Mustafa İslamoğlu’nun feleği şaşacak! Bunu çoktan hak etmişti
Milat gazetesi yazarı Ahmet Ay, Mustafa İslamoğlu’nun çelişkililerini gözler önüne serdi. İslamoğlu’nun Atatürk ve İslamî değerler hakkında desteksiz övgülerde bulunduğunu ifade eden Ay, bu yaklaşımların samimiyetsiz ve tutarsız olduğunu kaydetti. Ay, İslamoğlu’nun “mahalle” değerlerine olan bakış açısındaki değişimin altında psikolojik bir zorlama olduğunu düşündüğünü vurguladı. İşte Ahmet Ay’ın dikkat çeken yazısı: “2-3 yıl önce yazmıştım; çok eskiden büyük âlim ve mütefekkir Şeyhu’l Ekber olarak nam salmış Muhiddin İbnu’l Arabi için hakaretamiz ve çok sert sözlerim oluyordu. İslam dünyası onun için Kurucu Âlim, en büyük şeyh anlamında “Şeyhu’l Ekber” derken ben ona -hâşa- Şeyhu’l Ekfer (en kâfir lider) diyordum. Yanlış okumalarımdan dolayı bu değerli şahsiyete, dini düşüncenin en parlak yıldızı için bu hadsiz ve haksız hakaretlerde bulunuyordum.
Sonraki yıllarda İbn Arabi’yi kendi eserlerinden tanımaya başladım ve tanıdıkça ona derin muhabbet ve hürmet duydum. Öyle ki yıllardır eserleri üzerinde okumalarım devam ediyor. Tabi ki bu mümtaz şahsiyeti kötülediğim ortamlarda bu sefer geçmişte düştüğüm hataların sebeplerini de dile getirerek İbn Arabi’nin İslam Metafiziği alanındaki öncü rolünü anlattım.
İnsanlar kimi düşünce ve şahsiyetlere karşı olabilir.
İnsanlar kimi liderleri beğenmeyebilir, sevmeyebilir.
İnsanlar herhangi bir konuda öncülük edenleri eleştirebilir… bilahare bu konularda yanlış yaptığını fark edebilir.
Demem o ki insan yanılabilir, yanlışa düşebilir ama insanın hatasını fark ettikten sonra bu hatadan dönmesi erdemdir.
Uzattım, biliyorum.
Ama ne yapalım, hata sahibi (eskiden de olsa) bizim olunca biraz dolaylamak zorunda kalıyoruz.
Kimmiş bizden olan? Ne yapmış “eskiden bizimki?”
Malum, bilhassa 2016 FETÖ darbesinden sonra Mustafa İslamoğlu’nun üst üste çıkışları oldu. Bu çıkışları tolere edilemez boyuttaydı. Önce -mealen- cemaatlerin tümünü FETÖ tiynetli ilan etti, akabinde İmam Hatip ve İlahiyatların müfredatını DAİŞ’e bağladı. Hz. Hatice validemize karşı edebe muğayyir yakıştırmada bulundu. Allah Subhanehu Teâla’nın anılması ile birlikte “Celle celaluhu” demenin gereksizliğini karikatürize ederek savundu. Resul-i Ekrem (sav) anıldığında salavat getirmenin yanlışlığını yine tiyatral edayla iddia etti, Kur’an-ı Mubin’deki bir ayet-i celilede geçen “hadis/söz”ü alıp Resul-i Ekrem’in (sav) hadislerine uyarladı…
Velhasıl “İslamcılıktan istifa etti”ğini ilan eden Mustafa İslamoğlu anlaşılmaz bir şekilde “mahallemizde” ne varsa yıkmaya çalıştı. Evet, kendisine asla tavsip etmediğimiz ağır hakaretler yapılmadı değil ancak hiçbir gerekçe İslamoğlu’nu “mahallemizde”ki bütün değerleri yıkmaya sevk etmeye yeterli değildi.
Sonra Mustafa Bey Atatürk güzellemeleri ile gündemi işgal etti.
Olabilir, İslamoğlu daha önce Atatürk hakkında iyi düşünmemiş olsa da sonradan Atatürk okumaları yaparak onu daha yakından tanıma fırsatı bulup beğenmiş olabilir. Bunu hiçbir çekince duymadan anlatabilir de ama Mustafa Bey öyle yapmıyor. Geçmişte diğer konularda yaptığı gibi bu konuda da desteksiz övgülerle laikçi, Kemalist, solcu mahallelere el sallıyor.
Mesela,
Mustafa Hoca geçtiğimiz 10 Kasım günü Atatürk’ün 86. Ölüm yıldönümü dolayısıyla bir açıklamada bulunmuş. Kendisini dinlemeye gelen sevenlerine Atatürk güzellemesinde bulundu. Dedim ya, olabilir. Bunu asla yadırgamıyorum. Atatürk’ü seven on milyonlarca insanımız var. Hiç kimse kimseyi sevdiklerinden dolayı kınayamaz, sevmedikleriyle de. Burada tuhaf olan durum şudur: bugüne kadar ciddiye alınacak hiçbir tarihçinin, hiçbir sosyoloğun, hiçbir siyaset bilimcinin, hiçbir askerin, hiçbir baytarın dile getirmediği iddialarla Atatürk’ü övmesiydi.
Mesela Atatürk için “Büyük Komutan” ya da “Dahi siyasetçi” deseydi,
Türkiye’yi muasır medeniyete… diye başlayan cümleler kursaydı,
“İstikbal göklerdedir” vs deseydi ağzımı açmazdım lakin dedim ya ciddiyet sahibi hiç kimsenin iddia etmediği tuhaf ve buram buram riyakârlık kokan bir iddiada bulununca benim gibi aciz kullar ister istemez, “neler oluyor? Hayırdır?” demekten kendisini alamıyor.
Peki ne dedi de bu kadar yadırgadık İslamoğlu Hocayı?
Mustafa İslamoğlu 10 Kasım günü verdiği derste Atatürk’ün çocuk sahibi olmamasına gerekçe bulmuş(!) hem de çok önemli ve bugüne kadar kimsenin akıl etmediği hatta büyük tarihçi(!) büyük hukukçu(!) büyük siyasetçi(!) büyük sosyolog(!) Celal Şengör ile bir o kadar biliyorog Yekta Güngör Özden’in bile aklına gelmeyen bir gerekçe.
Mustafa İslamoğlu Atatürk’ün evlat sahibi olmamasını şöyle açıklamış:
Gazi’nin çocuğu niye olmadı hiç düşündünüz mü? Vücudunda birçok yara vardı, ama asıl on küsur yıl at sırtında olan birinin çocuğu olmazdı… diyerek Atatürk’ün çocuk sahibi olmamasını Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı sürecindeki yoğunluğuna bağlamış.
Tuhaf! Çok tuhaf değil mi?
Mustafa Bey gerçekten böyle mi düşünüyor?
Niyet okumayı doğru bulmuyorum ama tanıdığım Mustafa İslamoğlu bu kadar basit düşünmez. Mustafa İslamoğlu böyle bir akıl yürütmez, M. Mustafa Bey bu söylediğine inanan biri değil… ama asıl kabahat da inanmadığını söylemek değil mi?
M. İslamoğlu böyle çiğlik de yapmazdı ama yaptı.
Neden?
Onu ne zorladı?
Mustafa İslamoğlu’nu böyle konuşmaya zorlayan şeyin “sığınma psikolojisi” olduğunu vehmediyorum.
Bizden bulamadığı desteği ve itibarı Yaşar Nuri Öztürk gibi “suyun öbür tarafından” bekliyor, bulacak da. Dindara ta’n edenleri baş tacı eder “suyun öbür tarafı” ama bir süre. Kullanma tarihi geçince fötr şapka taktırıp kapının önüne koyarlar.
Ha, bir de dersine:
İnsanın yücelişinin sınırı var mı? sorusuyla başlamıştı İslamoğlu.
Onu bilmem ama insanın yücelirken düşüşü de olduğunu duymuştum. Allah Tebarek Teâla cümlemizi bundan da muhafaza eylesin.”