Güzel bir gün – Ayşenur Tanrıverdi – Son Dakika Pazar Yazıları Haberleri
Dışarıda akıp giden hayata yetişme endişesinden uzak, ocakta sürekli neşe uyandıran bir yemeğin kaynadığı aile tatilinin ardından haziranın ilk günü Lizbon’a geri döndüm. Anneanne ve dedesi tarafından sarıp sarmalanan ve gerçekten “evde” olduğunu hisseden kızım son günün coşkusuyla bir melodi besteledi ve ona tek cümleden oluşan bir nakarat uydurdu: “Güzel bir gün!”Eskişehir’deki yaz günlerinin kendini dış dünyadan soyutlayan bir yanı var, bu soyutluk ona gerçekten de “güzel bir gün” gibi sade bir ifadeyi yakıştırmayı sağlıyor.Wim Wenders’ın “Perfect Days” adlı filminde Hirayama karakteri, sıradan günlerin içinde her fırsatta başını kaldırıp ağaçlara bakarken muhtemelen “Güzel bir gün!” diye haykıran kızımla aynı erinci hissediyordu. Dünyanın güzelden uzak, bozuk ve acımasız düzeni, bir günün güzel olmasını yine de engelleyemiyor. Bilinmez bir kuvvetin bizi tıpkı bir çocuğunki gibi içsel doyuma ulaştırdığı böyle anlarda Proust’un “Okuma Günleri” kitabında söylediği gibi “yalnızlığın tam ortasında ağırlanan, bizzat kendimizin dibinden meydana gelen bir öğrenme” yaşanır. HAZİRAN BOYUNCA PARTİFarklı bir ülkede yaşamak “kendimizin dibinde meydana gelen öğrenme”yi en azından bir süreliğine askıya alıyor. Evden dışarıda olmak, kimliğin baştan inşasını ve yeni varoluşun sağlamasını yapabileceğimiz yeni tanıklar edinmeyi gerektiriyor. “Kimlik” kavramına ilişkin çalışmalarıyla bilinen psikolog Erik Erikson’un deyişiyle “Kişinin kendi kimliğine dair istikrarlı bir algıyı sürdürebilmesi için başkalarıyla birlikte olması gereklidir”. Birkaç gün içinde evimdeki tembellik ayrıcalığından koparak Lizbon’un taşkın haziran nehrine kapılacağım aklıma geliyor: Aziz António Festivali!Santos Festivali veya Sardalya Festivali olarak da geçen Aziz António kutlamaları, Portekiz’in üç kutsal din adamını anmak için düzenleniyor. Avenida da Liberdade, Alfama, Graça, Bica, Mouraria ve Madragoa sokakları Pimba halk müziği eşliğinde geçit oluşturan kostümlü dansçıların yürüyüşüyle başlıyor. Şehri saran ızgara sardalya kokuları, sokaklar boyunca yekpare kurulan şölen sofraları, apartmanlardan uç uca sarkan renkli fenerler, köşe başlarına kurulan harcıâlem sahneler, içlerine aşk şiirleri yerleştirilmiş Manjerico fesleğen saksıları ve bolca sangria… Sinema, tiyatro ve sergiler devam ederken fado ve caz gösterileri anlık olarak karşınıza çıkabilir. Lizbon’un koruyucu azizi olarak bilinen Aziz António için 12 Haziran’ı 13’üne bağlayan gece dilek fenerleri yakılıyor, dualar ediliyor ve eğlenmek için hiçbir fırsatı kaçırmayan Portekizliler 13 Haziran’da işe gitmiyor. Aziz António aynı zamanda evliliği kutsayan, gençleri evliliğe teşvik eden öğretileriyle bilinen bir din adamı. Santo Casamenteiro toplu evlilikleri için belediye meclisinin düzenlediği yarışmada seçilen on altı çift, yüzükten balayına kadar tüm masrafların karşılandığı bir evlilik törenine kavuşuyor.BİR ŞEHRİ YAZMAKŞehirle ilgili yazmak, belki de kendimi büsbütün onun içine katmaya en yaklaştığım anları temsil ediyor. John Berger’in “Buluştuğumuz Yer Burası” adlı kitabının ilk öyküsü Lizbon ile başlar. Başlığı kısa, ölçülü ve belirgin: Lizbon. John Berger burada annesinin hayaletiyle buluşur. Onlar beraberce laflayarak yürürken şehre ilişkin izlenimler elde ederiz.Annesi muzır bir ifadeyle “Ben Lizbon’u seçtim!” der. “Burayı seçtim!” Sanki çok bilinen bir şeyi söylermiş gibi. Son günlerde saçma şeyler yazdığını anlatan John’a tavsiyede bulunur:“- Ne bulursan onu yaz yeter, dedi annem.- Ne bulduğumu hiçbir zaman bilemeyeceğim.- Doğru, bilemeyeceksin.- Cesaret istiyor yazmak, dedim.- Cesaret gelir. Sen bulduğunu yaz, bizi gözden ırak tutmama cömertliğini de esirgeme bizden.”Bir şehre bakmayı tanımlayan ne muhteşem bir söz: “Ne bulursan onu yaz.” Portekiz’de halkın bir araya gelmek için iyi yöntemleri var, bu hakkı iyi değerlendiriyorlar; eğlencede, grevde, isyanda bir araya gelebilen bir halk. Belki de bulduğum ve yazdığım şeyin ta kendisi: Güzel bir gün.