‘Cumhuriyetin kazanımları ve Cumhuriyetin kaybedimleri! (1)’
İşte Ömer Faruk Uysal’ın kaleme aldığı o yazı; Cumhuriyetin kazanımları çok konuştuğumuz bir mevzudur. Acaba Cumhuriyetin kaybettirdikleri de var mıdır? Sonra, Cumhuriyetin kazanımlarının gerçekte ve fiiliyatta kazananları kimlerdir? 1923’te kurulmaya başlanan yeni rejim ile geleneksel Osmanlı toplumu çok sarsılmış, büyük travmalara maruz kalmış ve adeta devletine küsmüştür! Yeni uygulamaların çoğu toplumsal, bilimsel, tarihi, gerçekleklerle bağdaşmadığından, İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı ve bilhassa ilk çok partili dönem Menderes hükümetleri zamanında, mecburen terkedilmeye, en azından tavsamaya başlamıştır! Bazı Marksist yazarlar, DP’yi ilk politik halk örgütü ve icraatlarını’da bir karşı devrim olarak nitelendirmişlerdir. Mesela ezan bazı CHP’li mebusların da oylarıyla kadim aslına döndürülmüştür. Veya Frenk şapkası mecburiyeti terkedilmiş, en azından müeyyidelendirilmemiştir. Ki, Şapka iktisası hakkındaki kanun, zaten bir yaptırım içeriyor değildi! Yani bu konuda kanunsuz zulümler yapılmıştı. Okul ve Konservatuvarlardaki Türk Müziği Yasağı değilse de, radyolardaki yasağı bizzat Atatürk, sonradan yanlış bularak kaldırmıştır. Türk Tarih Tezi, Güneş Dil Teorisi gibi aşırı iddialı, uçuk tezleri de bizzat Gazi sağlığında terk etmiştir. Bunlar gerçekten kazanım olsalardı, terk edilmez, sımsıkı sarılınırdı! Diğerleri gibi, Cumhuriyetin ilanına kategorik bir itiraz ve muhalefet vuku bulmamıştır. Gayrimüslim teba dahi, Devlet-i Ali Osman vatandaşlığından ve idaresinden, çoğulculuk ve hürriyetlerlerinden büyük ölçüde memnun olsalar dahi, Cumhuriyet pek yadırganmadı. Cumhuriyetin nüfus mübadelesi, etnik temizlik, kelle vergisi gibi faşizan uygulamaları sonraları ortaya çıktı. Günümüzde Cumhuriyetin 1950’lere kadarki, otoriter, totaliter ve eşyanın tabiatına ters tatbikatı çok eleştirilse de, Cumhuriyet kavramı ve teorisi, bu eleştirilere dahil edilmez. Cumhuriyet döneminde yapılan ve esasen Cumhuriyete kavramına aykırı, yanlış uygulamalar eleştirilmektedir. Kimse yeniden saltanat kurulsun demez. Çünkü, Kur’an, Sünnet. Hilafet ve Asr-ı saadet tatbikatı saltanata değildi, bir nevi cumhuriyetti! Bütün bunlara rağmen dünyada ve Türkiyede cumhuriyet bulunmaz bir Hind kumaşı değildir. Cumhuriyet aşağı yukarı, yönetimin babadan oğula geçmemesi, yani saltanata yer verilmemesinden ibarettir. Ve sırf bu sebeple, tek başına büyük bir kazanım değildir. Çünkü Avrupa ve Japonya’da cumhuriyetlerden daha başarılı monarşiler vardır! Zira son asırda gördüğümüz sosyalist, kapitalist, kanlı diktatörlüklerin çoğu cumhuriyettir.Tarihin en büyük cihan harbi katliamları Cumhuriyetlerce yapılmıştır. Lenin, Stalin, Hitler, Musollini, Mao, Saddam, hep Cumhuriyet lideridirler. Faşizm, Nazizim, Sosyalizm, Kemalizm vs hep Cumhuriyet ideolojileridir! Gelişmemiş Afrika devletlerinin çoğunluğu da Cumhuriyettir. Kuzey Kore Cumhuriyeti şedid diktatörlüğü, dede, baba, torun olarak devam etmektedir. Küba’da devrimci Fidel Castro, yerine kardeşi Raul Castro’yu getirmiştir. Bu arada İran İslam Cumhuriyeti gibi Cumhuriyetler de mevcuttur. Avrupa Cumhuriyetlerinin çoğunluğu laik değildir, en azından laiklik, vurgulu ve cumhuriyetin olmazsa olmazı değildir! Türkiye 1921 ve 1924 anayasalarında bir İslam Cumhuriyeti olarak kurulmuştur. Dini bir tören, Kur’an ve Hadis hatimleriyle, İslam alimlerinin dualarıyla! Her iki Anayasada açıkça, “Devletin dini din-i İslamdır” yazmaktaydı. Atatürk, 1938’de ölümüne bir yıl kalana dek, bir İslam Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı idi! Laiklik 5 Şubat 1937’de kabul edildi! Laiklik, ruhban sınıfının siyasi hakimiyetine son vermek ve din ve vicdan hürriyetlerlerinin güvencesi olmak üzere getirilen teknik bir terim ve hukuki bir tedbir olduğu halde, Türkiyede ve bazı Sosyalist ülkelerde, din karşıtlığı ve dinsizlik ideolojisi olarak uygulanmak istenmiştir. Halbuki İslamda ve Türkiyede, değil din adamları sınıfının siyasal hakimiyeti, değil din adamları (ruhban) sınıfı, “din adamı” bile yoktur. Zira her mümin dinin adamıdır zaten. Ne büyük alim ve veli olsa da bir İslam büyüğünün, resmi bir hiyerarşisi yoktur. Sonradan ihdas edilen Şeyh-ül İslamlık bile, siyasi bir otoriteye sahip değildi. Eğer Ebu Suud efendi gibi mümtaz alimlerin yaptırım gücü de olsa, hukukun, İslam hukukunun, güvencesiyle, daha az hak ihlali ve daha çok hukuk devletinden bahsedebilirdik! Şeyh’ül İslamlar ve sair seçkin alim ve evliyaullahın, değil hükümdar azletmek (afaroz), idareye ve siyasete müdahale yetkisi dahi yoktu. Şia İslam anlayışı ve yapılanmasında, itikada giren; İmamet, taklit mercii, velayet-i fakih gibi hiyerarşi içeren durumlar, kısmen ruhban otoritesi çağırıştırabilir! Bu tarihi ve Hristiyani köklerle mukayese edildiğinde Sünni İslam bir nevi laik devlet uygulaması olarak tezahür etmiştir! Şu halde laiklik ithali Türkiye şartlarında bir kazanım sayılamaz. Zira bertaraf edilecek bir ruhban sınıfı siyasi otoritesi yoktur, hiçte olmamıştır. Laiklik sosyalist diktatörlüklerde olduğu gibi, din karşıtlığı ve dindarlara baskı olarak uygulanagelmiştir. Cumhuriyet tarihimizin en başarılı sonuçlarını alan Akparti laiklik karşıtı bir odak olarak kapatılmak üzereyken direkten dönmüştür. Bu bir partinin kapatılmasından çok, büyük bir millet çoğunluğunun kapatılması anlamına gelecek, hukuk dışı ve antidemokratik bir karar olacaktı. Uzun yıllardır laikliğin yılmaz bekçisi CHP, artık ne irtica ne de laiklik lafları edebilmektedir. Hatta yer yer mütedeyyin CHP tabloları görmekteyiz. Müslüman Türk sosyolojisi (elbette başta Kürd diğer dindar sosyolojiler) metazori laiklik sorununu şimdilik büyük ölçüde aşmıştır. Esasen Türkiye Cumhuriyeti, laiklik kavramına dayanarak laikliği ihlal etmiştir. Zira devlet ve halk arasında barışa değil kavgaya yol açmıştır, din ve vicdan hürriyeti ağır bir şekilde ihlal edilmiştir. Osmanlının milyonlarca farklı din ve etnisiteden vatandaşına rağmen, Cumhuriyet homojen bir kimlik inşasına zorlamıştır. Cumhuriyet ideolojisi etnoseküler (ulusçu laik) olarak adlandırılabilir. Yoğun bir Batı hayranlığı ve özentisi, alafrangalık, frengilik, doğulu, Müslüman ve Türk olmaktan utanma hissi doludur. Hazır Batı uygarlığını geçilemez, aşılamaz bir zirve ve tarihin sonu olarak görür. Garblı gibi olma, Garbta ne varsa aynen taklit, hiçte orijinal bir görüş değildir. Türk ve Türkçülük vurgusu, tarih, gelenek ve İslamdan arındırılmış, ladini, frenkmeşrep, geçmişteki başarılarından özür dileyici, apolojist bir mahcubiyet halidir. Bizi kabul edin, bizi sevin, asri, modern, medeni, uluslar ailenize dahil edin, psikolojisi! Artık Müslüman sayılmayız, tesettürü kaldırdık, Frenk şapkalarınızı taktık, takmayanları tepeledik, ne olursunuz!…Cumhuriyetin “Din yok millet var” mottosunda olduğu gibi, din kardeşliği yerine başka bir sosyal bağ, İslama karşı Türklük (Türk ulusçuluğu) ikame edilmek istenmiştir. Elbette alafranga bir Türklük. Kısmen tutmuştur. İşte bunlar Cumhuriyetin kaybettirdikleridir. Tarih yapmış, imparatorluklar kurmuş, üç kıta yedi denize hükmetmiş, müminlerin, mazlumların, hamisi bir millet tarihinden utandırılmıştır. Kadim ve muvaffak iddialarımızdan vazgeçilmiştir. Haçlı seferlerini durduran, Devlet-i Ali Selçuk ve Viyana kapılarına dayanan Devlet-i Ali Osman, Cumhuriyete hasım, öteki, utandığımız uzak akrabadan sayılmıştır. Buna mukabil Etiler, Sümerler ve Hititlerden, bizimle ilgisiz Müslüman olmayan atalar edinmişiz! Dehşetli bir özgüven erozyonu! Bir millet bundan daha büyük ne kaybedebilir? Daha büyük kayıp, gerçeğin ve hakikatin kaybıydı. Ki, hakikat kaybının özgüven kaybına yol açması kaçınılmazdı. Selçuklu ve Osmanlı kötü, başarısız, çağdışı; Cumhuriyet ise iyi, başarılı ve çağdaş! Tarih boyunca Cumhuriyet ve Atatürk gibisi gelmemiştir ve gelemez, saplantısı. İlkokul çocukları gibi, “Atatürk ülkemizi düşmanlardan kurtardı” çocuksuluğu. Devam edeceğiz… Cumhuriyetin kazanımları ve Cumhuriyetin kaybedimleri! (2) “Atatürk ülkemizi düşmanlardan kurtardı ” çocuksuluğu! Bir asker bir ülkeyi tek başına nasıl kurtarabilir? Diğer generaller, yüzbinlerce asker, şehit, gazi, kağnılarla, sırtında bebekleri, cepheye mermi taşıyan kadınlar, vatanımızı düşman çizmesi ezmesin diye çabalayanlar, nasıl yok sayılabilir? Herşeyi Cumhuriyet başardı yalanı! Halbuki o sıralarda cumhuriyet nazari ve lafzi olarak dahi yoktu. İma dahi ediliyordu. İstiklal harbine Osmanlı derin devleti karar verdi ve planladı. Atatürk’ü Samsun’a, Yıldız sarayında görüşmeden sonra, Sultan Vahdettinin gönderdi. Bandırma vapuru, subay ve er 46 personel, altı at, üç otomobil ile birlikte. Yoksa Mustafa Kemal Osmanlıya isyan edib gemi ve sairi ele geçirmedi. Her yerde Başkomutan olarak itaat edildi. TBMM açılışında Kur’an ve Hadis hatimleri, yüce Hilafet ve Saltanat makamlarını kurtarma duaları edildi. Gazinin komutasında Osmanlı ordusu büyük bir cihada girişti ve kazandı. Yani Osmanlı şavaşı kaybedip yıkılmadı. Zaferden sonra saltanat, hilafet kaldırılıp, yerine Cumhuriyet ilan edilince yıkılmış oldu. Yani Devlet-i Ali Osmanı, kurtarması gerekenler yıktı. Ve yüz yıldır bitmeyen, değişik bir bitimsiz monarşi kuruldu. Batıl kutsallara meylettik, akıl ve rasyonaliteyi kaybettik. Sahih kutsalımızı kaybettik. ODTÜ’lü koca koca profesörler, Melih Gökçek’e kızıp, Ata’ya şikayet için Anıtkabir’e gidiyorlar! Şanlı tarihimizden utanır olduk, tarihimizden koptuk. Redd-i mirasa kalktık, biz reddettik ama Batı, siz unutsanız bile Müslüman Türk’sünüz, biz unutmayız dediler. Misak-ı Milli sınırlarımıza bile sahip çıkamadık, küçücük bir Türkiye’ye tav olduk, yeminlerimizi çiğnedik. Dindaşlarımıza ve soydaşlarımıza sırt çevirdik. Büyük medeniyet ve kültürümüzü, harf inkılabıyla kütüphanelerimizi yıktık. Süt emdiğimiz manevi kaynakları kuruttuk. Kahramanlarımızı hain, hainlerimizi kahraman sandık! Karabekir, Orbay, Bele, Cebessoy gibi nice istiklal harbi kahramanlarımızı, hainlik itham ve idamdan mahkeme basan vatansever genç subaylar kurtardı. Tarih yapan aziz bir millet, küçük bir Türkiye ideali olan Kemalizme mahkum edildi. Takipçiler hala, Azerbaycan, Libya, Suriye’de ne işimiz var diyor. Emperyalizmin, ABD’nin, Okyanus ötesinden gelmesine itirazları yok. Dilimizden, alfabemizden, müziğimizden, estetik ve mimarimizden koptuk. Osmanlı bir tek çirkin bina yapmamış, biz ise tek bir güzel bina yapamıyoruz. Güzel sayılabilenler, geleneksel Osmanlı mimarisi taklitleri. Hristiyanlığın iki büyük mezhebinden Katoklikliğin Roma’nın göbeğinde kutsal Vatikan devleti var. İstanbul’un göbeğinde ise Ortodoks Patrikliği var. Peki biz kendi ellerimizle, Hilafeti niye kaldırdık? İKT’nin neden sıradan bir üyesiyiz? Lider, hami, abi olmanın neresi kötü? Hilafeti, Müslümanların önderliğini niye kaybttik? Görünürdeki istiklalimizi kazanıp, hürriyetimizi kaybettik! “Olmasaydın olmazdık!” Bir millete ne büyük bir hakaret. Aziz Türk milleti 1923’e kadar yokmuydu? 1923’te Atatürk mü var etti? Tarih boyunca büyük zaferlerimiz, devletlerimiz, alimlerimiz, velilerimiz, gönül adamlarımız, derviş Yunuslarımız, edebiyat, musiki, mimari ve estetiğimiz ne oldular? Gazi nasıl var oldu? Evet o, Atatürk, Türklerin atası! Ya Oğuz Han, Alpaslan, Fatih, Yavuz, Kanuniler kimin atası? Mustafa Kemal, bir Osmanlı şehrinde doğup, Osmanlı mekteplerinde, Osmanlı harbiyesinde okumadı mı? Osmanlı Ordusu subayı ve generali değil mi? İstiklal harbimiz Osmanlı ordusu tarafından zaferle tamamlanmadı mı? Cumhuriyet; henüz ayakta ve zafer kazanmış Osmanlı topraklarında, Osmanlı halkına dayanarak, Osmanlı Ordusu ve Mehmetçik (Küçük Muhammedlerden müteşekkil) Kur’an da ki Şehadet ve Gazilik motivasyonu ile dolu yiğitlerin, kahramanllıkları olmadan mı kuruldu? Nedir bu tarihi, tüm geçmişi, sıfırlama haksızlığı? Bu mümkün olabilir mi? Cumhuriyet Garbdan alınıyor. Batı’ya büyük hayranlık duyuluyor, özenti de had safhada! Peki, Garb’da tek adam ve partisine bitimsiz bir monarşik iktidar sağlayan, devlet veya hükümet kaldı mı? Haydi Batı’yı örnek alın! Churchilizm, De Gaulleizm, ideolojileri ve partilerinin bitimsiz iktidarları var mı? Herhangi bir ideoloji ve kişiye ebedi bir iktidar, bildiğimiz saltanattan daha ağır değil mi? Büyük Asya treninin lokomotifliğini terkedip, küçük Avrupa treninin istenmeyen son vagonu olmanın nesi iyi, nesi devrim? Bu nasıl bir aşağılık duygusudur! Tarihinden, medeniyetinden, bizatihi kendinden utanmaktır! Cumhuriyet tarihi yalanlarına hiç girmeden , iki küçük çarpıtmaya değinelim. Mesela saltanatın kaldırılması. (1 Kasım 1922) Ne güzel değil mi? Birilerinin saltanat sefası sona eriyor! Beri taraftan 600 yıl mazlumların ve müminlerin hamisi olmuş Devlet-i Aliye’yi kendi ellerimizle yıktığımız gündür! İngilizlerin, Windsor hanedanının, Frengin ayakta alkışladığı, büyük ve muzaffer bir düşmandan kurtulduk diye sevindiği kutlu gün! Frenk serpuşlu, kuyruklu smokinli, yeni bir monarşi. Başkent Ankarada değilde, Dolmabahçe sarayında tatlı hayatlar, balolar, valsler! Cumhuriyetin muazzam başarılarından biri de kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesiydi. (5 Aralık 1934) Elbette pek mesud bir tablo! Ancak ufak bir mesele var. Çok partili serbest seçim yapılmıyor. Saltanatı yıkan tek adam, kendi partisinden başkasına izin vermediği gibi, kimler mebus olacak o tensip buyuruyor. Yani erkeklerin dahi seçme seçilme hakkı yok! Halbuki Osmanlı 1908’de çok partili seçimi, 58 yıl önceden yapıyordu. Müstebid Sultan seçime karışmıyordu. Cumhuriyetin kazanımları denince burada kazanan kim olmalı? a- Avrupa devletleri. b- Mustafa Kemal. c- Türk milleti. Bu tabloda Türk milletinin kazandığı nedir? Yeni rejim milleti adam yerine koymuş ve bir dediğini iki etmemiş midir, yoksa ona 1950’ye kadar serbest seçimleri yasaklamış mıdır? Seçimsiz, halksız bir Cumhuriyet! Cumhuriyetin kazanımları, Avrupa ve gazi paşanın kazanımları demek! Avrupa kadim ve zorlu bir düşmanından, Devlet-i Aliye’den kurtuldu. İddiasız, küçük bir Türkiye’yi başarı, reddetiğimiz (aslında reddedemeyeceğimiz) mirası tepmeyi zenginlik sandık! 29 Ekim 1923’te yeni bir devlet kurmuş değiliz. Hazır, kadim, Devlet-i Aliye’nin, şekl-i Hükumeti değiştirilmiştir. Ülke, millet, devlet, bayrak, ordu, polis, tüm kurumlar, bürokrasi ve herşey yerliyerindeydi! Cumhuriyet her unsuruyla Osmanlının devamıdır. Hele ki, Osmanlıya karşı ve ona isyanla veya onu mağlup ederek kurulmuş da değildir. Osmanlı, bir istiklal harbi zaferini yeni kazanmıştır. Cumhuriyetin yeni bir devlet olmadığının sayısal (tarihsel) argümanlarının bir kısmını belirtelim; Kızılay 156, Ziraat bankası 161, Demiryolu teşkilatı 168, Polis teşkilatı 179, Jandarma 185, bayrak 180 yaşındadır vs. ( Neden Avrupa bayrakları haç, bizim bayrağımız, diğer İslam devletleri gibi hilal sembolüdür?) Bir devlet nasıl oluyor da kendi kurumlarından daha sonra kurulmuş oluyor? Devletler yeni yetmelikleriyle, tazelikleriyle değil, tarihin derinliklerine uzanan kadim tarihleriyle cesamet, kuvvet ve meşruiyet kazanırlar. Ne zaman Ortadoğu siyasetinden söz açılsa, tarihte Irak ve Suriye diye devlet yoktu denerek hafife alınırlar. Yani muz cumhuriyetleri hiçte makbul değildir. Peki başta İngiltere olmak üzere Avrupa Monarşileri öyle midir?