İran eleştirileri mezhepçilik mi, feraset mi? Ne yani, bunları konuşmayalım mı şimdi?
Ersin Çelik, İran’ın Suriye ve Lübnan’daki mezhepçi politikalarını eleştirdi. Nasrallah’ın İsrail tarafından öldürülmesinin ardından mezhepçilik tartışmalarının yoğunlaştığını belirten Çelik, Hizbullah’ın Şii eksenli politikalarının Müslümanlar arasındaki fitneyi körüklediğini vurguladı. İran’ın bölgedeki politikalarının büyük zararlara yol açtığını dile getiren Çelik, Yeni Şafak gazetesindeki yazısında şunları kaydetti: “Lübnan’ın 2006’da İsrail tarafından bombalandığı günleri çok iyi hatırlıyorum. Mesleğe yeni başlamıştım. İsrail, yine Gazze’ye ölüm yağdırıyordu ve bir delilik yapıp Lübnan’a da girmişti. Türkiye her zamanki gibi ayaktaydı. Saadet Partisi, Çağlayan’da miting düzenliyordu. Sahnenin gerisindeydim ve genç bir muhabir olarak notlar alıyordum. En dikkat çeken pankartta şu slogan yazılıydı: “Müslüman’ın Müslüman’dan başka dostu yok.” Üç gün sonra ise iç savaştan yeni çıkan Lübnan’daki yegane silahlı güç olan Hizbullah, Gazze’deki katliamlar karşısında saldırıya geçmişti. Sosyal medyanın ve akıllı telefonların olmadığı o bir ayda İsrail dünya medyasının da yazdığı gibi duvara toslamıştı. Güney Lübnan’dan Beyrut’a uzanan yoğun bombardımanda çoğunluğunu Şiilerin oluşturduğu köy ve kasabalarda binden fazla sivil ölmüştü. Ayaktaydık. Öfkeliydik. Türkiye’deki tüm şehirlerden Lübnanlılar için yardımlar toplanıyordu. Ve İsrail kaybediyordu. Hani o, bombalanan evin enkazından ağzında mavi emziğiyle çıkan bebek vardı ya… İşte o kız çocuğu İsrail’in yenildiğini ilan ediyordu. Hasan Nasrallah’ın tüm Müslümanları direniş hattında buluşturan sözlerini anımsıyorum. İsrail’in ateşkese yanaşmasından sonra yaptığı zafer konuşmasında “Bu bir partinin, bir mezhebin veya bir kategorinin zaferi değil. Bu gerçek Lübnan’ın, Lübnan’ın gerçek halkının ve bu ülkedeki tüm sadık insanların zaferidir” demişti. Evet öyleydi. Hizbullah’ın İran’ın kontrolünde ve Şii inancına göre hareket ettiğine dair önyargımız yoktu. Lübnan’daki Sünni yönetimin pasifize edilmesinin üzerine, Şiilerin ülkedeki hakimiyeti ele geçirdiğini söylemiyorduk mesela. Zamanla “Biz ne yapmışız öyle” diyen bazı arkadaşlarım, üzerinde Hasan Nasrallah portresinin basılı olduğu siyah tişörtler giyiniyordu. O günlerde sosyal medya yoktu ama evine, dükkânına Nasrallah fotoğrafı asan Sünniler vardı. İsmail Kılıçarslan ağabeyin son yazısında altınızı çizdiği gibi; “İran’ın emperyalist ajandasının henüz bu denli belirginleşmediği, Hizbullah’ın İran’ın “net aparatı” olmadığı günlerdi.” Sonrasında ise sarsıcı ve yıkıcı vahşet günlerine şahitlik ettik. Önce Irak’ta sonra Arap Baharı’nın son durağı olan Suriye’de ve Yemen’de Şii inancının kanlı mezhepçiliğiyle tanışıyorduk. Görmek ve anlamak isteyenler için zihinlerdeki İran fotoğrafı netleşiyordu. Çünkü İran’ın, 1979’daki İslam Devrimi’nden sonra Müslüman toplumlarda ve özellikle Türkiye’deki İslami çevrelerde hayranlık uyandıran anti-emperyalist duruşuna, en çok da Suriye’deki masum Sünni sivillerin kanı bulaşıyordu. Hatırlayalım, 2011’de Suriye’de başlayan protestoların silahlı direnişe dönüşmesinin ardından muhalif gruplar kısa sürede Esed rejimini köşeye sıkıştırmayı başarmıştı. Ancak İran, yayılmacı politikasının jeopolitik simgesi olan ‘Şii Hilali’nin Suriye’ye dayanmasının kadük kalmaması için Esad’ı devrik lider olmaktan kurtardı. Haliyle Suriye’de Sünni bir idarenin başa gelmesi de önlenmişti. Bunun için bölgeye binlerce Şii milis sevk edildi. Arka planda ise Hasan Nasrallah’ın komuta ettiği Hizbullah güçleri vardı. Nasrallah’ın 2013 yılında, Esed’e karşı ayaklananlara karşı yaptığı “cihat çağrısı” açıkça mezhep savaşıydı. Sünni oldukları için kaç çocuk katledildi, kaç kadına tecavüz edildi, kaç köy yakılıp yıkıldı bilmiyoruz ancak Hizbullah muhasarası altındaki şehirlerde açlıktan ölenlerin feryatları göklere yükseliyordu. Hasan Nasrallah’ın İsrail tarafından öldürülmesinin üzerine Türkiye’de, özellikle sosyal medyada bir “mezhepçilik” tartışması baş gösterdi. Hizbullah lideri için ağıt yakmayanları ayrımcılıkla suçlayan ve de kriminalize eden paylaşımlar yapıldı. Kendi adıma diyeyim; Nasrallah’ın İsrail tarafından öldürülmesine üzülmek hem İslami hem de insanidir. Ancak aynı Nasrallah’ın, Suriye’deki katliamları başlatan cihat videosunu hatırlamak ve hatırlatmak da siyasi ve İslami’dir. Nasrallah’ın ömrünün son 10 yılındaki, içi mezhepçilikle donatılmış politik duruşu; Müslümanların diplerindeki hatta içlerindeki tehlikeyi, asıl mezhepçiliği, her an çakılmaya hazır fitne ateşini görmesi ve bir daha aldanmaması gerektiğinin delilidir. İslami çevrelerin WhatsApp gruplarında ise daha derin tartışmalar okuyoruz. Sert İran eleştirilerinin ve karşıtlığının İslam dünyasına büyük zararlar verdiğini, Müslümanları böldüğünü salık verenler var. Bir açıdan haklılar. Çünkü bölünmek, İsrail karşısında düşeceğimiz en büyük tuzak. Ancak bu hassas abilerimizin kaçırdıkları ya da görmek istemedikleri bir mesele var; kim kimi bölüyor, kim kimi yok sayıyor? 1979’dan kalma, anti-emperyalist duygu ve düşüncelerle destekledikleri İran’dan uzun zamandır mezhepçilik virüsü yayılıyor. Bu virüs en az Batı’nın katliamları kadar kanlı ve vahşi üstelik. Bir de şu var; İran’ın elde ettiğini sandığı ve Şii siyasetinin dehası olarak pazarladığı o kazanımlar tek tek kayboluyor. İran, içeride ve dışarıda dört koldan vurulurken, bir zamanlar Sünnilerin kontrolünde olan ve zamanla Şiilere teslim edilen kadim Sünni İslam şehirleri; Beyrut, San’a, Bağdat ve Şam şehirlerinin akıbeti ne olacak mesela? İran’ın çaresizliği ve çapsızlığını sorgulamak, yakın geçmişteki şeceresini dökmek mezhepçilik değil aksine Müslümanları ve Türkiye’yi yaklaşan dalgaya karşı uyarmaktan başka bir dert değildir. İran’ın animasyonlu tehditleri, ‘sert açıklama’ tiyatroları sosyal medyaya ancak mizah malzemesi üretiyor. Ancak İran’ın, son birkaç ayda içeride ve dışarıda verdiği onca üst düzey kayba rağmen Amerika ile İsrail’e karşı tek bir hamle yapmaması tüm Müslümanları temsil eden bir acziyet değil midir? Hizbullah’ın üç gün içinde bütün lider kadrosunu kaybetmesi, İsrail’e çok güçlü ve dokunulmazlık kazandırmadı mı mesela? İran’ın ve yönettiği güçlerin askeri çapsızlıkları; bir yıldır havadan, karadan, denizden bombalanan ve hiçbir yardımın ulaşmadığı el kadar Gazze’deki Hamas direnişinin şanına da gölge düşürüyor. İsrail, Lübnan’dan sınırımıza yani Suriye’ye dayanmanın yolunu açmışken, bu toprakların etnik hamisi İran’ın siyasi yetersizliklerini ve sahte savunmasını konuşmayalım mı?”