İç cephede tehlike çanları! O alçaklar aniden harekete geçti
Akşam gazetesi yazarı Oğuzhan Bilgin, Türkiye’nin iç cepheyi korumasının hayati önemde olduğunu ifade etti. Bilgin, dış müdahalelerin başarısız olması için iç birliğin korunması gerektiğini dile getirdi. Sosyal medyadan yayılan provokasyonlara dikkat çeken yazar, etnik ve mezhepsel kışkırtmalara karşı uyanık olunması gerektiğini belirtti. Oğuzhan Bilgin, geçmişteki tecrübelerden ders alınmasının önemli olduğunu söylediği yazısında şunları kaydetti:
” “Asıl olan dâhili cephedir. Bu cephe bütün milletin, bütün memleketin vücuda getirdiği cephedir. Zahiri cephe ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe tezelzül, tebeddül edebilir; mağlup olabilir. Fakat bu hâl, hiçbir vakit bir milleti, bir memleketi mahvedemez. Mühim olan, memleketi temelinden yıkan, dâhili cephenin sükûtudur. Bu hakikate bizden ziyade vâkıf olan düşmanlar, bu cephemizi yıkmak için asırlarca çalışmışlar ve çalışmaktadırlar. Bugüne kadar muvaffak da olmuşlardır. Filhakika kaleyi içinden almak dışından almaktan çok daha kolaydır…”
Böyle diyor Mustafa Kemal Paşa Nutuk’ta. Biz Türklerin tarihi iki bin yıldır Türkistan’dan Anadolu’ya kadar içten yıkılmaların tarihidir. Pek çok Türk devleti başka Türk devletlerinin saldırısıyla veya Türk boylarının içeriden müdahalesiyle ya da iktidar mücadeleleri nedeniyle parçalanmasıyla yıkılmıştır. Bu makûs talihi değiştirerek büyük bir siyasal devrime imza atıp devlet sistemini baştan aşağıya yeniden kurarak Osmanlı’nın herhangi bir Türk devleti gibi yıkılmasını önleyen ve bir imparatorluğa dönüşmesini sağlayan kişi de Fatih Sultan Mehmet olmuştu.
Neticede imparatorluğun son yüzyılına geldiğimizde de bu kez azınlıklar başta olmak üzere iç cepheye dönük (bu kez emperyalistlerin yaptığı) müdahaleler yine hız kazanmıştı. Millî Mücadele sürecinde de benzer şeyler yaşandı. Bu nedenle bizzat sürecin lideri olan Mustafa Kemal Paşa yukarıdaki sözleri tarihe kaydediyordu.
Cumhuriyet döneminde de benzer müdahaleler devam etti. 6-7 Eylül’le başlayan sürecin 27 Mayıs’la neticelenmesi Türkiye’nin Batı vesayetine alınması sürecinin bir parçasıydı. Benzer durum 12 Mart ve 12 Eylül öncesinde de ideolojik ve mezhepsel farklılaşmalar üzerinden karşımıza çıkarıldı. 28 Şubat’a giden yolda nasıl faili meçhul cinayetler üzerinden Türkiye’de “laiklik-şeriat” tartışmasının hortlatıldığını da biliyoruz. 15 Temmuz’a giden süreçte de Gezi üzerinden nasıl bir yaşam tarzı ve kültürel kimlik tartışması açıldığını; çukur eylemleri ve terör saldırıları üzerinden de etnik bir gerilim yaşatılmaya çalışıldığını biliyoruz.
Bugün de artık ABD/İsrail’in bölgede açıkça işgal politikası izlediği, sonraki hedeflerinin Suriye olduğu, Suriye’de PKK ile birleşerek Türkiye’ye doğrudan bir millî güvenlik tehdidi oluşturduğu günlerdeyiz. Dahası Kıbrıs Rum Kesimi’nin ikinci bir İsrail’e dönüştürüldüğü ve Türkiye’nin kuşatma altına alınmaya çalışıldığı da görülüyor. Hâl böyleyken Türkiye’nin dışarıdan müdahale edilmesi zor bir ülke olması Türkiye’nin iç cephesinin hedef alınma ihtimalini de ortaya koyuyor.
Bu durumda Türkiye’nin bir takım fay hatlarını harekete geçirmek isteyeceklerini görmek maalesef zor değil. Etnik ve mezhepsel birtakım provokasyonların, yaşam tarzı ve laiklik esaslı gündem maddelerinin önümüze çıkartılmasına karşı itidalli ve sağduyulu olmak gerekiyor. Çünkü biz bu filmi çok seyrettik.
Tam da bu süreçte böyle girişimlerin önünü almak adına yapılan girişimlerin, PKK’nın ve arkasındaki güçlerin önünü kapatmak için yapılanların “açılım” ve “çözüm süreci” olarak değerlendirilmesi ise son derece isabetsiz. Böyle bir süreç olmayacağı gibi böyle bir teşebbüste de bulunulmuyor.
Öte yandan bu süreçte provokasyonların zemininin büyük oranda sosyal medya mecraları olacağını düşünmek de zor değil. Bilhassa teyit edilmemiş operasyonel paylaşımlara ve haberlere karşı uyanık olmak gerekiyor.
Kalemizin surlarında gedik açmak isteyenlere fırsat vermemek gerekiyor.”