Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’den 20 bin öğretmen ataması açıklaması
“BİLGİYE ÇOK RAHAT ERİŞİLEBİLEN BİR DÖNEM YAŞIYORUZ”
Peki nereye evriliyor dünya, ona bakmak lazım. Evrildiği yer şurası; Belki 1970’li, 1980’li yıllar, bizim öğrenci olduğumuz yıllar açısından baktığımızda, eğitim-öğretim süreçleri daha çok çocuklarımızın, bilgi edinme kaynakları sınırlı olduğu için, onlara bilgi vermek, bilgi kazandırmak üzerine kurgulanmış. Fakat bilhassa dijital, gelişmelerin hayatımıza kattığı kolaylıklar da göz önünde bulunduğunda, çocuklarımızın, gençlerimizin bilgiye erişimde, artık çok daha rahat oldukları, çok rahat bir şekilde bilgiye erişebildikleri bir dönem yaşıyoruz. Hal böyle olunca, çocuklarımız okuldaki eğitim-öğretimi, bir anlamda işlevsiz gibi görmeye başladılar. Çünkü çok rahat bir şekilde bilgiye erişebiliyorlar. Erişebildikleri bilgi belki bizim 180 iş gününe yaydığımız bir bilgiyi, onlar çok kısa bir çabayla, elektronik ortamda, internet ortamında erişebiliyorlar. Dünyadaki eğitimle ilgili bu tür gelişmeleri takip ettiğimizde de şunu görüyoruz. Artık eğitim, çocuklarımızın, bilgiye erişmekten ziyade, erişebildikleri bilgiyi beceriye dönüştürmeleri üzerine kurgulanmış. Biz kendi sistemimizi, buna uygun hale getirmezsek, biraz önce sizinle ilgili verdiğim örnekte olduğu gibi, muadillerimizle rekabette zorlanırız.
“HEMEN HEMEN HERKES YÜKSEKÖĞRETİME ERİŞMEYE BAŞLADI”
Dünyanın tamamında artık, eğitime erişim de daha rahat. Dünyadaki istatistiklere baktığımızda belki bundan 40 yıl önce, orta öğretime yani liseye erişimde dünyadaki istatistikler rakamlar çok düşük iken, şimdi yükseköğretime erişimde, dahi çok arttı sayılar. Yani çocuklarımızın bir anlamda zorunlu eğitim için geçirdikleri süre aslında, Türkiye için söylüyorum, yaklaşık 16 yıl oldu. Artık hemen hemen herkes yükseköğretime erişmeye başladı. Dolayısıyla bizim çocuklarımıza kazandırdığımız şeylerin, vermeye çalıştığımız eğitim öğretimin de bir kısmını doğal olarak yükseköğretim lisans ve ön lisans programlarına doğru yönlendirmemiz lazım. Bu dünyada da böyle yürüyor. Yani, şunu yapıyor dünyadaki muadillerimiz; Zorunlu eğitim çağında, yani ilkokul, ortaokul ve lisede verilen eğitimin içeriğini biraz daha daha ilerleyen yıllardaki eğitim-öğretim sürecine bırakarak buraları hafifletiyorlar. Biz bu anlamda da, dünya örnekleriyle karşılaştırdığımızda, bu revizyonları da yapmıştık.
“PROGRAMIMIZIN MANTIĞINI, KAZANIMDAN BECERİYE DOĞRU DÖNÜŞTÜRDÜK”
Şu an Türkiye Yüzyılı Maarif Modeliyle yaptığımız şey, bilgiyi çocuklarımıza kazandırmaktan ziyade, elde ettikleri bilgiyi beceriye dönüştürmek ve mümkün olduğunca da, temel eğitim ve orta öğretim çağındaki bilgileri, daha ilerleyen eğitim aşamalarında almaları gereken bilgileri sonraya bırakmak, dolayısıyla müfredatı hafifletmek. İki tane önemli şey yapmış oluyoruz. Bir programımızın mantığını, kazanımdan beceriye doğru dönüştürdük. İkincisi de içerik olarak da, yaklaşık yüzde 35 oranında bütün, müfredatımızda bir sadeleşme yapmış olduk. Sadeleşmeden anlatılması gereken şey şu; Şu konuyu programdan çıkarmışlar. Biz o konuyu bilimsel olduğu ya da olmadığı gibi bir tartışmayla çıkarmıyoruz. Çocuklarımızın bu bilgiyi, daha ilerleyen eğitim-öğretim süreçlerinde almalarının doğru olacağını düşündüğümüz için, oraya doğru kaydırmış oluyoruz. Bu yanlış anlaşılmanın önüne geçmek için bu açıklamayı yaptım. Biz şu anda müfredatlarımızı, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeliyle, bu iki açıdan, dünya örnekleriyle eşit hale, getirmiş olduk.
“BİZİ MİLLET YAPAN DEĞERLERİ PROGRAMLARIMIZIN İÇİNE YERLEŞTİRMEYE ÇALIŞTIK”
Müfredatımıza yerleştirdiğimiz değerlere, Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşı, bu ülkenin vatandaşı, bu milletin bir ferdiyim ve bu ülkenin bir ferdi olmaktan gurur duyuyorum diyen hiç kimsenin itiraz etmemesi gereken, edemeyeceği şeyleri; adalet gibi, merhamet gibi, vatanseverlik gibi, temel hak ve hürriyetler gibi değerleri buraya yerleştirdik. Dolayısıyla bu anlamda modele yönelik eleştirileri yapan kişileri de anlamakta gerçekten zorlanıyorum. Bir taraftan dünya örnekleriyle uyumlu hale getirmeye çalıştık, bir taraftan da bizi millet yapan değerleri programlarımızın içine yerleştirmeye çalıştık. Bundan, bu ülkenin vatandaşıyım diyebilen, bundan gurur duyan, ben bu milletin bir parçasıyım demekten gocunmayan bir kişinin neden rahatsız olacağını, niye itiraz edeceğini gerçekten anlamakta zorlanıyorum.
“MÜFREDAT HER KADEMENİN İLK SINIFINDA HAYATA GEÇİYOR”
Programlarımız yani müfredat kademeli bir biçimde hayata geçirilecek. Bugün itibarıyla okullarımızda her kademenin ilk sınıfında hayata geçiyor. Yani okul öncesinde, birinci sınıfta, ortaokulların ilk sınıfı olan beşinci sınıflarda, ortaöğretimlerin ilk sınıfları olan dokuzuncu sınıflarda Türkiye 100. Yılı Maarif Modeli hayata geçecek. Bir de bazı ortaöğretim kurumlarında yani liselerimizde hazırlık sınıfı var. Hazırlık sınıfı uygulayan okullarımızda da model hayata geçmiş olacak inşallah. İnşallah dediğimiz, beklediğimiz, amaçladığımız şekilde dünya örnekleriyle rekabet edebilen, dünya örnekleriyle uyumlu ve bizim ülkemizin milletimizin temel referans değerlerini çocuklarımızda kazandırmak konusunda başarılı güzel bir model olur.
“TOPLUMSAL ROLLERİMİZİ YERİNE GETİRMEK İÇİN ÇABA SARF EDELİM”
Şu anda toplumsal olarak hani sosyolojide kullandığımız toplumsal roller diye bir kavram var. Hepimizin bir toplumsal rolü var, bir işlevi var. Bir şey yapıyoruz. Öğretmenlerimizden ne bekliyoruz? Önce bir bu sorunun cevabını verelim. Öğretmenden şu anda toplumda beklentilerimiz; bir, öğretmenlik yapsın. İki, bir anne baba olarak işimiz yoğun, eve geç geliyoruz, işimizle ilgileniyoruz. Öğretmenlerden şunu da bekliyoruz. Çocuklarımıza hem annelik yapsınlar, babalık yapsınlar. Kardeşi yoksa bir de abilik, ablalık yapsınlar. Yani öğretmen arkadaşımıza toplumsal anlamda altından kalkmakta zorlanabileceğimiz çok fazla toplumsal rolü öğretmenlere yüklüyoruz. Bu yıl yapmak istediğimiz şey şu; Hepimiz toplumsal rollerimizi yapmak için çaba sarf edelim.
Biz şimdi velilerimize, ebeveynlerimize diyoruz ki hepimiz kendi işimizi yapalım. Bırakalım öğretmen arkadaşlarımız öğretmenlik yapsınlar. Biz de anne baba olarak üstümüze düşeni yapalım. Dolayısıyla bu minvalde eğitim öğretim sürecindeki toplumsal rollerimizi sağlıklı oynarsak eğer, eğitim sistemimiz başarılı olur, öğretmenlerimiz başarılı olur. Biz de ebeveyn olarak başarılı bir ebeveynlik yapmış oluruz, diye düşündüğümüz için bu anlamda bir dizi proje hayata geçirdik. Velivizyon adıyla bir platform oluşturduk. Bu platformda yıl içerisinde, bu anlamda, attığımız adımlar, yaptığımız projelerle ilgili paylaşımlarımız olacak. 27 bölümlük mini bir dizi çektik. “Ailem” ismiyle tamamen bu bahsettiğim, toplumsal rolleri doğru yapmamız üzerine kurgulanmış bir dizi. Onu, bu platforma koyduk. 2024-2025 eğitim öğretim yılında üzerinde duracağımız üç konudan bir tanesi de bu. Yani Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’yle beraber, ailelerin bu sürece biraz daha etkin bir biçimde dahil olmaları, etkin ama doğru bir biçimde.
“MESLEK LİSELERİNE KARŞI ÖNYARGIYI KIRACAK ADIMLAR ATILDI”
Türkiye’de mesleki ve teknik eğitim aslında 28 Şubat sürecine kadar gayet sağlıklı yürümekteydi. 28 Şubat’ında siyasete ve siyasal karar alma mekanizmalarına, anti demokratik bir müdahale süreci yaşayınca, o sürecin devamında da işte katsayı uygulamasıyla beraber meslek liseleri de boşaltıldı. İmajları ve algıları bundan negatif etkilendi ve toplumda meslek liselerine karşı bir önyargı ortaya çıkmaya başladı. Bu önyargı, Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla özellikle 2010’lu yıllardan itibaren önyargıyı kırabilecek adımlar atıldı. Mesela 2014 yılında “proje okul” diye bir kavram literatüre kazandırdık. Yapmak istediğimiz şey buydu, başlıklardan bir tanesi buydu. Arkadaşlarımız sahayı karış karış dolaştılar, bütün illerimizi. Meslek örgütleriyle, meslek birlikleriyle, ticaret odaları, sanayi odalarıyla, iş çevreleriyle oturdular ve hangi tür mesleklerde, nitelikli eleman ihtiyacı temininde güçlük çektiklerine dair adımlar atıldı. Sorunlar tespit edildi. Ve birkaç tane önemli uygulama hayata geçirildi.
“HARÇLIK VERME UYGULAMASINI BAŞLATTIK”
Bunlardan bir tanesi meslek liselerimiz proje okul formatında tematik hale getirildi ve bu tematik hale getirilmesi sürecinde programların yani mesleki müfredatın özellikle meslekle ilgili yani nitelik kazandırmaya çalıştığımız meslekleri hangisiyse onunla ilgili programlarını ve eğitimleri verme konusunda ilgili meslek örgütleriyle bir araya gelmiş olduk. Yani ayakkabıcılık meslek lisesi açıyorsak, Ayakkabıcılar Odası’yla oturduk. Programını ve eğitim öğretim sürecini onlarla birlikte yürüttük, proje okul formatı içerisinde. Bu çok önemli bir adımdı. Sonra sektör bize dedi ki; “Bu çocuklar, işletmelerde işbaşı eğitimlerine geldikleri zaman, staj için bize geldikleri zaman, bu çocuklarımızın ücretlerini ödemekte, bu çocuklara bir harçlık vermekte zorlanıyoruz”, staj ücreti. O tarihte bir değişiklik daha yaptık. Çocuklarımızın, yani meslek liselerindeki öğrencilerimizin, iş yerlerinde staj için gittiklerinde asgari ücretin yüzde 30’u ve yüzde 50’si oranında çocuklarımıza harçlık verme uygulamasını başlattık. Yani işletmeye ilave bir maliyet getirmeden çocuklarımızın iş başı eğitimlerini, sağlıklı hale getirecek bir tedbir daha aldık. Bu da çok önemli bir devrimdi.
Sonra şöyle bir durumla karşı karşıya kalındı; çocuklarımızın bu esnada, herhangi bir sosyal sigortası yoksa, iş yerinde yaptığı meslekle ilgili bir sağlık problemi yaşarsa, bunu nasıl gidereceğiz sorusu sektörden geldi. Bu kez onu da düzelttik 2016 yılında. Ve çocuklarımızı, oraya giden çocuklarımızı, iş kazaları ve meslek hastalıklarına karşı sigortalı hale getirdik. Bunu da yine sektörle beraber yaptık. Bir başka adımımız, MESEM’ler, yani eski çıraklık eğitim merkezleri. 12 yıllık zorunlu eğitim olduktan sonra orada bir eleştiri noktası ortaya çıkmıştı. MESEM diye bir kavram ürettik. Ve çocuklarımızın özellikle mesleki eğitime eğilimli çocuklarımızın mesleki eğitimde geçirdikleri süreyi zorunlu eğitime sayabilecek bir düzenleme daha hayata geçirmiş olduk. Bu nitelikli eleman ihtiyacını duyan sektörle oturup, beraberce kararlaştırdığımız şeylerdi.
“MESLEK LİSELERİNDEKİ ÖĞRENCİLERİMİZİN ORANI ARTTI”
Şimdi geldiğimiz noktada, bu bahsettiğim genel çerçevenin içerisinde yine sektörün talepleri, çocuklarımızın daha nitelikli eğitim alması açısından, gençlerimizin daha nitelikli eğitim alması açısından alınması gereken bazı tedbirler daha ortaya çıktı. Geçtiğimiz yaz aylarında, bunların bir kısmını hayata geçirdik ve onu hayata geçirdiğimiz tedbirler neticesinde bu yıl meslek liselerindeki, yeni kayıtlı öğrencilerimizin oranı, bir önceki yıla göre yüzde 15’e yakın arttı. Bu önemliydi. Şimdi bu yıl, bir de 10 Ağustos tarihi itibarıyla yine çok uzun toplantılar neticesinde, ne tür tedbirler alınması gerekir diye, tartıştık ve bir metin ortaya çıktı. O metin de 10 Ağustos tarihi itibarıyla Sayın Cumhurbaşkanımızın imzasıyla, Resmi Gazete’de yayınlandı ve yürürlüğe girdi. Orada yeni tedbirleri de hayata geçirmiş olacağız.
“ZANAAT ATÖLYELERİ OLUŞTURDUK”
Mottomuz; “Her insanın bir mesleği olmalı.” Yani çocuklarımıza hem bir meslek olarak hem de bir hobi olarak yapabilecekleri bir mesleki yetenek kazandırabilir miyiz? Bu mantıktan hareketle, bu yıl, ortaokullarda 7. ve 8. sınıflarda zanaat atölyeleri oluşturduk. İsteğe bağlı olarak çocuklarımız, isterlerse eğer kendi okullarında açtığımız herhangi bir mesleğe, hazırlık statüsündeki zanaat atölyelerinde, bu kurslara devam edebilecekler. Sonra, bu yıl yine meslek liselerinin bünyesinde, ortaokullar açmaya başlıyoruz. Bir de yine sektörle yaptığımız toplantılar neticesinde, yeni okul, mesleki ve teknik anadolu liseleri bünyesinde, yeni okul türleri, bölge meslek okulları, sektöre entegre okul, sektör içi okul ve benzeri isimlerle yeni okul türleri hayata geçiriyoruz. Bu yıl 3 tane ana konumuz var 2024-2025 eğitim öğretim yılı için. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’nin hayata geçirilmesi, mesleki ve teknik Anadolu liselerimizin ya da mesleki eğitimin yaygınlaştırılması ve daha nitelikli hale getirilmesi, bir de ailelerimizin, biraz daha fazla eğitim öğretim süreçlerinin içerisinde kendi toplumsal rollerini doğru oynayabilecekleri bir mekanizmanın kurgulanması.