. Siyaset ve kültür ilişkisinin önemi Aylık Baran Dergisi Yayın Kurulu üyelerinden Mevlüt Koç, siyasetin, insan ilişkilerinden soyut konulara kadar sosyal alanı tümüyle kuşatan bir olgu olduğunu, bu sebeple öncelikle bir sanat ve kültürel kurallar sistemi olduğunu, mana unsuru olmadan kültürel olguların olamayacağını söylüyor. Türkiye’de siyasetle kültür arasındaki ilişkinin yeterince konuşulmadığını, siyasi partilerin kültür politikalarının olmadığını, hatta bu partilerin resmî ideolojinin biçimlendirdiği ideolojik yaklaşımlarla yetindiğini ifade ediyor.
Koç, siyasi partilerin, iktidara gelmek ve kendilerine sorulmadan alınmış kararları uygulamakla yetindiğini, kültürel iktidar meselesini görmezden geldiğini belirtiyor. Siyasi iktidar olunsa bile, kültürel iktidar elde edilmeden gerçek anlamda muktedir olunamayacağını vurguluyor. Ayrıca, kültürel iktidarın da ait olduğu alana aidiyetini yitirmesiyle gücünü kaybedeceğini ifade ediyor. Dünyanın hiçbir yerinde devletin, toplumsal ve kültürel süreçlerin canlı ve yaratıcı yanlarına yeterli bir tanıma getirmeyen, kitleleri uyuşturan ve yozlaştıran popüler kültürün üretimine ve desteklenmesine katkı sunmadığını belirten Koç, “Devlet, insanı en yüce sanatın ilkelerinin bilgisine ulaştıracak, eşya ve hadislerin teshirinde tam bir tanıma sağlayacak ‘yüksek kültür’den yanadır. Bu kültür olgusunu başlatacak, ihdas edecek yahut ithâl edecek olan da toplumun üst kesimidir, alt tabaka üsttekileri taklid eder. Nitekim kültürel olguların hareketliliği, dağılımı ve akış istikameti de, aşağıya, üst sınıflardan alt sınıflara doğrudur.” diyor. Zoraki Batılılaşma Avrupalı olmayan yöntemlerle Avrupalılaştırma sürecinde, Tanzimat ve Kemalist dönemlerde zor kullanılarak dayatılan kültürün, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına, toplumların dönüştürülmesine ve kolektif şuurun bozulmasına yol açtığı ifade eden Koç, kendimize ait bir bilim, edebiyat ve sanatımızın olmamasının, Batı’da üretilen kavramların Türkiye’deki kötü bir uygulayıcısı olmaktan öteye geçilememesine sebep olduğu belirtiyor. Modernleşme sürecinde, ortak değer yargısına sahip, kolay yönlendirilebilir ve Batı nezdinde istenmeyen bir kitle yetiştiğini aktaran Koç, bu kitlenin, laik dinselliği haiz sembollerle bütünleştiğini ve belli tavır ve davranış biçimleri geliştirdiğini ve bunları tapınma kültürüne dönüştürdüğünü aktarıyor. Baran Dergisi  

Leave A Reply

Your email address will not be published.

File not found.