Bugünün Çehov karakterleri miyiz? – Kültür Sanat Haberleri
KAYNAKBetül Memiş / Cnnturk.com“Sahnede beş oyuncu: Zamanı ve mekânı eğip bükebilen, karakterden karaktere süzülen oyunbazlar onlar ve hepimizin hayatındaki açmazlara ayna tutuyorlar. Bol ödüllü topluluk Tiyatro BeReZe, Çehov’un Martı’sından uyarladığı yeni yapımı “Martı mıyım?”da çağımızın radikal dönüşümlerinin gölgesinde geçmişi kutsama eğilimindeki bugünün Çehov karakterlerini sahneye taşıyor ve ‘Nasıl devam etmeli?’ sorusuna yeni anlatım biçimleriyle cevap arıyor.” 28. İstanbul Tiyatro Festivali’nde prömiyerini gerçekleştiren -bir Çehov uyarlaması olan- “Martı mıyım?” fonunun rengini ise “Hepimiz bir çatırdamanın eşiğindeki Çehov karakterleriyiz” diyerek veriyor. “Martı mıyım?”ı uyarlayan ve yöneten Elif Temuçin. Yine oyunun tanıtım metninin güzergâhında: “Martı mıyım?” beş başarılı oyuncunun omuzlarında yükseliyor. Yine Tiyatro BeReZe ve MishMash’ın kurucularından, üç kıtada sahneye çıktığı Türkçe, İngilizce, Almanca, İspanyolca ve Danca oyunlarla tam anlamıyla uluslararası bir kariyer sürdüren Erkan Uyanıksoy; Kavşak filmiyle 17. Altın Koza Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazanan Sezin Akbaşoğulları; Enayi ile 2017 Direklerarası Tiyatro Ödülleri’nde Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünü alan Sanem Öge; ödüllerine en son 2023’te Çember’in Anası ile Afife Tiyatro Ödülleri’nde Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu ve Savaş Dinçel Ödülleri’nde En İyi Erkek Oyuncu’yu ekleyen Tolga İskit; tiyatronun yanı sıra 2013’ten bu yana film ve dizi sektöründe oyuncu, yapımcı, yönetmen ve senarist olarak da çalışan üretken sanatçı Nazlı Bulum.” Oyunun sahne arkası emekçileri ise şöyle: Yönetmen Yardımcısı Cemre Kaboğlu, sahne ve kostüm tasarımı İlayda Saran, ışık tasarımı Murat Kural, makyaj tasarımı Sezen Yeniçeri Can.
“İnsanların yazgıları çok farklı birbirinden. Kimileri güçlükle sürerler can sıkıcı, silik varlıklarını. Hepsi birbirine benzer bu zavallıların. Mutsuzdurlar. Kimileri ise, sizin gibilere örneğin, milyonda birdir bunlar, nasıl da ilginç, aydınlık, anlam dolu bir yaşam düşmüş… Mutlusunuz siz…” diyen (1860-1904 yılları arasında faniliği şereflendirmiş) Anton Pavloviç Çehov üstadın meramından hareketle biz de Elif Temuçin ve Nazlı Bulum ile konuştuk. (Es notu: Afiş foto: Çağla Çağlar / İTF. Oyun foto: Ayten Çelik.)
“Kulisi yedek kulübeye dönüştürüp…”
İzninizle sondan başlamak isterim. “Bir zamanlar Google’da arama yapıyordunuz, ama şimdi Google sizde arama yapıyor.” diyor ABD’li yazar, sosyal psikolog ve akademisyen Shoshana Zuboff, üç kısım, on sekiz bölümden oluşan (Okuyan Us Yay.) “Gözetleme Kapitalizmi Çağı” adlı kitabında ve ekliyor: “Giyilebilirler çağına girdiğimizde “bilgi” doğrudan gözlerimize ve kulaklarımıza “akacak”, bireyin sınırları bu gelecekte oldukça bulanık olacak.” Zuboff kitaba temel bir soru ile başlıyor: “Hepimiz akıllı bir makine için mi çalışacağız, yoksa makine çevresinde akıllı insanlarımız mı olacak?” Zuboff’un bu tarifinden yola çıkarak sizin, hem kişisel yaşamınız hem de sanat hayatınızın kadrajından 2024 yılı “Z Raporu”ndan ortaya nasıl bir fotoğraf çıkar? Ve 2025’e yaklaşırken uzun ve kısa vadede dünya insanlarına ve tiyatroya dair öngörünüz ne olur?
Elif Temuçin: Kafamız çok karışık. Benim en derindeki çıkarımım bu sanırım. Her şey değişiyor, dönüşüyor ama insanlık aslında pek de ilerlemiyor. Sanki tarihi yeniden yeniden üretiyoruz. Bu bilgi bizi karanlığa da götürebilir, kendimizi ve çevremizde olanları daha iyi anlayıp sakinlememizi de sağlayabilir. 2025 ile ilgili sanırım pek bir öngörüm yok. Kulağa garip gelse de, yine de heyecanlıyım. Yıkılıp yeniden doğacak birçok şey olduğuna inanıyorum. Ölüm doğumu getirir diyorum. Ah, ben iflah olmaz bir romantiğim!
Nazlı Bulum: Merak güdüsü azalmadıkça bilginin şekil değiştirmesi sanatı olumsuz etkilemez, ben de böyle bir yerden optimistim. Ama tabii bu bahsettiğiniz ilerlemelerin en kötü sonucu da insanlık için, merak ve hevesin azalması ki çeşitli şekillerde insanlık olarak bunlara bağlı sorunlar yaşıyoruz. Geleceğe dair kaygının bin bir biçimi var. Biz de “Martı mıyım?”da tam da bu hallerin komedisini çıkarmak için uğraştık. Ne mutlu ki seyirci de bizimle, “hallerimize gülüyor”. 2025’te de seyirciyle buluşmaya devam edecek olmak benim en büyük motivasyonlardan biri bu yıla dair. Mezun olduğumdan beri ilk kez iki yıldır sahnede değildim, tüm enerjimi kullandığım müthiş bir oyun alanım var şimdi, tadını çıkarıyorum ve hep daha fazla seyirciyle buluşmayı büyük bir sabırsızlıkla bekliyorum.
Gelelim, “Medvedenko: Siz neden her zaman karalar giyersiniz? Maşa: Hayatımın yasını tutuyorum. Mutsuzum.” diyerek ilk yayınlandığı tarih 1896 ve bugün 2024 itibariyle hâlâ okuruna veya seyircisine seslenen (bir Çehov uyarlaması olan) “Martı mıyım?”a… Çıkış noktasını, doğuşunu -sahnelemeden önceki meramınızı- anlatır mısınız?
Elif Temuçin: Geçen yıldan beri kafamda dönüp duran “Nasıl devam etmeliyim?” sorusuna “Martı” metnini hatırlamak bir cevap oldu. Hemen yeniden okudum ve Çehov’un dünyasına indikçe hem bir yazar olarak çağında yaşadığı dertlerle ne çok benzerliğimiz olduğunu, hem de oyundaki karakterlerin ne de güzel günümüzdeki sorularla boğuştuklarını fark ettim. Tiyatro BeReZe olarak da kendi araştırma sürecimizi devam ettirmek adına, bu içeriğin doğurduğu biçime uygun bir dramaturji zihnimde dönmeye başladı. Bu bağlamda iç oyun ve dış oyunla şekillenen, seyirciyi aktifleştiren bir yorumun; günümüz insanı ile Çehov dünyasının karakterlerini eşitleyen, asılı soruları pekiştiren, samimi bir çerçeve yaratabileceğini görmüş oldum. Oyuncunun yaratıcılığına, oyunsu motoruna çok ihtiyacım vardı ve kadroyu oluştururken de bu bir kıstas oldu. Daha ilk okumada yanılmadığımı anlamak ve oyuncularımın her birinin harika emeği ve oyunu sahiplenişiyle dramaturji daha da genişledi ve son halini aldı.
Nazlı Bulum: Öncelikle bu ikili, benim oyunun en sevdiğim diyaloglarından. Genel olarak, şimdiye kadar okuduğum oyunlar içinde de en sevdiğim açılış replikleri olabilir… Çehov’un “Martı”sı birkaç sezondur ve bugün hâlâ dünyada da çok sahneleniyor. 2024’e özellikle tekrar çarpması tabii ki çok şey söylüyor. Genel olarak ülkemizde de Çehov sık sahnelenir. Toplum olarak Rus edebiyatındaki insani dertler ile kesiştiğimiz yer çok, ben de hemen her yaratımını çok severim. Bizim, ekip olarak bir araya gelişimizin etkeni de Elif’in dediği gibi, “Nasıl devam etmeliyim?” sorusunda ortak olmamızdı öncelikle. Biz oyuncular olarak ayrıca -sanırım- ortak bir “Tiyatro sahnesinde şimdi nasıl devam etmek istiyorum?” sorusunu sorduğumuz, “yeni bir şey” denemek istediğimiz bir arayışla birbirimize gittik ve sonunda da bir araya geldik. Bu sezon kesinlikle sahnede olmak istiyordum ve öncelikli arzum, beni sahnede daha önce deneyimlemediğim bir şekilde zorlayacak bir çalışma alanımın olmasıydı… “Martı”yı birçok oyuncu yapmayı hayal edebilir, bana has bir şey değil mutlaka ama Nina’yı oynamayı hep isterdim. “Macbeth: İki Kişilik Kabus”tan beri biliyorum BeReZe’yi ve açıkçası tanıştığımızda Elif’e çok fazla soru bile sormadım süreçle ilgili ki anlattıklarının çeyreğiyle bile aynısı olurdu; eve inanılmaz mutlu bir şekilde döndüm ve oyunu okumaya başladım.
Bugünün bakış açısıyla fakat “pop art” hemhaliyle ve üstüne (Albert Camus’nün en sevdiğim) absürt tonundan ve dilinden bir uyarlama / sahneleme fikri nasıl ortaya çıktı? Uyarlama ve sahneleme aşamasında hangi tür enstrümanları masaya yatırdınız? Ayrıca oyunun fonu ama aslında oyuna özünü de yansıtan dekor, kostüm tasarımlarının da işçiliğinden bahseder misiniz?
Elif Temuçin: Biçim tamamen içerikten doğdu. Yani öncelikli fikrim “absürt bir Martı nasıl olur?” değildi. Başarı, ün, para, aşk… Tüm bu başlıkların içinde kaybolduğumuz, boğulduğumuz, yerimizi bulmaya çalıştığımız bir düzende, nasıl bir anlatım biçimi bizi, aynı zamanda seyirciyi heyecanlandırır? Zaten BeReZe olarak seyircinin hayal gücüne ve hınzır yanına inanan bir ekip olduğumuz için, burada da onlara trajedi olarak okunmaya müsait olan “Martı” metninin, aslında nasıl bir komedi olarak yazıldığını göstermeyi diledim. Eğlenceli ama provokatif bir dil nasıl oluşturulur? Sorulara verdiğim cevap şu oldu: Tiyatronun tiyatrosunu yapma muradıyla, tiyatroya dair her şeyi sahnede çıplaklaştırarak. Kulisi yedek kulübeye dönüştürüp, oyuncuları zaman zaman “oyunun içine” zaman zaman “oyunun dışına” çıkartıp konuşturarak vb… İşte böylesi bir noktada oyuncu, dekor, kostüm, ışık hepsi bir makine gibi çalışması gerekiyordu ve ne mutlu ki doğru tasarımcılarla çalışarak, farklı bir anlatı denemesine her bir parçanın hizmet etmesi sağlandı. Dekor ve kostüm tasarımında İlayda Saran, ne eksik ne fazla, ne çok gerçek, ne çok aşırı absürt dengede bir dünya kurdu. Şans!
“Ey yedek kulübesinde hayata dâhil olmayı, gerçek kazanan olmayı bekleyen bizler/sizler/onlar: Bugünün Çehov karakterleri miyiz? Pek birbirimizi dinlemiyor, hep anlatmak mı istiyoruz? Çok konuşup hiç eylemiyor muyuz? Sürekli eyliyor ama zaman mı öldürüyoruz? Başarı, şöhret, para, gitmek, kalmak, sevmek, mevki? Her şey bu kadar siyah beyaz mı peki? Hem bizim hem Çehov için cevaplar bir hayli bulanık…” dediğiniz bu meram aslında Tiyatro BeReZe’nin 2006’dan bugüne sahnede derdine düştüğü tüm oyunlarında olduğu gibi yine jargonunu ve esprisini sarkıtmayı başarıyor. Buradan hareketle sorum, “Martı mıyım?” bugün, günümüzde nereye ve kimlere denk düşmektedir? Bugünün “Martı mıyım” karakterleri kimlerdir sizce?
Elif Temuçin: Günümüzde kimler sorusunun cevabı sanırım “hepimiz” olacak. Çünkü incelikli karakterlerin her biri içimizdeki mağdura da narsiste de sahip. Bu uçlarda gidip gelen halimiz ise trajikomik. İroniyi elden bırakmamayı önemseyen bir tiyatroyuz, bu nedenle de bu yorumda da hem dış oyunda günümüze göndermeleri ile hem de iç oyunda orijinal metnin sözü ile her şeyi çıplaklaştırarak masaya yatırıyoruz. Sorular ortada, haydi tartışalım diyoruz.
Nazlı Bulum: Katılıyorum. Bence de şüphesiz, “hepimiz”. Ekonomik sorunlarla boğuşmak, çalışmanın zorluğu ve kıymeti, gençlik, ölüm, aşk ve yaraları, hayallerinin peşinden gidememenin acısı; bu kadar insani temaların paralel aktığı bir hikâyenin, karakterlerin toplumun her kesimine hitap etmemesi mümkün değil.
“Aşk ise seni rezil de eder vezir de!”
Çehov’u “oyun yazarı” olarak ünlendiren “Martı” bugüne değin pek çok kez farklı meramlarda sahnede endam etti. Sizin bakışınızla ve dokunuşunuzla nasıl bir “Martı / Martı mıyım?” sahnede dikkat kesildiğimiz? Bilenler için değil elbet ama ilk defa tanış edeceklere, oyunun derdi nedir?
Elif Temuçin: Anton Çehov’un “Martı” adlı oyunu, yazlık bir evde bir araya gelen, geçmişleri ve gelecekleri arasında sıkışıp kalmış bir aileyi konu ediniyor. Ünlü bir oyuncu anne, onun gözde oyun yazarı sevgilisi, bir türlü istediği sanatsal başarıyı elde edememiş, annesinin gölgesinde kalmış bir oğul, oyuncu olmak ve ün hayalleri kuran bir genç kız, yazlığın çalışanı olan bir anne, kızı ve kaba saba kocası, kasabanın keskin görüşlü doktoru ve tüm bu şahsına münhasır karakterlerin platonik aşk üçgenleri! Günümüzdeki herhangi bir dizi konusu gibi değil mi? Eyleyemeyen ve hep dert yanan karakterler… Uzun sessizliklerde bir türlü söylenemeyenler… Bu metni özel kılan ise tüm bu ironin altında yatan “hayatta kalma mücadelesi” ve kendini “kanıtlamaya” çalışan insanın düştüğü trajikomik hal… Aşk ise seni rezil de eder vezir de!
Nazlı Bulum: Biz de oyunun komedi oluşunun bugünkü anlamının peşine düştük. Bu ağır hikayenin, yarattığı duyguların kendisinden ziyade ürettiği sorulara odaklanıyoruz. Tabii ki empati kurduğunda seyirciye de çarpıyor, bu dramatik yanlar hâlâ orada ama hiçbir temayla ilgili olumsuz duyguları kaşımayıp, aksine duygudaşlıkla hafifleterek, bu acıların yarattığı arızalara, ilişkilerdeki kazalara birlikte gülmenin “yalnız değiliz, yalnız değilsiniz” deme gücüne inanarak yaratılan bir oyun. Bu da her zaman kolay değil, evet. Belki hatta biz de arada bir kendimiz olarak seyirciyle birazcık konuşarak bunu paylaşıyoruz, doğru soruları arayışımızı paylaşıyoruz diyebilirim.
“Hepimiz bir çatırdamanın eşiğindeki Çehov karakterleriyiz… Nasıl devam etmeli? sorusuna yeni anlatım biçimleriyle cevap arıyor” tanıtım metninizdeki bu ifadeyi manidar buldum. Ve “Sanat, sorulara cevap vermek için değil, sorular sormak içindir… Gerçekçilikte ustalaşmak, sıradan bir hikâyeyi bile büyüleyici kılmaktır” diyen üstad Çehov’a, “Martı mıyım?” tadında bir cevap olmuş bence! Siz ne düşünüyorsunuz?
Elif Temuçin: Benim bir sanat yapıtından beklentim hayata dair yeni bir soru bırakması. Kafamı fazlaca karıştırıp, beni boşlukta bırakmasından söz etmiyorum tabii ki. Sadece izlediğim, okuduğum, dinlediğim bir işte, kendimi, bildiklerim üzerinden onaylatmak değil, kendime ya da dünyaya dair yeni bir soru ile baş başa kalmak istiyorum. Bu yüzden de yaptığım her işte soru bırakmaya özen gösteriyorum. Günümüz dünyasında doğrularımız içinde boğulmamak gerekiyor çünkü biz süper kahramanlar değiliz. Her şey çok daha girift. Ama bu hal, bizde tükenmişlik hissi yaratmamalı, tam tersine kusurlarımızı kabul ederek yan yana gele gele çoğalmalıyız. “Sen şusun, sen busun! Bu budur, şu şudur!” demeden. Çehov da karakterleri için aynı şeyi söylüyor zaten. Onları fazla ciddiye almayın diyor. Kendimizi çok ciddiye alır, ironi gücümüzü kaybedersek ya yalnızlaşır ve kendimizi yok ederiz, ya da narsist bir tavırla dünyayı katlederiz.
Metni prova ve sahneleme aşamasında yaşadığınız, ilginç, absürt veya “bu da varmış” dediğiniz neleri tecrübe veya yeniden teyit ettiniz? Ayrıca oyunu yaratım ve provalar sürecinde fonunuzda, kafanızda sürekli dönüp dolaşan nelerdi?
Elif Temuçin: Provalar süresince karakterleri oyuncularla inşa ederken her seferinde bambaşka ayrıntılar bulduk ve bundan gerçekten etkilendim. Çeviriye yönetmen asistanımız Cemre (Kaboğlu) ve arkadaşım Elena (Natalina) ile yeniden kafa yorduğumuzda, aslında metnin çok daha komik yazıldığını fark ettik. Ve Çehov’un beklenmedik bir şekilde aslında belli bir ritimle yazdığı da ortaya çıkmış oldu. Tiyatro metni edebi bir metin gibi okunarak tamamlanmadığı için sahne üzerinde çalışırken farklı farklı incelikleri ortaya dökülmüş oldu. Oyuncularımın hünerini de es geçmemek gerek bu noktada. Dış çemberimizi oluşturan oyuncuların kendi hikâyeleri de provalar boyunca üzerine konuştuğumuz bir zemindi. O yüzden tüm süreçte “neden devam ediyoruz?” sorusu hep zihnimde dolandı durdu.
Nazlı Bulum: Cemre’ye ve öncelikle bizimle prova alanını paylaşan, Sezen ve Berfin ve sonra süreçte dâhil olan bütün ekip arkadaşlarıma çok teşekkür ederim. Ne kadar rahat, güvenli ve eğlenceli bir prova geçirdiğimizi hep düşündüm. Final sahnesinin çalışılma süreci tamamıyla özeldi benim için. Peruklarımızla ilk karşılaşmalar da öyle, Sezen ve İlayda’ya tekrar teşekkürler. Tabii ki her oyuncu gibi performans kaygısı, prömiyer heyecanı gibi şeyleri hepimiz yaşamışızdır ama oyuna ve birbirimize olan heyecanımızı hep daha da harlayarak çalıştık ilk bir araya geldiğimizden beri ve sahneye çıkmak için aynı heyecanla buluşuyoruz. Anladığım kadarıyla bu temiz iletişimimiz de seyirciye yansıyor ki bu oyunun biçimi gereği de önemli, hepimiz sürekli sahnedeyiz. Bu güven, açıklık ve özgürlük çok kıymetli bir şey.
Böylesi bir metinde ayırmak zor olabilir ama, oyunda en sevdiğiniz bölüm veya replik hangisi ve neden?
Elif Temuçin: İçtenlikle benim için cevaplaması zor bir soru. Çünkü her sahneden bir cümle yazabilirim şu an. Ama bölüm olarak, Treplev dışında herkesin tombala oynadığı sahne bana çok dokunuyor. Günümüzde bizim halimize baya benzetiyorum. Kimimiz tombalada “şansını” arayan, kimimiz hepsine küsüp çaresizce yalnızlaşanız… Zaten sanırım oyunumuzun komedi dozu en az olan sahnesi. Geri kalan kısımlara çok gülüyorum. En çok güldüğüm bölüm: tüm karakterlerin sahnede olup uzunca sıkıldıkları an. Diyaloğa örnek ise:
Maşa: Para para! Paranın ne önemi var, insan yoksulken de mutlu olabilir.
Medvedenko: Teoride öyle! Ama pratikte çık bakalım işin içinden çıkabilirsen!
Nazlı Bulum: Maşa’dan…“Kim olduğunu bilmeyen, bu dünyaya ne için geldiği belirsiz Maşa’ya”. Her yanıyla anlatılmasa ve altı çok çizilmese de, onun konumundaki bir kadın olarak çıkışsız olduğu çok yer var. Zaten hemen tahmin edebildiğimiz tüm o faktörlerle bunları söylemesi, bana hep çok hüzünlü gelmiştir ve hep sevmişimdir. Elif ve Sanem’in, oyunda bu repliğe yarattığı anı da çok seviyorum. Elif’in seçtiği diyalogdaki gibi Medvedenko ile ilişkisinde, onun yoksullukla varoluşsal sancısının çarpışması da, bugün hepimizin hemen ilişki kurabildiği yanlarından metnin.
“Seyirci “zorlanmak”, sanatçılar ise “risk almak” istemiyor”
Tesadüf bu ya, hayat verdiğiniz oyun karakteriyle aynı mahalle ya da apartmanda tanışsınız. Hayat hikâyelerini de bir şekilde biliyorsunuz. Ve bir vakit de aynı masalarda kelamdasınız. Onlara bir cümleniz olsa, bu ne olurdu?
Elif Temuçin: “Acını çok iyi anlıyorum ama direttiğin yere bir dönüp bak dilersen ve lütfen sakin ol, kimsenin onayına ihtiyacın yok. Bir kadeh daha?”
Nazlı Bulum: Çok güzelmiş, umarım bunu Maşa’ya söylüyorsundur. Çünkü Maşa ile kimse oturup iki kelam etmiyor. Ben, Treplev ile sohbet etmek isterdim, yazdığı metinler üzerine. Onu kısa süreli de olsa bir kültürel tatile ikna etmeye çalışırdım, hangi Avrupa şehrinin sanatını merak ediyorsa! Arkadina’yı da bunu finanse etmesi için tatlı tatlı manipüle edebileceğime inanıyorum.
2006’dan bu yana hikâye anlatıcılığı, obje tiyatrosu, clown, buffoon, dans tiyatrosu gibi farklı stillerde hikâyelerle bizleri yolculuğuna eşlik ettiren BeReZe, günümüzde sahnelenen oyunları ve sahne sanatlarını nasıl yorumluyor? Sanat yaratıcılarını ve sanatı takipçilerini nasıl görüyorsunuz, ortaya karışık fotoğrafımızı nasıl yorumlarsınız?
Elif Temuçin: Sanırım geçmiş yıllara nazaran daha ön yargılı, daha keskin, daha hataya izin vermeyen bir toplumun içindeyiz. Bu katılık, ister istemez tüm sanat icra edenlere ve sanat takipçilerine yansıyor. Seyirci “zorlanmak”, sanatçılar ise “risk almak” istemiyor. Böylece geçmişteki heyecan verici görece çeşitlilik, yerini aynılaşmaya bıraktı. Neyse ki tam tersi düşünen izleyiciler ve sanatçılar da var. Ayrıca kendi seyircini oluşturmak da zorlaştı bu karmaşada. İşini özenle yapıyor olman ya da olmamandan çok tanıtımını ne kadar iyi yaptığın, kendini “nasıl pazarladığın” fazlaca önem kazandı. Bir yandan pazarlama kısmını es geçmek de imkânsız bunca yoğun akışın olduğu bir gündemde. Biz BeReZe olarak tüm bu yenilenen dünyaya ayak uydurmaya çalışırken, kendi özümüzü, denemeye açık ve sorgulayan tarafımızı kaybetmemeye ve seyircimize ulaşmaya çabalıyoruz. “Martı-mıyım?”da denemekten vazgeçmedik. Umuyorum ki izleyiciler de sahiplenecek ve biz araştırmaya hep devam edebileceğiz. Son zamanlarda sizi etkileyen veyahut iyi gelen performans, oyun, film, albüm / şarkı, sergi, kitap veyahut bir fotoğraf karesinden neler var; paylaşırsanız bizler de nasiplenelim isterim?
Elif Temuçin: Bir oyun önereyim: Sarı Sandalye ekibinin yakın zamanda prömiyer yapan (ismi aşırı uzun!) “Estragon Şapkasını Lucky’ninkinin Yerine Giyer ve Lucky’nin Şapkasını Vladimir’e Uzatır” oyunu beni çok güldürdü. Kurdukları çılgın dünyaları ben seviyorum belki siz de seversiniz.
Nazlı Bulum: Yenilenip açılan Casa Botter’i hâlâ görmeyenlere, ücretsiz Komet sergisini önermek isterim, 12 Ocak’ta bitiyormuş.
Masanızda veya kafanızda gelecek proje ve programınızdan bahseder misiniz? Ve son olarak “bu da var paylaşalım, çoğalsın” dediğiniz bir şeyler varsa da ekleyelim?
Elif Temuçin: Aslında parça parça birçok şey zihnimde dolanıyor ve bazı masada duran işler var ama kesinleşen bir proje yok henüz. Ve son olarak; geliniz getiriniz; ön yargısız, niyet sorgulamadan seyrin zevkine kendinizi bırakınız. Umarım çok eğlenirsiniz.
Nazlı Bulum: “Martı mıyım?”dan sonra ne yapacağını aşırı merak ediyorum Elif. BeReZe oyunlarını ve mekânda sahnelenen oyunları da takip edin diye ekleyeyim ben de. Çeşitli yerlerde sürekli oynamaya ve atölyelere devam ediyorlar. Oyun günleri haricinde yapımcısı olduğum, farklı aşamalarda kısa filmlerim var, onlar üzerine çalışıyorum. Cansu Baydar’ın yazıp yönettiği “Neredeyse Kesinlikle Yanlış” kısamızın yardımcı yapımcısıyım, Sundance’te yarışması heyecanını yaşıyoruz. Önümüzdeki aylarda Türkiye’nin birçok yerine farklı etkinliklerde ve festivallerde seyirciyle buluşmaya devam edecektir eminim, şimdiden herkesi izlemeye bekleriz. Esas yapımcılarından olduğum bir yeni filmim de tamamlanmak üzere, seyirciyle buluşmasına hazırlanıyoruz. “İnziva”nın yazar, yönetmeni de işlerinden iyi tanıdığımız Saim Güveloğlu.