Batı kazan gibi kaynıyor! Peki Türkiye’de Batı tipi bir ırkçılık mümkün mü?
Yeni Şafak gazetesi yazarı İhsan Aktaş, Batı’daki aşırı sağ ve ırkçılık yükselişini ele aldı. Avrupa’daki seçimler ve aşırı sağın yükselişinin tartışıldığı bir panelde yaptığı konuşmayı aktaran Aktaş, Batı’da köklü bir ırkçılık geçmişi olduğunu ve bunun Türkiye’de de benzer riskler oluşturabileceğini belirtti. Aktaş, Türkiye’nin kendi gerçekliğiyle değerlendirilmesi gerektiğini vurguladığı yazısında şunları kaydetti: “Geçtiğimiz hafta Enstitü Sosyal’de düzenlenen bir panelde (Türkiye’nin yeni düşünce kuruluşlarından biri), Avrupa’daki seçimler ve aşırı sağın yükselişi tartışıldı ve ben de katılımcıydım. Doğrusu, genç kuşaktan akademisyen arkadaşlarımız, veriye dayalı ve analitik değerlendirmelerle Avrupa’daki sağ eğilimleri, güncel durumu ve siyasal atmosferi çok iyi özetlediler. Toplantıda ben de şu temel konuları gündeme getirdim: Batılı devletler neden aşırı sağ yükselişinden ve ırkçılıktan endişe ediyor? Bu temel sorunu bir çerçeveye oturtarak adım adım açıklamaya çalıştım. Dikkat ederseniz, faşizm, ırkçılık, aşırı sağ, ötekileştirme, yabancı düşmanlığı, Yahudi düşmanlığı veya İslam düşmanlığı gibi kavramlar temelde Batı’ya ait kavramlardır ve bu kavramları besleyen önemli kökenler vardır.
ÖNE ÇIKAN VİDEO Bu düşünce köklerini Eski Yunan’a kadar götürebiliriz. Eski Yunan’da, kent içinde yaşayanların demokrasi, felsefe yapma, sanat icra etme, seçme-seçilme gibi birçok hakkı olduğunu biliyoruz. Ancak, kent içindekiler ile dışındakiler arasında bir hukuk düzeni vardı ve dışarıda yaşayanlar sıklıkla yarı-insan, yarı-hayvan olarak görülüyordu; bu izlek Batı düşüncesini bilim tarihinde, insanlık ve adalet anlayışında etkilemiştir. Eski Yunan’dan Roma İmparatorluğu’na geçildiğinde, Roma’nın içinde yaşayanlar ile dışında yaşayan Barbarlar olarak iki ayrı grup tanımlandı. Üçüncü olarak, Hristiyanlık ile birlikte bu kavramlar daha da karmaşıklaştı. İtikadi meseleler siyasi yaklaşımların ve Orta Çağ›daki Papalığın temelini oluşturdu. Bu dönemde, Yahudiler, dışarıdaki düşman olarak görüldü ve özellikle kan iftiraları gibi meseleler etrafında büyük zulümlerle karşı karşıya kaldılar. Orta Çağ’da Yahudi düşmanlığı, birçok Yahudi’nin gettolara kapatılmasına, sürgüne ve katliama maruz kalmasına yol açtı. Atina’dan Roma’ya, Londra’dan Paris’e hemen hemen her başkentte Yahudiler büyük zulümler ve soykırıma uğradılar. Çağımızda Almanya’da ortaya çıkan Hitler Nazizmi aslında bir yönüyle bu tarihsel köklerden beslenmektedir. Fakat Batı dünyası ilginç bir tasarım ortaya koymuştur; binlerce yıl boyunca Yahudilere yapılan zulümleri, baskıları ve ötekileştirmeleri sanki bu suçları tek başına Hitler işlemiş gibi bir “Hitler fenomeni” olarak sunmuş ve Batı, kendi kusurlarını örtmek için Hitler’i bir perde olarak kullanmıştır. Bugün baktığımız zaman, Avrupa’da aşırı sağın yükselmesi veya siyasette güç kazanması Batılıları kendi gelenekleri ve psikolojileri açısından tedirgin etmektedir. Kanaatimce, bu tedirginlikten en büyük payı Yahudiler almalıdır. Ancak, Yahudiler büyük bir kuşatma harekâtı gerçekleştirdiği için, neredeyse tüm Hristiyanları bir kaleye hapsedip üzerine kilit vurmuş durumdadırlar. Dolayısıyla, Yahudiler bugünkü durumlarından korkmuyorlar ama kök hücredeki bu aşırı ırkçılık ve yabancı düşmanlığı bir gün doğrudan Yahudileri hedef alabilir. Batılı saiklerden başka türlü düşünme kabiliyeti olmayan insanlar, değerlendirme yaparken önce Batılı kavramları merkeze alıp, ardından sağ ve aşırı sağ tanımları yapıp, sonrasında da Türkiye gibi bir ülkede benzer risklerin varlığından bahsediyorlar. Geçtiğimiz günlerde katıldığımız bir televizyon programında, hem muhafazakâr hem de farklı görüşten insanların Batı paradigmasının dışına çıkamadıklarını gördük. Yani, Batı’da yaşanacak bir olayın izdüşümleri Türkiye’de de devam edecek ve Batı’da olanlar bizde de olacak gibi bir ön kabulde bulunuyorlar. Bu yaklaşımın oldukça sorunlu yönleri var. Birincisi, Türkiye’yi ve Türk toplumunu Müslümanları doğrudan kendi gerçekliğiyle değil, Batılı paradigma üzerinden değerlendiriyorlar. İkincisi, Türkiye’deki muhafazakârları Batı’yı bilmedikleri için suçlarken, aslında Batı’nın köklerine dair temel bilgileri olmadığından sadece Fransız İhtilali sonrası Batı metinleriyle muhatap olduklarını göz ardı ediyorlar. Üçüncüsü, bu milletin tarihine, kültürüne, sosyolojisine ve öznesine vakıf olmayanların, Batı’dan etkilenmiş müstemleke aydınları gibi düşündüklerine şahit olduk. Bu milletin tarihine, kültürüne ve sosyolojisine biraz derinlemesine bakıldığında, elbette Türkiye’de irili ufaklı sosyal medya fenomeni çapında siyasi partiler ve küçük faşist gruplar oluşabilir. Ancak, bu ülkenin geleneğinde toplumu tehdit edecek düzeyde bir faşizm oluşma ihtimali yoktur.”