Anadolu’dan önce Türk yurdu olmuş coğrafya: Kerkük, Musul ve Erbil
Tarihin geniş penceresinden Türk tarihine bakıldığında Türk kavminin tüm unsurlarıyla çok derin bir iz bıraktığı hemen göze çarpar. Tarihin tabii bir tecellisi olarak inişli çıkışlı bir seyir takip eder. Bu izler Eski Dünya’nın bilinen coğrafi sahalarında karşımıza çıkar. Türkler hayat tarzı itibariyle hareketli bir millet olduklarından tarihî süreç içinde farklı zamanlarda muhtelif sebeplere bağlı olarak ana yurtları olan Türkistan’dan çıkarak Karadeniz’in kuzeyi, İran, Irak, Hindistan, Anadolu ve Balkanlara hareket etmişlerdi. Bu göçler ile birlikte gittikleri yerleri şenlendirerek oraların Türk kimliği kazanmalarını sağlamışlardı. Özellikle 16. yüzyıl, bu özelliğin en belirgin olduğu zaman dilimiydi. Ancak zaman içinde gelişen olaylar özellikle 19. yüzyıla gelindiğinde manzarayı tamamen değiştirdi. Bu yüzyılda Türk ve İslam dünyasını oluşturan devlet ve milletlerin, yegâne gayesi esir olmamak, yıkılmamak, varlığını devam ettirmekti.
Osmanlı Devleti dışında tam manasıyla müstakil bir Türk ve İslam devleti kalmamıştı. Özellikle Asya’daki manzara çok vahimdi. İran, Afganistan 1813 ve 1826’da İngiltere ve Rusya arasında yapılan anlaşmalarla paylaşılmıştı. Türkistan coğrafyasında ise hanlıklar, Çarlık Rusya tarafından işgal edilmişti. 20. yüzyılın başına gelindiğinde ise Batı Türklüğünü temsil eden ve hamisi olan Osmanlı da parçalandı. Avrupa’daki varlığının dışında Avrupa merkezli anlayışın dayattığı ve kabul ettirdiği bir kavram olan Orta Doğu’daki varlığını da kaybettirdi. Bu kayıpların en acı tarafı maddi kayıplarının dışında insanlığın yüz karası sayılan facia ve katliamlarla neticelenen beşerî kayıplardı. Bu kayıpların önüne geçebilmek için Tanzimat, Islahat ve Meşrutiyet gibi hamle ve teşebbüsler beklenilen neticeyi sağlamamış, çok çetin şartlar yürütülen millî mücadele neticesinde Cumhuriyet’e erişildi. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda etkili olan tarihî metinlerden bir olan Misak-ı Milli kararları ile kabul edilen hâkimiyet hakkı ile ilgili hususlar ertelenmişti.
Misak-ı Millî ve Musul bölgesi
Misak-ı Millî kararları ise şöyleydi: “Madde 1- Osmanlı Devleti’nin, özellikle Arap çoğunluğunun yerleşmiş olduğu, 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalandığı sırada düşman ordularının işgali altında kalan kesimlerin (Hatay ve Musul bölgesi Türk egemenliği altında) geleceğini, halklarının serbestçe açıklayacakları oy uyarınca belirlenecektir. Din, soy ve amaç birliği bakımından birbirine bağlı olan, karşılıklı saygı ve özveri duyguları besleyen, soy ve toplum ilişkileri ile çevrelerinin koşullarına saygılı Osmanlı İslam çoğunluğunun yerleşmiş bulunduğu kesimlerin tümü; ister bir eylem ister bir hükümle olsun hiç bir nedenle birbirinden ayrılamayacak olan ulusal sınırlar içindeki Türk vatanı bir bütündür ve kesinlikle parçalanamaz.”
Bugün daha ziyade Kuzey Irak olarak adlandırıldığımız bu yerler, Anadolu’dan önce Türk yurdu olmuş bir coğrafyadır. Bu yüzden adı her ne kadar “Irak” ise de bize o kadar ırak (uzak) değil. Tarihe kısaca baktığımızda Tuğrul Bey’in Abbâsî halifesinin talebiyle 1055’te Bağdat’a girmesi ile Selçuklu hâkimiyeti, Türk hanedanı ve Musul atabegleri Zengiler, İlhanlılar, Celayirliler, Karakoyunlu, Akkoyunlu, Safevi ve nihayet Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı hâkimiyetinin bitişine kadar 1000 yılı aşkın Türk hâkimiyetinde kalan bir bölgeden bahsediyoruz. Türklerin Irak’ta konuşlandığı, önem atfettiği şehirlerin başında hiç şüphesiz Kerkük, Musul ve Erbil gelir. Bu diğer Türkmen şehirlerinin önemsiz olduğu şeklinde anlaşılmamalıdır. Bu mezkûr şehirlerin, deyim yerindeyse, Irak Türklüğünün birer nişanı olarak diğerlerinin üzerinde parlayan yıldızları hâline geldiğini söyleyebiliriz.
Bir Mezopotamya kenti: Kerkük
Antik Mezopotamya’nın hudutlarına dâhil olan Kerkük, günümüzde Irak’ın kuzeyinde yer alan bir şehirdir. Kerkük, tarihi boyunca Akad, Hurri, Asur, İskender, Sasani, Emevi ve Abbasi devletlerinin bir parçası olduktan sonra Türklerin Orta Doğu’ya gelmesiyle birlikte bir Türk şehri olarak yükselmişti. Tarihî açıdan oldukça köklü bir geçmişe sahip olan bu şehir, Selçukluların batı harekâtı neticesinde onların idaresi altına girdi. Doğudan gelen göçlerle bölgede artan Türk nüfusun etkisiyle demografik yapı değişti. Böylece bölgede kesif bir Türkmen faaliyeti görülmeye başladı.
Kerkük, Selçuklulardan sonra Moğolların idaresine girdi. İlhanlı Devleti’nin inkırazını müteakip bölgedeki hanedanların kavgalarının merkezinde kalmıştı. Yavuz Sultan Selim zamanında ise Osmanlı Devleti’nin hudutlarına dâhil oldu. Osmanlılar zamanında şehir eski kıymetini devam ettirdi. Hatta burası İran’daki Safevi Devleti ile yapılan savaşlarda da kendisini gösterdi. Şehir, iki devlet arasında sıklıkla savaşlara ve el değiştirmelere maruz kaldı. Bu dönemde burada siyasi bir istikrarın olmadığı göze çarpıyor.
İlerleyen zamanlarda Osmanlı Devleti’nin inkırazı sonrasında ise Kerkük şehri, İngilizlerin kontrolüne girmiştir. İngilizler Ortadoğu halklarının kaderini tayin etmeye çalıştıkları gibi Irak Türkmenlerini işin içerisine dahil etmişlerdir. Kerkük, İngiliz mandası altındaki Irak idaresine bırakılmıştır.
Asur ve Babil’in incisi Musul
Eski Mezopotamya uygarlıkları olan Asur ve Babil toplumlarının önemli şehirlerinden birisi olan Musul, Pers ve İskender’in hâkimiyet dönemlerinden sonra Müslümanların idaresi altına girmişti. Abbasiler ve Tolunoğulları arasındaki rekabette Musul, Abbasilerin elinde kaldı. Ardından Selçukluların İslam topraklarında liderliği ele alması ile birlikte Musul’da da Türk etkisi kendisini göstermeye başladı. Büyük Selçuklu, Irak Selçukluları Erbil Atabegliği, Karakoyunlular tarafından idare edilen Musul, Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı Devleti’nin idare sahasının bir parçası hâline geldi. Yine bu dönemden itibaren Irak coğrafyasındaki diğer şehirlerde olduğu gibi Musul da Osmanlı-Safevi savaşlarından etkilendi. Özellikle Safevi tarafında Musullu oymakların bulunması da bu durumu netameli kıldı. Cihan Harbi’nden sonra ise Musul, İngilizlerin kontrolüne bırakıldı.
Köklü geçmişiyle Erbil
Irak’ın kuzeyinde meskûn bulunan Erbil şehri, Türkmen nüfusunun yoğun olduğu kentlerden birisi. Kerkük ve Musul şehirleri gibi Asur ve Babil zamanlarına kadar uzanan köklü bir geçmişi var. Selçuklularla birlikte Türk hâkimiyetine giren şehir, Irak Selçukluları ve Erbil Atabegliği’nin yönetimindeydi. Bir müddet Moğol idaresinde kalan şehir, sonraki yıllar boyunca çalkantılı bir siyasi tarihe sahip olmuştu. Nadir Şah Afşar zamanında Erbil, ne yazık ki yaşanan çatışma ortamında tahrip oldu. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlı Devleti’ne bağlanan bu şehir, Osmanlıların inkırazına kadar bu devlete bağlı kaldı. Cihan Harbi’nden sonra şehir, İngilizlerin ve ardından onların piyonu olan Irak Haşimi Devleti’nin kontrolüne geçti.
Kerkük, Musul ve Erbil’in önemi
Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesi ve bu savaştan mağlup ayrılması ile birlikte devletin Orta Doğu toprakları İngilizler ve Fransızlar arasında taksim edildi. Irak, bu taksimata göre İngilizlere bırakıldı. İngilizlerin Irak’ı istemesinin arka planında Irak’ta bulunan petrol kaynakları yer alıyordu. Petrol çağında böylesine zengin bir kaynağı ellerinde bulundurmak ve onu kullanmak, İngilizler açısından oldukça mühimdi. Bu sebeple Türkmen nüfusa sahip, petrol rezervlerinin zengin olduğu bu şehirler, İngilizlerin kontrolüne geçmişti. Bu kontrolü de doğrudan değil, Irak Haşimi Devleti aracılığı ile sağlamıştı.
Bin yıldan fazla bir süre boyunca Türk hâkimiyeti altında varlığını devam ettiren bu şehirler üzerinde dün olduğu gibi bugün de farklı emeller hayata geçirilmek isteniyor. Küresel güçlerin emperyal politikalarının bir parçasını teşkil eden bu topraklardan Türklüğün atılması hedefleniyor. Misak-ı Millî’de Kerkük ve Musul’a atıf yapıldığı biliniyor. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de bu konuya ehemmiyet verdiği görülüyor. Musul sorununun çözüme kavuşmaması nedeniyle Atatürk’ün savaş pozisyonu aldığı da biliniyor. Dolayısıyla Misak-ı Millî’nin bir parçası kabul edilen Musul ve Kerkük, Türk milleti ve devleti için bir odak noktası hâline gelmelidir.
Irak’taki petrollerin önemli bir kısmı Kerkük ve Musul havalisinde yer alıyor. Bundan dolayı bu şehirler ve bu şehirde yaşayan Türkmenler, küresel güçlerin doğrudan hedefi hâline geliyor. Geçtiğimiz günlerde Kerkük’te gerçekleştirilen seçimlere hariçten nüfus taşınarak burasının Türk olmadığını göstermek arzusu ile karşı karşıya kalmıştık. Küresel güçlerin planları, bölge ahalisinin ve Türkmen siyasetçilerin çabası neticesinde karşılık bulamadı ve hayata geçirilemedi.
Siyasi, ekonomik, coğrafik ve jeostratejik olarak oldukça kıymetli olan bu şehirlere sahip çıkmak Türk dünyasının ortak meselesidir. Türk milleti için çalışan uluslararası organizasyonların bu minvalde çalışmalar takip etmesi, bu şehirlerin Türk kalmasını sağlayacaktır. Bu yönlü bir uğraş, buralarının Türk dünyasının önemli bir parçası olduğunu hem Irak Türklüğüne hem de küresel güçlere gösterecektir.
Bu coğrafyanın maruz kaldığı çatışmaları ve bunun sebeplerini edebî bir üslupla 1891-1967 yılları arasında Kerkük’te yaşamış şair Mehmet Sadık’ın “Ey Kerkük” adlı şiirinde müşahede edebiliyoruz:
“Yazık ağyar elinde şimdi nazik güllerin kalmış,
Değerken her gülü bin ravza-i rıdvana ey Kerkük!
Yazık ağyara teslim oldu en kıymetli emlâkin,
Alınmışken onun her taşı yüz bin cana ey Kerkük.
Senin yâdın gelince gönlüme hasretle can titrer,
Çıkar eflâke feryadım döner nirâna ey Kerkük!
Melâhatte benim gözümde sen bir Yûsuf olmuşsun,
Gam-ı aşkınla döndüm Yakûb-ı Kenân’a ey Kerkük!
Göreydim ölmeden evvel seni ben eski hâlinde,
Olurdum şem’-i hüsnün üzre bir pervâne ey Kerkük!
Ki ben Türkoğlu Türküm, Türk için terk-i hayat etsem,
Değer bence bu ölmek ömr-i câvidâne ey Kerkük!
Perişan, hâne-viran, derbeder, mahzun iken Sâdık,
Yemin etmiş gelir bir gün sana kurbâna ey Kerkük!”