Osmanlı Modernleşmesi, Hukuk ve Toplum: Namık Kemal’in penceresi
Tarihin her dönemi, toplumların hukukla ve devletle kurduğu ilişkinin yeniden tanımlandığı kırılma noktalarına sahne olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun 19. yüzyıldaki modernleşme çabası, böyle bir dönüşümün açık bir örneğidir. Tanzimat reformlarıyla başlayan bu süreç, (her ne kadar bazı müellifler daha da geriden başlatsa da böyle diyelim) yalnızca teknik yenilikler getirmekle kalmamış, aynı zamanda Osmanlı toplumunun temel dayanaklarını da sorgulamıştır. Hukuk, bu değişim sürecinin merkezinde yer alırken, toplumsal yapının modernleşmeyle nasıl bir etkileşim içerisinde olacağı sorusu giderek önem kazanmıştır. İşte bu noktada, Namık Kemal’in fikirleri dikkat çekici perspektif ve ikilemleri bir arada sunar. Bu yazı elbette bir Namık Kemal savunusu değildir ancak mevcudu bilmeyen icat edemez ve bugünkü mevcudiyetimizin arka planına dair kazı çalışmaları yapmak esasen asgari olarak sağlıklı bir zeminde var olabilmek ve var olanı anlayıp aşabilmek için olmazsa olmazlarımızdandır. Maalesef bu olmazsa olmazlar da parçalı psikolojilerimiz sebebiyle akamete uğruyor. Bu paragrafı bu yazıya eklemek zorunda kaldım zira başta Tanzimat olmak üzere tarihin hemen hemen her dönemine dair yapılan çalışmalar benzer illetlerle malul. Halbuki mesele illet ile malul arasında işleyebilen bir akla erişmektir ve bu noktadan bakıldığında Tanzimat aydınları hangi cenahtan olursa olsun çok daha sahici bir varoluş sergilemişlerdir. Tanzimat aydınlarındaki bu liyakati görüp takdir etmeli ancak sentezci, eklektik ya da duygusal çıkışların da mebzul miktarda olduğunu ve ciddi bir kritiği hak ettiğini aklımızdan çıkarmamalıyız. Nitekim Niyazi Berkes’e göre Namık Kemal “yeni kavramları, Alışılmış eski terimlerle anlatmaya çalışırken liberalizmin ve anayasacılığın altında yatan ve kökenleri açısından İslam-Osmanlı geleneğine tümden yabancı olan tabii haklar düşünüyle egemenliğin kaynağının halk iradesi olduğu düşününe Avrupa’da rastladığı ve benimsediği halde, giriştiği polemik ile farkına varmadan bu düşüne aykırı bir yola düşmüştür.”¹ Özetle Namık Kemal “1) Osmanlı İmparatorluk Devletinin çöküş nedenleri nelerdir? 2) Bu çöküş sürecini tersine çevirmenin yolları nelerdir? 3) Bunun için gerekli olan reformlar ne olmalıdır?”² şeklinde sıralanabilecek üç sorunun peşine düşmüş bir aydındır. Bu yazı onun içine düştüğü çelişkileri yahut bize sunduğu açılımları masaya yatırmak için değil genel manada bir seyir yazısı olarak kaleme alınmış olup hukukçuluk vasfını haiz olmam sebebiyle de hukuki ve sosyolojik veçheleriyle sınırlı tutulmuştur. Hukuk ve Adalet: Devletin Yeniden Tanımlanması Namık Kemal’in hukuk anlayışı, devletin meşruiyetini halkın haklarını koruma göreviyle ilişkilendirir. Ona göre, hukuk yalnızca toplumsal düzenin sağlanması için bir araç değildir; aynı zamanda bireylerin adil bir yaşam sürebilmesi için bir güvencedir. Kemal’in, “Devlet halkın ne pederidir, ne lalasıdır. Görevi adaletle hükmetmektir” sözleri, onun hukukun işlevine dair görüşlerini özetler niteliktedir. Bu yaklaşım, hukukun sadece egemenlerin gücünü meşrulaştıran bir mekanizma değil, toplumu bir arada tutan bir adalet zemini olması gerektiğini vurgular. Kemal, Tanzimat reformlarını bu açıdan eleştirmiştir. Ona göre, reformlar Batılılaşma kaygısıyla yapılmış, ancak halkın siyasi sürece katılımını sağlayacak mekanizmalar oluşturulmamıştır. Bu nedenle, meşveret usulü ve temsili bir yönetim anlayışı, onun siyaset teorisinin temel taşlarıdır. Meşveret, Meclis ve Temsiliyet Namık Kemal, Osmanlı toplumunun hukuk ve yönetim anlayışında köklü bir değişim gerektiğine inanıyordu. Bu bağlamda, İslam hukukundaki meşveret kavramını modern parlamenter sistemle ilişkilendirmiştir. Ona göre, meşveret sadece bir danışma mekanizması değil, halkın iradesinin temsil edildiği bir yapıdır. Bu yaklaşım, hem hukukun üstünlüğünü hem de toplumun farklı kesimlerinin yönetime katılımını mümkün kılmayı amaçlar. Kemal, halkın yönetime katılımını sağlamak için güçlü bir meclis sistemini savunmuştur. Ancak bu meclisin, Osmanlı toplumsal yapısına uygun bir şekilde tasarlanması gerektiğini dile getirmiştir. Bu noktada, Batı’dan doğrudan alınan bir model yerine, Osmanlı’nın değerleriyle uyumlu bir yapı önerir. Hukukun bu sistem içerisindeki işlevi ise yalnızca yönetimi denetlemek değil, aynı zamanda toplumsal eşitliği sağlamaktır. Hukuk ve Sosyal Dönüşüm Namık Kemal’in düşünceleri, modernleşme sürecinde hukukun rolüne dair önemli ipuçları sunar. Kemal’e göre, hukuk, toplumsal yapının değişiminde iki yönlü bir etkiye sahiptir: Bir yandan modernleşme sürecine rehberlik ederken, diğer yandan toplumun geleneksel değerlerini korumasını sağlar. Bu bakış açısı, Tanzimat reformlarının toplumsal algısını anlamak açısından da değerlidir. Kemal, reformların adaletin tesisi için yetersiz kaldığını ve toplumsal yapıyı dönüştürme konusunda başarılı olamadığını savunmuştur. Özellikle, çok etnikli Osmanlı toplumunda hukukun, farklı gruplar arasında birleştirici bir rol oynaması gerektiğini vurgulamıştır. Ona göre, adalet ve eşitlik ilkeleri, yalnızca hukuki düzenlemelerin değil, aynı zamanda toplumsal barışın da temelidir. Bu noktada Tanzimat Fermanı ile adeta özdeşleşen Kemal’in bu girişimi sonuçları itibariyle çok başarılı ve yeterli bulamadığını ifade etmek gerekir. Bunun birinci nedeni olarak Tanzimat Düzenlemelerinin en nihayetinde halkı yönetim süreçlerine yeterince katamamasını gösterir. Yine bu dönemde Bâb-ı Âli’nin, hükümdar mutlakiyetçiliğinin yerini aldığını ve durumu eskisinden daha kötü hale sokması sebebiyle ekonomik kalkınmayı sağlayamadığını ifade etmesi bugünden bakınca manidar görünmektedir. Hukukun Geleceği ve Namık Kemal Namık Kemal’in fikirleri, modern hukuk anlayışının temellerini oluşturan birkaç önemli soruyu gündeme getirir: Hukuk, toplumsal değişimin bir aracı mı yoksa bir sonucu mudur? Devlet, halkın iradesine dayanan bir yönetim anlayışıyla mı meşruiyet kazanır? Bu sorular, onun eserleri ve düşünceleri çerçevesinde anlam kazanır. Kemal’in en büyük katkılarından biri, hukukun ve devletin, yalnızca yönetimin birer aracı olmadığını, aynı zamanda toplumsal bir sözleşmenin somut ifadesi olduğunu göstermesidir. Modernleşme sürecinde hukukun, toplumun ihtiyaçlarına ve değerlerine uyum sağlaması gerektiği fikri, günümüzde de önemini koruyan bir prensiptir. Sonuç: Hukukun Sosyolojik Bir Çerçevesi Namık Kemal’in fikirleri, Osmanlı modernleşme sürecinin karmaşık yapısını anlamak için önemli bir pencere açar. Hukukun devletin meşruiyetini sağlama, toplumsal barışı temin etme ve bireysel hakları koruma konusundaki rolü, onun siyaset ve hukuk anlayışının temel unsurlarıdır. Bu çerçevede, Kemal’in hukuku yalnızca bir kural sistemi değil, toplumsal bir düzenin temeli olarak ele aldığı görülür. Hukukun, modernleşme sürecindeki sosyolojik işlevini anlamak ve bu işlevi toplumsal değerlerle uyumlu hale getirmek, onun en büyük ideallerinden biriydi denebilir. Zaten son tahlilde adalet , insanlığın ortak paydasıdır; devleti güçlü kılan, vaz’ etmiş olduğu hukukun bu paydada eşitliği sağlamasıdır, bu da yüzeysel olarak ele almaya çalıştığımız Namık Kemal portresi ile bir bütünlük arz etmektedir.