Minaredeki yabancı nasıl kovuldu? – Yeni Akit

0

Aydanur Çakır  Mudanya Elimizdeki bu şahane eser Karpat’ın işaret ettiği o hakiki tarihi yansıtan, halkın dilinden sayfalara dökülen bir sözlü tarih çalışması. Malumunuz bu şanlı kahraman millet, “Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli!” feryadıyla 3 yılı aşkın süre canhıraşane ülkemizi işgal eden düşmana karşı mücadele etti; dinime, ibadetime, başörtüme yabancı eller uzanmasın, ezanım susmasın diye. Peki ya sonra? Sonra bir operasyon başladı. “İslamsızlaştırma operasyonu”ydu bu; ezanın Arapça okunmasının yasaklanması da onun müthiş bir adımı.. O öyle bir sonraydı ki Hatay’ı işgal eden Fransız’ın yapmadığı yapılmış, ezanlar susturulmuştu.
ÖNE ÇIKAN VİDEO Halkın kurtuluş sevinci kursağında kalmıştı anlayacağımız. Tarihler 1932’yi gösterdiğinde, 18 sene boyunca kovulamayan bir muannid yabancı gelip kurulmuştu mabedimize.. Dilerseniz biz susalım ve Erzurum’dan Güller Sönmez Teyze anlatsın yaşanılanlardan bir kuple: “Bir ezan çıkmış Tortum’da hey… “Tanrı uludur, Tanrı uludur! Haydin felaha, Haydin felaha!” Öyle ezan olur mu? Ne olacak böyle? Nenem neredeyse ağlıyor, millet hep ağlıyor. Bir zaman öyle çektik onlardan.” Fatma Haznedar anlatıyor: “Türkçe ezan okunurken babam kulaklarını tıkardı duymayayım diye.” Yalnız ezan değil dine ait her şeyin yasak olduğu devr-i zulümde sarığı yular yapılan hocalar, Nene Hatun’umuz gibi cesurca düşmana kükreyen 80’lik kahraman nineler vardı.. Gelin onlardan bir tanesini, Rukiye Nine’yi 21 Kasım’da Hakk’a uğurladığımız, dedesi hocasızlıktan kapanmasın diye iki camide birden imamlık yapan, Son Demokratlar kitabında muhteşem röportajıyla tanıdığımız Gürbüz Işık Ağabey’den dinleyelim: “8-9 yaşlarındaydım. Rukiye nine o sırada 80’li yaşlarında, çarşaflı ve bütün mahallede CHP’lilerden şikâyet eden, onlara karşı protestoda bulunan bir kadındı. Çocuklara Kur’an öğretiyordu gizli gizli. Fakat mahalledeki mikrop CHP’liler onu ihbar ediyor ve defalarca kadını jandarmalar, askerler alıp götürüyorlardı karakola. Hatta ben birisinde kendi gözümle gördüm. Davutkadı’ya çıkan sokakta oturuyordu. Süngülü iki asker onu almışlar, karakola götürüyorlardı sorguya. O iki askerin arasında böyle nokta gibi küçük bir kadın… Karakolda sorguya çekiyor komiser, “Niye böyle böyle yapıyorsun?” diye. O da demiş ki: “Ben buradan çıkacağım, gene Kur’an okutacağım. Assanız da, dövseniz de okutacağım! Beni asın madem!” deyince “Bu deli” diye bırakıyorlar kadını. Ondan sonra da adı “Deli Rukiye”ye çıkıyor.” İmandaki salâbete bakar mısınız? Ezanlar Türkçeleşince camiler de boşalmaya başlıyor ve boşalan camiler depoya ahıra hatta saz evine çevriliyordu. “Erzurum’daki 60 camiden sadece 4’ü açıktı.” Takrir-i sükûn kanunuyla ezan da dahil herkes susmuş millet korkudan üzüntüsünü içine akıtır olmuştu. Çeşminaz Bolat anlatıyor: “Jandarmalar geldiğinde biz çocuklar korkumuzdan somyaların, sedirlerin altına saklanıyorduk.” Böylesine zorlu istibdat devri sonunda millet aradığı halâskârına ancak 1950’de Adnan Menderes’le kavuşacaktı. Mitinglerde aç biilaç halk, ekmek iş değil yalnız ve yalnız bir tek şey istiyordu “minaredeki yabancı”dan kurtulmak! Kararlıydı Başvekil, bu uğurda makamından ve hatta canından olmaya hazırdı. Ve başa geçer geçmez ilk icraatı Ezân-ı Muhammedî’yi özgürlüğüne kavuşturmak; “İsmet Paşa ezanı”ndan kurtarıp Üstat Necip Fazıl’ın deyişiyle “Rab’ca” okunmasını sağlamak oldu. 16 Haziran. O sürur gününü anlatan teşbihlerin en güzeli Kâmil Uğurlu’dan: “Dolan, sıkışan ve istiabını aşan bir barajın suyunu, bendi yıkarak salıvermek gibi bir şey oldu.” O gün öyle bir mucizeydi ki rahmetli Rasim Özdenören’in ninesi bir yandan ağlıyor, bir yandan da: ‘Acaba harp mi çıktı, acaba kıyamet mi koptu?’ diyordu”
“Bu defa sevinçten ağlayan, bağıran, yatan, yıkılan insanlar yanıyor, Saathane meydanı yırtılıyordu”.. Anlayacağınız gözyaşlarıyla okuyacağınız bir devir sunuluyor sizlere, capcanlı.. Elinizden ve dahi dilinizden düşüremeyeceğiniz Cemal Tunca Hoca’nın anlattığı gibi bazısı başlı başına bir kitap olan, Mehmet Kırkıncı, Kadir Mısıroğlu, Süleyman Uludağ, Fatih Adıyaman ve daha nicesi ile her kesimden şahitlerin olduğu, Mustafa Kara’nın enfes makalesiyle hitama eren bir harman yeri burası.
Ve fakir de bu muhteşem eserin çalışma ekibine dahil olduğu için bahtiyardır.. Kıymetli Mustafa Armağan bize kendisine emanet edilenleri emanet ediyor sevgili okur. O vazifesini yaptı; lakin şimdi sıra bizde Minaredeki Yabancı’ya geç kalmayalım, bu sesi herkese duyurmak için bir an evvel okutup okutturalım.. Yazar Adı: Mustafa Armağan
Kitap Adı: Minaredeki Yabancı, İşaret Yayınları, İstanbul, 1. Baskı 2024, ss. 336

Leave A Reply

Your email address will not be published.

File not found.