Donald Trump’ın Başkan seçilmesi ABD ve dünyada nelere yol açabilir?
Donald Trump, 5 Kasım 2024 seçimlerinde ezici bir üstünlükle Beyaz Saray’a 47. ABD Başkanı olarak dönmeyi başardı. Temsilciler Meclisi ve Senato’da Cumhuriyetçilerin üstünlüğünü de sağladı. Yani çok güçlü bir başkan olarak döndü. Donald Trump, Amerikan başkanlarının küreselci ve bürokratik politikalarından rahatsız. Özellikle dış ticaret, göçmen politikaları, NATO’ya aşırı yüklenme, “Amerika’nın çıkarları” yerine “küresel çıkarların” öne çıkarılması gibi konularda kendisinden önceki başkanların çizgisine karşı bir duruş sergiliyor. Örneğin, Obama’nın başlattığı iklim anlaşmalarını ve dış yardımları israf olarak görüp Amerika’nın iç sorunlarına daha fazla odaklanılması gerektiğini savundu. Trump, Amerika’nın çıkarlarına öncelik veren bir dış politika izlemek ve geleneksel diplomatik anlaşmalardan çekilmek istiyor. Trump’ın vaatleri arasında ABD-Meksika sınırına duvar inşa etmek, Çin’le ticaret savaşını derinleştirerek ABD’ye avantaj sağlamak, NATO ve BM gibi kurumlara olan ABD desteğini azaltmak ve ulusal ekonomiyi destekleyen korumacı politikaları sürdürmek yer alıyordu. Ayrıca, göçmen karşıtı politikalarla yasadışı göçü durdurmayı ve Müslüman ülkelere yönelik seyahat yasaklarını hayata geçirmeyi vaat etti. Trump’ın seçilmesi ne anlama geliyor? ABD tarihinde seçimler genelde zorlu geçer ve bazen ciddi tartışmalar olurdu. ABD’nin dünyada ve kendi içinde çok güçlü olduğu dönemlerde seçimler daha rahat ve sorunsuz tamamlanırdı. İtirazlar, davalar oluşsa da bunların çözümü zor olmazdı. Hatta iki partili bu seçimler sonucunda başkan, bakanlar, bakan danışmanları, önemli kurumların başkanları değişse de genelde bürokrasiye dokunulmaz ve devletin devamı esas alınırdı. Bu seçim sonuçlarına baktığımızda Trump’ın kazanmasının önemli bir kaç nedeni var: Bunlardan birincisi, ABD’nin içte ve dışta çöküşe geçtiğini halkın görüyor olması ve bunun getirdiği piskolojik etkilerle seçmenin belki de son bir umutla Trump’a sarılmış olmasıdır. İkincisi, dünyanın demokrat, modern, adaletli, medeni zannettiği ABD’nin son bir yıldır Filistin halkının çoluk çocuk, kadın kız, sivil, hasta demeden, acımadan, insanlıktan çıkmış bir vaziyette İsrail’in soykırım uygulamasına rağmen maddi ve siyasi büyük destek vererek bu soykırıma ortak olmasına tepki olarak Trump desteklenmiştir. Üçüncü neden ise, Demokrat Parti’nin halkı hiçe sayıp bildiğini okuyarak, Derin Devlete tam teslim olmasıdır. Yani Demokratların, Siyonistlere hükümeti ve devleti teslim etmiş olmalarının Trump’ın kazanmasında önemli etkenlerden olduğunu söyleyebiliriz. Trump nasıl seçildi, Kamala Harris niçin kazanamadı, Demokrat Parti’ye nasıl bu kadar fark attı tartışmalarından ziyade, Trump’ın bundan sonra hükümette ve devlette ne yapacağına odaklanmak gerekiyor. Müslümanlar Trump’ı niçin destekledi? Seçimlerde ABD’li Müslümanların tercihlerini Trump’tan yana kullanmaları, Müslüman liderlerle Trump’ın, Siyonist Yahudilerin gözünün içine baka baka birlikte miting düzenlemelerinin nedenleri iyi analiz edilmelidir. ABD’li Müslümanlar Trump’tan ne umut ediyorlar ne bekliyorlar konusunu da anlamaya çalışmamız gerekiyor. Çünkü Trump, ilk başkanlık döneminde Müslümanların hassasiyetlerini hiç dikkate almadan Kudüs’ü İsrail’e başkent yapmıştı. Öyleyse buna rağmen neden Trump desteklendi? Gazze’de bu kadar vahşi bir soykırım varken bunun acısı ve ızdırabı tüm Müslümanların kalbinde derin bir yara iken pasif de kalabilirlerdi. Buna rağmen açık bir şekilde ve kenetlenmiş halde müslümanlar Trump’a yöneldiler, desteklediler. Tüm bunların sebeplerini elimizden geldiğince anlamaya çalışalım. Trump’ın ilk başkanlığında ve başkanlığı kaybettiği seçim sonrası ABD müesses nizamının, siyasetinin, yargısının, Pentagon, CIA ve FBI gibi önemli kurumların, Trump’a savaş açmaları onu hapse atmak için büyük bir savaşa girişmeleri karşısında Trump çok büyük sıkıntılar, zorluklar yaşadı. Tüm bunları büyük badireler atlatarak son seçimlere girdi. Dünya genelinde ABD’nin prestijinin iyice sarsıldığı, kurduğu dünya düzenini kendi elleriyle yerle bir ettiği o demokrat(!), hoşgörülü(!) ve adaletli(!) yapısından terör örgütü gibi davranma aşamasına geçmiş olmasından, İsrail’in yaptığı soykırıma açık ve aleni destek hatta ortak olmasından, Demokrat Partili yöneticilerin ve derin devletin artık dünyada eşkiyalığa soyunmuş olmasından dolayı bilinçli, şuurlu ABD halkı Trump’ı seçerek bu gidişata DUR demek istemiştir. Tahminlerin aksine Trump büyük güçle güvenle başkanlık koltuğuna oturacaktır. Trump ilk iş olarak, derin devlet dediği müesses nizamla, siyasetle, yargıyla, küresel ekonomi çevreleriyle, asker ve istihbaratçılarla ciddi bir hesaplaşmaya girecektir. Hesaplaşmaya girecektir ki halkından aldığı güçlü desteği dünya halklarından da alabilsin ve ABD’nin yerlerde sürünen imajını biraz olsun düzeltebilsin. Zaten devlet de bu imajı düzeltmek için bir süre sonra dünyadaki konumunu yeniden gözden geçirme adına demokrat, “sevecen” yüzünü göstermek zorunda kalacaktır. Trump’ın Gazze’de, Lübnan’da İsrail’in uyguladığı soykırıma keskin bir şekilde DUR diyeceğini düşünmüyoruz ama mutlaka sulha giden süreci de başlatmaya çalışacaktır. Zaten zannedilenin aksine İsrail’in ve ABD’nin savaşacak, bilhassa karada savaşabilecek güçleri kalmamıştır. ABD’nin başında sadece İsrail-Filistin savaşı değil, bir de Ukrayna savaşı var. Bu savaşlar ABD’nin ayaklarında büyük prangadır ve her geçen gün batağa çekmektedir. Trump, adım adım bu iki savaş alanından ve dünyanın diğer taraflarındaki savaşan vekil güçlerine verdiği desteğini çekmeye başlayacaktır. Bize göre ABD’li Müslümanların Trump’a destek vermelerinin en önemli sebebi Trump’ın iktidara gelmesiyle devlet düzeninin alt üst olma sürecine girecek olmasıdır. Bu değişim çok sancılı olacaktır. ABD’nin devlet ve iktidar yapısı ile tüm bürokratik kesimde büyük bir kaos, kargaşa yaşanacak, bunun düzene girip Trump’ın koltuğuna güvenilir bir şekilde oturabilmesi 6 ay ile bir yıl gibi bir zaman alacaktır. Bu durum insanlığın yararınadır. İşte bu süreçte ABD kurulu düzeninin “işlevsizliği” yeni dünya düzenini kurmaya çalışan alternatif oluşumlara, ittifaklara gün doğurmuş ve fırsat sağlamış olacaktır. Önümüzdeki süreçte ABD ve AB’nin böyle etkisiz ve aciz durumda kalmaları tesadüfen olan bir gelişen değildir. Yeni dünya düzenine talip kesimlerin oyun kurucu çalışmalarının ve stratejik üstünlüklerinin bir yansımasıdır. Siyonizm veya ABD adına hareket ederek dünyayı dize geçirmeye çalışan bozguncu vekil güçler, Washington’un bu “işlevsizlik” ortamında çok zora girecek olup ya savaştıkları güçlere teslim olacaklar ya da yok olup gideceklerdir. Trump’ın zaferiyle biten tarihî ABD seçimi başka açılardan nelere yol açabilir? Trump intikam peşinde: Yukarıda da anlattığımız gibi Trump, “Derin Devlet” dediği, kendi politikalarına engel olan yapıdan duyduğu rahatsızlığı ifade ediyor. Kendisine karşı “adil olmayan” bu yapıyla mücadele edeceğini sık sık belirtti. Bu yüzden, bürokrasi içinde kendisine ve politikalarına karşı duranlarla bir hesaplaşma niyetinde. Göreve geldiğinde yapacağı en önemli icraatlar arasında Çin’e karşı daha sert bir ekonomik politika uygulamak, ABD-Meksika sınır güvenliğini artırmak, göçmenlik sistemini yeniden yapılandırmak ve NATO gibi uluslararası ittifaklardan Amerika’nın çıkarlarına uygun bir yaklaşımı benimsetmeye çalışmak onun hedefi. Ayrıca, devlet bürokrasisini küçültme ve “Amerika’nın çıkarlarını önceleyen” kendi ekibini kurma planı var. Ancak, bunu yapabilmek o kadar kolay değil. Amerikan sistemi, başkanların sınırsız bir güç kullanmasını sınırlayacak kontrol ve denge mekanizmaları üzerine kurulu. Dolayısıyla Trump, vaatlerinin hepsini hayata geçirmekte zorlanabilir; ama, en azından kendi taraftarlarına vaat ettiği sembolik ve radikal adımları atmak için mücadele edecektir. ABD-Avrupa ilişkileri nasıl olacak? Trump, Amerika-Avrupa ilişkilerinde daha “adil” bir yük paylaşımı ve Amerika’nın çıkarlarını önceleyen bir yaklaşım hedefliyor. Avrupa ülkelerinin NATO’ya ve savunmaya daha fazla katkıda bulunması gerektiğini savunuyor. Ona göre Amerika, NATO’nun ve Avrupa’nın güvenlik yükünü orantısız bir şekilde taşırken, Avrupa ülkeleri bu konuda yeterince sorumluluk almıyor. Trump bu yüzden NATO’daki ABD harcamalarını azaltma ve Avrupalı müttefiklere daha fazla yük yükleme gibi politikaları destekliyor. Trump ayrıca, ABD’nin Avrupa ile ticari ilişkilerinde adil olmayan bir dengenin olduğunu düşünüyor. Avrupa’dan gelen bazı mallara yüksek vergiler uygulayarak ticaret açığını kapatmak ve Amerikan ürünlerinin Avrupa pazarında daha rekabetçi hale gelmesini sağlamak istiyor. Avrupa’nın Amerikan tarım ve sanayi ürünlerine yönelik kısıtlamalarını da haksız buluyor ve serbest ticaret anlaşmalarını yeniden müzakere etme taraftarı. Eğer Trump bu politikalarını hayata geçirirse, Avrupa-ABD ilişkileri gerilebilir. NATO’nun güvenlik yükünü artırmak, bazı Avrupa ülkelerinde Amerikan karşıtlığını besleyebilir. Ayrıca, ticarette yüksek vergiler ve kısıtlamalar Avrupa ekonomisini zorlayabilir ve karşılıklı bir ticaret savaşı riskini doğurabilir. Avrupa Birliği, ABD’nin bu tür adımlarına cevap olarak kendi stratejik özerkliğini artırmaya yönelebilir, özellikle de savunma ve ticaret politikalarında ABD’ye bağımlılığı azaltmaya çalışacaklardır. Bu da uzun vadede Avrupa’nın kendi savunma gücünü geliştirmesi, ABD’den daha bağımsız bir dış politika izlemesi ve Çin gibi diğer büyük güçlerle daha fazla iş birliği yapması anlamına gelebilir. Ancak bu değişikliklerin tümünü hayata geçirebilmesi kolay değil, çünkü NATO ve ticaret gibi alanlarda atacağı adımlar, Kongre ve Amerikan iş dünyasından gelen baskılarla sınırlandırılabilir. Özellikle savunma ve ekonomik sektörler, Avrupa ile ilişkilerde büyük önem taşıdığı için Trump’ın bu hedefleri tam anlamıyla gerçekleştirmesi kolay olmayacaktır. Trump’ın Müslüman ülkelerle olan siyasetinde, ulusal güvenliği ve Amerika’nın çıkarlarını ön planda tutan bir yaklaşım dikkat çekiyor. Başkanlığı döneminde Müslüman ülkelere karşı katı bir duruş sergileyerek bazı Müslüman ülkelerden ABD’ye girişleri sınırlayan seyahat yasakları getirdi. Ayrıca, “radikal” dedikleri gruplarla mücadele ve Amerika’yı terör tehditlerinden koruma adına Müslüman ülkelerdeki siyasi istikrarsızlıklara karşı katı önlemler almayı savundu. Trump, Müslüman ülkelerle ilişkilerde ideolojik yakınlık yerine tek taraflı stratejik çıkar odaklı bir politika izlemeyi tercih etti. Eğer Trump, ilk dönemdeki gibi Müslüman ülkelerle olumsuz ilişkilere girecek olursa, Müslüman ülkelerde Amerikan karşıtlığını artıracaktır. Bu, Amerikan ürünlerine boykotların yükselmesi, ABD’ye yönelik yatırımların azalması ve bölgede istikrarsızlık riskinin artması anlamına gelir. Müslüman ülkeler, Amerikan politikalarına karşı Çin ve Rusya gibi alternatif büyük güçlerle daha fazla yakınlaşabilir. Bu da, ABD’nin bölgede etkisini yitirmesine yol açacaktır. Müslüman ülkelerle ilişkilerdeki bozulma, ABD açısından enerji güvenliğini riske atabilir. Suudi Arabistan gibi petrol üreticisi ülkelerle gerilimler, petrol fiyatlarını ve küresel piyasaları etkiler. Ayrıca, Müslüman ülkelerde Amerikan karşıtlığının yükselmesi, ABD’nin bölgedeki askeri üslerinin güvenliğini de riske sokacaktır. Müslüman ülkelerle ABD arasındaki gerilimler küresel ilişkileri ciddi anlamda etkileyecektir. Müslüman toplumlar üzerindeki baskılar ve ayrımcı politikalar, dünya genelinde göç krizlerini artırabilir ve yeni çatışma alanları doğurabilir. Bu, Batı ile Müslüman dünyası arasında daha büyük kültürel ve siyasi bölünmelere yol açabilir. ABD-Rusya ilişkileri: Trump’ın Rusya ile ilişkilerinde, geçmişte “daha iyi geçinme” fikrini savunduğu biliniyor. Trump, Amerika’nın çıkarlarını önceleyen bir bakış açısıyla, Rusya’yla rekabet yerine iş birliği yollarını keşfetmeyi faydalı görüyor. Bu bağlamda, özellikle Çin’e karşı denge sağlamak ve Ortadoğu’da istikrarı artırmak için Rusya ile bazı konularda ortak hareket etme ihtimalini savunabilir. Trump’ın bu yaklaşımı, iki ülke arasında bazı ekonomik ve güvenlik iş birliklerinin kapısını açabilir. ABD-Avrupa ilişkileri: Trump’ın Rusya ile yakınlaşması, Avrupa-ABD ilişkilerini karmaşık bir hale getirebilir. Avrupa, özellikle de doğu Avrupa ülkeleri, tarihsel olarak Rusya’nın artan nüfuzundan rahatsız. Eğer ABD, Rusya ile yakınlaşırsa, Avrupalı müttefiklerde Amerika’nın güvenlik taahhütleri konusunda endişeleri artıracaktır. Bu durumda, Avrupa ülkeleri kendi savunmalarını güçlendirme arayışına girebilir ve Amerika’ya bağımlılığı azaltarak NATO içinde daha bağımsız bir politika geliştirebilir. Bu arayışlar başladı bile.. Rusya ile yakınlaşma Avrupa’da, özellikle Baltık ülkeleri ve Polonya gibi Rusya’ya sınır komşusu olan ülkelerde rahatsızlık oluşturacaktır. Almanya ve Fransa gibi ülkeler, ABD’ye daha az güvenerek kendi güvenliklerini artırma yoluna gidebilirler. Bu, Avrupa’nın kendi savunmasını güçlendirme ve stratejik özerklik oluşturma çabalarını hızlandırabilir. Ayrıca, Trump’ın Rusya ile iyi ilişkiler kurması, AB ve ABD arasında stratejik bir mesafeye, ilişkilerin soğumasına neden olabilir ve Avrupa’nın Çin ve Rusya gibi diğer büyük güçlerle daha fazla iş birliği yapmasına yol açabilir. Bu da, uzun vadede NATO içindeki dayanışmayı sarsabilir. Diğer muhtemel gelişmeler: Trump’ın, küreselci ekonomiden ziyade korumacı bir politika benimsemesi bazı gruplarla sürtüşmelere yol açtı. Büyük sermaye ve küresel ticaret yanlısı ekonomi aktörleri, Trump’ın vergileri artırması ve ticaret savaşları başlatmasını eleştiriyor. Yargıya gelirsek, Trump’ın göç ve seçim güvenliği gibi konularda aldığı bazı kararlar yargı tarafından engellendi. Bu da, yargının duruşu nedeniyle Trump’ı zaman zaman rahatsız etti. Trump, başkan olarak bu gruplarla mücadele edecektir, ancak bu Amerikan sistemindeki denge mekanizmalarını zorlayabilir. Askeri ve istihbarat çevreleriyle sert bir çatışma, ulusal güvenlik kararlarının uygulanmasını zorlaştıracaktır. Bu da kurumlar arasındaki güveni sarsacaktır. Ekonomi çevreleriyle çatışma ise iş dünyası ve yatırımcılar arasında kaygı yaratabilir, özellikle de ticaret savaşlarının Amerikan ekonomisine zarar verdiği düşünülüyorsa. Trump’ın, yargı ile uzun süreli bir çatışmaya girmesi hukuki krizlere yol açabilir. Yargı kararlarına uymamak gibi adımlar, Amerikan demokrasisinin temel ilkelerine aykırı görülür ve Trump’ı yasalarla çatışan bir başkan olarak gösterir. Böyle bir durum, ülkenin içinde siyasi kutuplaşmayı daha da artırır ve Amerikan halkının devlet kurumlarına olan güvenini sarsabilir. Trump’ın bu çevrelerle sürekli mücadele etmesi, Amerikan sisteminin kontrol ve denge mekanizmalarını sınırlarına kadar zorlayacak ve uzun vadede devlet içindeki uyum ve iş birliği ortamını bozacaktır. Trump’ın İsrail politikası: Trump’ın İsrail’e kayıtsız şartsız destek verme politikasını yeniden sürdürmesi, uluslararası camiada ABD’ye yönelik öfke ve izolasyonu artırabilir. Biden yönetiminin İsrail’in Gazze’deki eylemlerine desteği nedeniyle Amerika’ya karşı zaten yükselen tepkiler göz önüne alındığında, Trump’ın bu politikayı devam ettirmesi Müslüman dünyasında ABD’ye duyulan nefreti derinleştirir. Bu, ABD’nin bazı Müslüman ülkelerle olan ilişkilerini daha da zayıflatabilir, Amerika’ya karşı boykotların ve diplomatik gerginliklerin artmasına neden olabilir. Trump’ın İsrail’e desteğini sürdürmesi sadece Müslüman ülkelerde değil, dünya genelinde de ABD’nin imajını zayıftır. Birçok Batılı ve gayrimüslim toplum, İsrail’in Filistin topraklarındaki sert müdahalelerini eleştiriyor ve insani krizlerden rahatsızlık duyuyor. ABD’nin bu konuda soykırım yapan zalim tarafı tutan bir pozisyon alması, Avrupa ve Latin Amerika gibi bölgelerdeki kamuoyunda Amerikan karşıtlığını daha da artıracaktır. Bu da, Amerika’nın uluslararası kuruluşlar ve müttefikleriyle ilişkilerini zora sokabilir. Ek olarak, Trump’ın bu desteği sürdürmesi Amerika’nın Çin ve Rusya gibi rakiplerine uluslararası arenada avantaj sağlayabilir. Çin ve Rusya, ABD’nin İsrail’e verdiği destek nedeniyle eleştirildiği bir ortamda Müslüman ülkeler ve tarafsız kalan diğer devletlerle daha yakın ilişkiler kurabilir. Bu, Amerika’nın uluslararası etkisini zayıflatacak, Çin ve Rusya’nın dünya sahnesinde nüfuzunu artıracaktır. Sonuç olarak, Trump’ın İsrail’e koşulsuz desteğini sürdürmesi, ABD’yi uluslararası alanda daha izole hale getirebilir ve Müslüman ülkelerle ilişkilerini derin bir krize sürükleyebilir. Bu durum, ABD’nin dünya üzerindeki diplomatik ve ekonomik etkisini uzun vadede sınırlandıracak ve Amerika’nın bazı stratejik bölgelerde etkinliğini kaybetmesine yol açacaktır. Uluslararası sistem nasıl etkilenir? İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan mevcut uluslararası sistem, Amerika’nın liderliğinde Batı merkezli değerler üzerine inşa edildi. Ancak, bu sistemin çifte standartları, adaletsizlikleri ve büyük güçlerin çıkarlarını gözetmesi nedeniyle uzun süredir eleştiriliyor ve etkisini kaybetmeye başladı. Trump’ın “Önce Amerika” yaklaşımı ve çok taraflı iş birliğinden ziyade tek taraflı çıkarları öne çıkarması, bu sisteme olan güveni daha da sarstı. Eğer Trump benzer politikalara devam ederse, bu zaten zorlanmakta olan uluslararası sistemi daha da zayıflatacak ve mevcut yapının çöküşünü hızlandıracaktır. Bu durumda, küresel düzende yeni bir sistemin doğması kesin görünüyor. Türkiye, Çin, Rusya, Hindistan ve bazı Ortadoğu ülkeleri gibi güçler, Amerika’nın tek taraflı politikalarına karşı kendi çıkarlarını daha iyi koruyabilecekleri alternatif yapılar geliştirmeye çalışıyorlar. Özellikle Çin, Kuşak ve Yol İnisiyatifi gibi projelerle ekonomik ve siyasi nüfuzunu artırarak mevcut sisteme meydan okuyor. Rusya da, BRICS gibi ekonomik ve siyasi alternatiflerde etkisini artırmaya çalışıyor. Avrupa Birliği ise ABD ile olan bazı temel farklılıklardan ötürü daha bağımsız bir pozisyon arayışında. Yeni doğacak bir sistem, daha çok bölgesel güçlerin ve farklı ideolojik blokların etkili olduğu, tek bir süper gücün hâkim olmadığı çok kutuplu bir yapı olabilir. Bu yapı, Batı merkezli değerler yerine daha çok ulusal egemenlik, ekonomik çıkarlar ve bölgesel güvenlik öncelikleri üzerine şekillenebilir. Çin ve Rusya gibi ülkeler, kendi siyasi sistemlerini ve ekonomik modellerini ihraç ederek bu yeni sistemin kurucuları arasında yer almak isteyebilirler. Ancak, böyle bir geçiş süreci özellikle Batıda çok sancılı olacaktır ve küresel düzenin belirsizleşmesi, ekonomik ve güvenlik krizlerini tetikleyecektir. Amerika’nın tek başına kontrol ettiği bir sistemin sona erdiği ve güç dağılımının daha çok ülkeye yayıldığı bir düzenin ortaya çıkması kesin görünüyor. Görünen o ki bu süreçte, Türkiye, Çin, Rusya ve bazı bölgesel güçler, yeni küresel sistemin şekillenmesinde önemli roller oynayacaktır.