Mustafa Kemal’in askeri değil Türkiye’nin leşkeriyiz
Yeni Şafak gazetesi yazarı İsmail Kılıçarslan, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganını ve bu söylemin neden olduğu toplumsal sorunları ele aldı. Kılıçarslan, bu ifadenin kendisi ve ailesi üzerinde travmatik etkiler oluşturduğunu belirtti. Tarih boyunca bu terkibin dayatmacı ve ayrıştırıcı bir dil oluşturduğunu ifade eden Kılıçarslan, toplumsal barış için bu anlayışın değişmesi gerektiğini vurguladı. İsmail Kılıçarslan, bu slogan üzerinden yapılan siyasetin memleket için ciddi bir sorun teşkil ettiğini kaydetti. İşte Kılıçarslan’ın yazısı: ” “Bu ordu neden Mustafa Kemal’in ordusu olsun? Bu ordu milletin ordusudur, devletin ordusudur. Mustafa Kemal’e illa bir kült lider olarak bakmak zorunda değil kimse. Bir Osmanlı subayı olarak da bakabilir, bir insan olarak da bakabilir” diyen Aydın Ünal abiye katılmamak mümkün değil.
Konunun üzerine şuradan gideyim ben de.
“Mustafa Kemal’in askerleriyiz” terkibi, elbette bir politik terkiptir ve her politik terkip gibi kendisini ifade etmeye hakkı da vardır. Ve her politik terkip gibi terkibin kendisine itiraz edilme hakkı da vardır. Bu hakkımı saklı tutarak söylemek isterim ki “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” terkibi benim açımdan hayatımın en travmatik terkiplerinden biridir. Her duyduğumda tüylerim diken diken olur ve kendimi derhal bu terkibin karşısında konumlanmaya mecbur hissederim.
Bunun o kadar sebebi var ki benim açımdan, bir köşe yazısının sınırlarına sığması imkansız. Kısaca izah etmem gerekirse o zamanlar solcu olan babamı 1980 darbesinin ardından “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” terkibinde ifadesini bulan Kamalist zorbalık tutuklamaya kalktı. Yetmedi, ben rahmetli dedemle babaannemin 40’lı yıllarda köyde Kur’an öğrenmek için nasıl bir gizlilik düzeneği kurmak zorunda kaldıklarını, hangi zorlukları yaşadıklarını dinleyerek büyüdüm. Yetmedi, 80’li yılların ortalarında Ankara Eski Garajlar’da dini kitaplar sattığımız o küçücük kulübede “Mustafa Kemal’in askeriyiz” diyen Ulus Gazetesi muhabiri çekip yayınladı fotoğraflarımı. Ayıp, yanlış, kötü bir şey yapıyormuşum gibi verdi haberi. Yetmedi, “Mustafa Kemal’in askeri” olan ilkokul öğretmenimden cebimde üzeri Farsça yazılı bozuk para bulduğu için bir temiz dayak yedim. Yetmedi, 28 Şubat sürecinde yarım saat önce ayrıldığım öğrenci evi basılıp 10 kadar arkadaşım hiçbir suçlama olmaksızın gözaltına alındı ve 3 gün işkenceden geçirildi. Yetmedi, bir başka öğrenci evimizi biz yokken basıp af buyurun donlarımıza kadar arayıp gözdağı verdiler.
Bakınız sadece bireysel olarak “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyenlerin başıma neler getirdiklerini anlattım. Ötesini söylemedim. Ötesini söyleyecek olsam anlatacak şeyim o denli fazla ki. Bu “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyen yobazlar topluluğu insanların oy verdiği, seçtiği iktidarı (ki ben o zamanlar o iktidara oy vermeyen biriydim) Cumhuriyet mitingleriyle, e-muhtıra rezaletiyle, anayasa mahkemesi marifetiyle alaşağı etmeye çalıştı. Gezi’de kendilerine benzemeyen herkesi yok etme yeminleri etti.
Kamalistlere soracak değilim bu soruyu. Çünkü onlar dünyanın en yobaz kitlesi. Bilinen ve bulunan bir tedavileri de yok. Kalanlara sorayım. Bu durumda benim “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” terkibini her duyduğumda bu terkipten nefret etmemden daha doğal bir sonuç var mı?
Hal durum böyleyken… Memlekette sayıları imkanı yok yüzde otuzu bulmayacak “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” zorbalığı memleketin kalanına sürekli “düşman” diskuru çeker ve öyle davranırken disipliniyle maruf Türk ordusunda kılıçları çekip “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye böğüren teğmenlerin bizde neye, nasıl yol açtıklarını rahatlıkla tahmin edebilirsiniz değil mi?
Üçü konvansiyonel ve başarılı, birkaçı başarısız, ikisi post, biri de işbirliği içerisinde 10’a yakın darbe girişiminde bulunanların tamamının “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye bağıran kitleden müteşekkil olduğunu bile bile nasıl duralım yerimizde?
Daha doksanlarda ve iki binlerin başında oğlu şehit olan anaların, sevdiği vurulup düşen eşlerin başörtülü diye ordu evlerine, garnizonlara, birliklere alınmadığını da unutalım ve hepimize kılıç çeken bu ahmakları affedelim öyle mi?
Niye lan niye? Niye toplumsal barışı her seferinde isteyen taraf biz oluyoruz? Niye Özgür Özel “cami mami kapatmadık” yalanını savurduğunda, belgesiyle, bilgisiyle, ispatıyla ortada olan bu yalın gerçeği “öyle değilmiş ya” diye inkar etmemiz hep bizden bekleniyor? Niye Kamalist zorbalığı koruyan kanunlar rahatlıkla değiştirilebilecekken değişmesi teklif dahi edilemiyor? Niye memleketin bu yarasına, bu tansiyonuna herhangi bir ilaç bulunamıyor? Niye Mustafa Kemal’in askerleri kendilerini ağa, geri kalan herkesi maraba saymaya rahat rahat devam edebiliyorlar?
Ve niye bu müesses nizamı değiştirmesini umut ettiğimiz herkes bize sürekli “şimdi sırası değil” diyor? Ne zaman gelecek sıra? Türkiye bütün enerjisini kaybettikten sonra mı?”