“Geçmiş ve gelecek arasında kültür köprüsüyüz”
1982 yılından bu yana sahaflık yapıyorsunuz. Bu mesleğe başlama hikâyenizi dinleyebilir miyiz?
Üniversite sonrası askerliğimi yapıp geldim. O arada öğretmenlik yaptım. Müteahhitlik yapan bir yakınım Mahmutbey Köyü’nde taş ocağı açtı. Oraya işletme müdürü oldum. Taş ocağı işletmeciliği bayağı zorludur. Patlayıcı madde vesaire kullanırsınız. Patlayıcı madde deposunun sorumluluğu bende idi. Ama geçimimi sağlamak için gerekli olan parayı kazanamıyordum. Sonra ani bir kararla işten ayrılıp Sahaflar Çarşısı’na geldim.
Beyazıt’taki Sahaflar Çarşısı’ndaki günleriniz nasıl geçti?
1980’li yıllarda kitap kurdu olan arkadaşlarla Beyazıt Meydanı’nda tezgâh açıyorduk. O yıllarda Beyazıt pazar günleri bir hayli kalabalık olurdu. Ben de her türlü kitabı ve eşyaları satardım. Fırsat buldukça da Burhan Tezergil’in salaş dükkânında vakit geçirirdim. Beyazıt’ta 1-2 yılım bu şekilde geçtikten sonra dışarıda tezgâh açan abilerimizden bir tanesinin yönlendirmesiyle Beyazıt’ta dükkâna geçtim. Bütün bunlar o dönem Sahaflar Çarşısı’nın ustası, Şeyh’ül-Ekber denilebilecek Muzaffer Ozak’ın denetimi dâhilinde oldu. Kendisi bana sahaflık mesleğinin her türlü inceliklerini öğretmiştir. Yine o dönem çarşıda bulunan Ali Ertem, İbrahim Derbeder, Arslan Kaynardağ, İsmail Açay, Tunç İnal, Muhittin Eren, Turhan Türkmenoğlu ve Metin Yenici’nin de katkıları yadsınamaz.
Muzaffer Ozak’ın ‘Sahaflar Şeyhi’ olarak tanınmasının haricinde vâiz, müezzin, mutasavvıf ve Halvetiyye’nin Cerrâhiyye kolununun 19’uncu postnişîni olduğu da biliniyor. İslam ve kültür dünyasına ciddi katkıları olan Muzaffer Ozak nasıl biriydi?
‘Büyük usta’ diye tanımlayacağım Muzaffer Ozak ile 4 yıl süren bir mesaim oldu. Dükkâna gelen öğrencilerin satın aldığı kitapların arasına kimi zaman para koyardı. Kapıdan giren bir insanın yüzüne bakarak onun hangi kitaba ihtiyacı olduğunu da tespit edebilirdi. Müşteri ilişkilerine önem veren, öğrenci dostu ve hoşsohbet bir şahsiyetti. Beyazıt Camii’nde müezzin olarak görev yaptığı dönemde de sohbetlerine ciddi bir katılım olurdu. Namütenahi bir kişilik olmasından ötürü her milletten insana feyiz verirdi. Döneminin çok ilerisindeydi. Bana göre o bu dünyaya özel gönderilmiş bir insandı.
Muzaffer Ozak rahmet-i rahmana kavuştuktan sonra Beyazıt’ta dengeler ne yönde değişti?
Çarşının orta direği kırılmış oldu. O Hakk’a yürüyerek sevgilisine kavuştu ama biz yetim kaldık. Ozak’ın vefatından sonra çarşıda çeşitli kavgalarda çıktı. Bu kavgaların temeli de ‘Bu kitabı ben satacağım’ hırsından kaynaklıydı. Daha sonra İbrahim Manav gelerek çarşıda ortalığı bir nebzede olsa toparlamış oldu.
“Metin Erksan, Nejat Uygur ve Tarık Zafer Tunaya sahafların müdavimleri arasındaydı”
1982-1994 yılları arasında Beyazıt’ta sahaflık yaptınız. 30 yılı aşkın süredir de Beyoğlu Sahaflar Çarşısı’nda bulunuyorsunuz. Beyazıt’tan Beyoğlu’na uzanan yolculuk sizi zorladı mı? Adaptasyon sürecini nasıl aştınız?
Tabii Beyazıt’tan Beyoğlu’na geldikten sonra işlerini yoluna koymak biraz zaman aldı. İlk başta müzayedeler düzenledik. Beyazıt’taki müşterilerimizi de dostluk bağını kullanarak Beyoğlu’na çektik. Burada yaşayan insanlarla da güzel etkileşim kurduk. Metin Erksan, Nejat Uygur, Tarık Zafer Tunaya, İlber Ortaylı ve Faruk Ilıkan gibi isimler de sıklıkla burayı ziyaret ederek bize destek olmuştur. Adaptasyon sürecini de kolaylıkla aştık böylece.
Sahaf müşterisinin Beyazıt dışında bir yerden kitap almaya alışması kolay olmamıştır hiç şüphesiz… Öyle değil mi?
Hiç olmadı. Boya badana yaptık. Raflar yapıldı, elektrik tesisatı çektirdik. Kitapları dizdik. İnsan yok! Bekliyoruz gelen giden olmuyor. Matbaa çalışıyor, sadece onun sesi duyuluyor. Hisar Kitabevi sahibi Orhan Bey ve Özay Yıldız ile bir gün oturduk. ‘Burada bir müzayede yapalım, sahafları tanıtalım’ dedik. Sonrasında kitap topladık. İlk kataloğu yayınladık, arka kapağa Aslıhan’ın nerede olduğunu gösteren bir kroki bastık. Birinci müzayede epey parlak geçti. 1996 yılı itibarıyla da dükkanlar insanla dolup taşmaya başladı. Bu sefer de kiralar arttı.
“Sahaflık yaparak zengin olamazsın”
Siz 1994 yılından bu yana her gün Aslıhan Pasajı’na gelerek dükkânı açıyor musunuz?
Yaz aylarında her gün kış aylarında ise haftanın 6 günü dükkânı açıyorum. Bir sahaf ustası olarak bizler geçmiş ve gelecek arasında bir kültür köprüsüyüz. Dükkânı açmazsam mesleğime ihanet ederim. Bu sözlerim sonrası kimi insanlar ‘amma da hırslıymış!’ diyecektir. Onlara da ön olarak cevap vereyim. Sahaflık yaparak zengin olamazsın. Günlük nafakanı çıkardın mı dükkânı kapatır gidersin. Çünkü fazla para bizim rahatımızı bozar, huzurumuzu kaçırır. Benim açımdan süreç böyle işliyor diyebilirim.
Bir duayen olarak sahaflığın mesleğinin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Siz de öğrenciler yetiştiriyor musunuz?
Elbette. Bu mesleğe ilgi duyan arkadaşlara gerekli donanımları yükledik. Kimisi dinliyor kimisi de başının dikine gidiyor. Teknolojinin ilerlemesiyle birlikte insanların ‘sabır’ kavramına ilgisi azaldı hiç şüphesiz. Bu noktada sebatkâr ve kitapların dünyasında huzuru bulan insanlar sahaflık mesleğini sürdürecektir. Ben de oğlum Barış Bingöl’ü yetiştirdim. Kendisi Kadıköy’de sahaflık mesleğini sürdürüyor. Bu da benim için büyük bir mutluluk kaynağı.
Teknolojiden bahsettiniz… E-kitaplar basılı kitapların yerini tutabilir mi sizce?
Tutmasının mümkünatı yok. Kitabı eline alıp koklamayan insan okuduğu hikâyenin içerisine tam olarak dahil olamaz. İçerisinde farklı uyarıcıları barındırmasından ötürü telefondan da tabletten de kitap okunamaz. Bu sebeple kitabın devrinin hiçbir zaman eskimeyeceğini düşünenlerdenim.
Söyleşimizi sona erdirmeden önce şunu da sormak isterim. Sahafllık mesleğine gönül veren insanların sorunların sık sık gündeme geliyor… Sizin bu noktada vermek istediğiniz bir mesaj var mıdır?
Sizin vasıtanızla Beyoğlu Belediyesi’ne seslenerek ‘bizi koruyun’ demek istiyorum. Burada kiralar aşırı yükseldi. Buna ‘dur’ denmesi gerekiyor. Ayrıca buraya inşa edilecek ‘sahaflar çarşısı’ bu mesleğin gelecek nesillere aktarılması bakımından önem arz ediyor.