Atlantik İttifakı’nın üç stratejik hatası
2. Dünya Savaşı sonrası ABD’nin öncülüğünde kurulmuş olan ‘küresel düzen’ tarihinin en zorlu sınavını veriyor. Başta Birleşmiş Milletler (BM) olmak üzere, Atlantik İttifakı’nın küresel ekonomi-politik sistemin işlerliği adına oluşturduğu çok taraflı uluslararası teşkilatlar ağır bir güven kaybı yaşamakta. Atlantik İttifakı, içinde bulunduğu zorlu tablo nedeniyle hem güç, hem de itibar kaybı yaşamakta. Tarihimize altın harflerle kazınmış bir şiar olarak ‘İnsanı Yaşat ki Devlet Yaşasın’ bağlamında Atlantik İttifakı açısından ahlaki boyutları ile de zor bir sınavdan söz ediliyor Bu nedenle, Atlantik İttifakı’nın son 40 yıldır hangi başlıklarda stratejik hatalar yaptığına dair sorgulama yoğunlaşmış durumda.
Aralarında Nobel ekonomi ödülü sahibi akademisyenler olmak üzere, önemli sayıda iktisatçı ve uzman Atlantik İttifakı’nın en vahim hatasının ‘aşırı liberal’ ekonomik model olduğunu net bir şekilde vurgulamaktalar. 1980’lerden itibaren popüler hale gelen ve yaklaşımına yönelik eleştirileri aralıksız küçümseyen, duymamazlıktan gelen ‘neoliberal’ anlayış, Atlantik İttifakı ülkeleri için pek çok zorluğu da beraberinde getirdi. 40 yıllık bir dönemde, Atlantik İttifakı ülkelerinden başta Asya, hayli uzak coğrafyalara üretim ve sermayenin kaydırılması, içinde bulunduğumuz dönem açısından Atlantik İttifakı ülkeleri için önemli bir ‘bağımlılık’ krizini de tetiklemiş durumda.
Neoliberal anlayışı daha ağır eleştiren bilhassa Avrupalı iktisatçılar, Atlantik İttifakı’nın kendi sanayisini zayıflattığını ve özellikle Asya ekonomilerini kendi elleriyle zenginleştirdiklerini belirtmekte. Bu nedenle, önceki ABD başkanı Trump’dan başlayarak, Amerikan sanayisini yeniden ayağa kaldırmaya, ABD sermayesini yeniden ABD’ye yatırım yapmaya özendirecek bir dizi düzenleme hayata geçirildi. Mario Draghi’nin başkanlığındaki uzmanlarca ‘Avrupa’nın Rekabetçiliği’ üzerine hazırlanmış son çarpıcı rapor da, Avrupa’nın da bir kez daha sanayisini, bilhassa KOBİ’leri ayağa kaldırmak ve daha rekabetçi kılmak adına gecikmeksizin seri tedbirler alması gerektiğini vurguluyor. Yoksa, Avrupa için önümüzdeki 10 yıl daha da karanlık gözükmekte.
Atlantik İttifakı’nın ikinci stratejik hatası ‘devleti küçültmek’ yanılgısı oldu. Esasen, bu başlık ilk stratejik hata olan ‘aşırı liberal’ anlayışla da örtüşüyor. Atlantik İttifakı’nın pek çok ülkesinin ‘devleti küçülterek’ içine düştüğü yanılgının bir izdüşümü de ülkenin silahlı kuvvetlerini de küçültmek oldu. Oysa, aynı dönemde üzerlerindeki tüm ‘neoliberal’ baskılara rağmen, aralarında Türkiye’nin de yer aldığı E7 ülkeleri ve G20’nin Küresel Güney ülkeleri, bilhassa 2008 küresel finans krizinden sonra adeta uyanarak, yeniden ‘güçlü devlet’ modeli için çabalarını yoğunlaştırdılar. Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın vizyoner ve kararlı liderliğinde ‘Türkiye Yüzyılı’nın özü de budur. Çünkü, bugün geldiğimiz noktada, Atlantik İttifakı ülkeleri anlıyorlar ki, ‘devletin esas kendisi reformcu ve dönüştürücü’dür.
Ülkenin sanayisinde, dijitalleşmede, enerji güvenliğinde, stratejik otonomiye dayalı savunma doktrininde esas lider, esas reformcu, esas dönüştürücü bizzat devlettir. Türkiye’nin 2015 yılından beri mücadelesini yoğunlaştırdığı temel gerçek te budur. Bu da bizi üçüncü stratejik hataya götürür. Nüfus artışındaki aşırı yavaşlamayı ihmal etmek. Bu nedenle, Sayın Cumhurbaşkanımızın 15 yıldır aralıksız ‘3 çocuk’ konusundaki uyarılarının küresel anlamını iyi idrak edelim.