Karlarınız içimizi ısıtıyor – Kültür Sanat Haberleri
KAYNAKBetül Memiş / Cnnturk.com“Bana, arkadaşlarıma ve izleyicilerime neşe getirmeyecek hiçbir şeyi yapmak istemem. Tüm hayatımı bu şekilde düzenliyorum, ekibimi bu şekilde bir araya getiriyorum. Kutlama, benim günlük normumdur.” 30 yılı aşkın palyaçoluk sanatı üzerinde ustalaşan ve bugüne değin 12.000’den fazla performans ile 10 milyon seyirciye ulaşan ve her saniyesinde sihrin ön planda olduğu bir dünyanın kapılarını aralayan “Slava’s Snow Show”un yaratıcısı Slava Polunin böyle diyor. Tony Ödülleri’nde En İyi Özel Teatral Etkinlik dalında aday gösterilen, Londra’dan New York’a, Avustralya’dan Meksika’ya uzanan ve 20’den fazla uluslararası ödüle layık görülen, dünyanın önemli performans sanatçılarından, Soytarılar Akademisi kurucusu Slava Polunin yoğun talep üzerine 5-9 Şubat tarihleri arasında yeniden İstanbul sahasında. “En ilham verici kar gösterisi” olarak tariflenen “Slava’s Snow Show”un güzergâhı ise Zorlu Performans Sanatları Merkezi (Zorlu PSM)…“Slava’nın Kar Gösterisi” palyaçonun cazibesiOrta Rusya’nın küçük bir kasabasında doğan Vyacheslav Ivanovich, nam-ı diğer (1950) Slava Polunin on bir yaşındayken, Charlie Chaplin’in “The Kid”deki performansını ilk kez izlediğinde, “Sonunu göremedim, çünkü ailem televizyonu kapattı ama… Ertesi gün, hayatımla ne yapmak istediğimi kesin olarak biliyordum” diyor. Sonraki yıllarda Chaplin’i taklit ederek okul tiyatrosunda başarılı oluyor, ancak telaffuzunun zayıf olması nedeniyle Leningrad Tiyatro Enstitüsü’ne kabul edilmiyor. Bir mühendislik okulunda birkaç yıl okuduktan sonra- ilginçtir, daha sonra öğretmenlik yaptığı Leningrad Sovyet Kültürü Enstitüsü’nden mezun oluyor… Polunin, 1979’dan itibaren komik performanslara getirdiği şiirsel ve dokunaklı yaklaşımıyla “palyaçoluk sanatı”nı yeniden tanımlıyor; bu da onu hızla Rus sahnelerinin ve televizyonlarının demirbaşı haline getiriyor.“Palyaçonun kaosun kralı olduğu söylenir. Diğer tüm insanlar hayatta istikrara ulaşmaya çalışır. Ama bir palyaço tam tersini yapar – tekneyi sallar, döker ve dağıtır ve hiçbir şeyin donmasına izin vermez. Palyaço hayat kaynadığında mutludur. Tıpkı sürekli ‘Peki, şimdi ne yapacağız?!’ diyen bir çocuk gibi. Palyaço ancak her şey hareket ettiğinde ve neşeli bir kaos içinde yaşayabilir.” Tam da bu tanımladığı yerden Polunin’in de hayatında hep bir hareket ve keşif olmuş. Dile kolay o 74 yaşında…18 yaşında, Litsedei -eski Rusça’da “sokak oyuncuları” anlamına gelen- pandomim tiyatrosunu kuruyor; kelime anlamı “surat yapan insanlar”… 1980 yılında da kendisine ulusal ün kazandıran palyaço karakteri Asisyai’yi yaratıyor ki yıllardır sahnelediği / bu gösterisinin de başkarakteri… 1990’ların başında, Moskova’da prömiyeri yapılan ve o zamandan beri sürekli turnelere çıkan gösterisi “Slava’s Snow Show” ile yeni bir tiyatro şirketi kuruyor. Ve 1996’da da Edinburgh Festivali’nde dünya sahnelerine çıkarak evrensel övgü ve hayrete düşüren “Slava’nın Kar Gösterisi” ile zirveye ulaşıyor. Ayrıca 2013’te de Rusya’nın en eski ve en büyük sirki olan (Bolşoy) Saint-Petersburg Devlet Sirki’nin sanat yönetmeni oluyor. Tüm bunlara ek olarak Polunin’in renkli hayatına / sanatına daha yakından bakmak isterseniz, 2018 yapımı, Steve Haisman ve Clive Howard’ın yönettiği, “Secrets Of Snow – Slava’s Journey” adlı belgeseli dikize yatabilirsiniz. “İnsanlık geçmişiyle kahkaha atarak vedalaşır”Zorlu PSM’deki gösterisi öncesi röportaj için ulaştığımız Slava Polunin’e, kahkahanın evrensel bir dil olarak değer gördüğü bir dünyada olduğumuzu, fakat yaşadığımız çağa bakınca da Samuel Beckett’in, “Godot’yu Beklerken”deki, “İnsan artık gülmeye cesaret edemiyor” cümlesini es geçemediğimi söylüyorum. Zira gördüğüm fotoğrafta, dünya gittikçe “barış” ve “umudu” yitiriyor ki doğduğu topraklarda Rusya ve Ukrayna savaşının hâlâ devam etmekte olduğunu belirtip uzun ve kısa vadede nasıl bir dünya öngördüğünü soruyorum, cevabı manidar: “Ben politikacı değilim, dolayısıyla toplumun yaşamıyla ilgili tahminlerde bulunamam. Ve Beckett’ı ne kadar sevsem de bu konuda aynı fikirde değilim: İnsan sadece gülmeye cesaret etmekle kalmaz, aynı zamanda gülmek zorundadır da. Bir başka, pek de akılsız olmayan bir kişi, bir keresinde, ‘İnsanlık, geçmişiyle kahkaha atarak vedalaşır’ demişti; tüm savaşlar, sıkıntılar, salgın hastalıklarla birlikte. Kahkaha yaşamamıza yardımcı olur, yaralarımızı iyileştirir, bizi travmalardan korur. İnsanlık gülmeden / kahkahasız var olamaz.”Londra Times’ın “Dünyanın en iyi palyaçosu” olarak tanımladığı Polunin’e, sayısız farklı coğrafyadan insanlarla ve hikâyelerle buluşmanın muhteşem bir duygu ve macera olduğunu düşündüğümü söylediğimde: “Bu benim hayatım; tüm bu maceralar, insanlarla, şehirlerle, doğayla karşılaşmalar. Yaratıcılığı ve hayal gücünü besleyen muazzam miktarda izlenim…” diyor ve ekliyor: “O olmasaydı, hem hayatta hem de sanatsal çalışmalarımda işler muhtemelen farklı şekilde yürürdü.” “Palyaçoluk sadece bir meslek değildir” Bir röportajındaki, “Palyaçoluk özgürlüğü simgeliyor: bir palyaçonun davranışları ve dünyayı algılayışı, genellikle toplumsal normlardan kopar ve çocukların samimiyetini kucaklar – ki bu özellik genellikle yetişkinlikte kaybolur” tanımını hatırlatıyorum ve bu tarifinden hareketle Palyaço Akademisi Başkanı olarak eğlencenin ötesine geçen bir mirası temsil ettiğinin altını çizip, “Sizin için sergilediğiniz sanat ve palyaço ne ifade ediyor?” diyorum. “Öncelikle, ben Palyaço Akademisi’nin değil, Ahmaklar Akademisi’nin başkanıyım ki bu çok daha ciddi bir şey” diyerek düzeltmesini yapıp cümlesine devam ediyor: “Çünkü akademimiz yalnızca palyaçolardan değil, çeşitli mesleklerden, insanlardan oluşuyor… Burada mesele, onların nasıl çalıştığı değil, nasıl yaşadığı, dünyayı nasıl gördüğü ve bu dünya ile nasıl etkileşim kurduğu. Bir bakıma, palyaçoluk da sadece bir meslek değildir; dünyayı görme biçimi, çevremizdeki gerçeklikle iletişim kurma şeklidir. Benim benimsediğim ve temsil ettiğimi umduğum palyaçoluk da tam olarak budur. Bu, insanları olduğu gibi kucaklayan, sosyal kalıpların dışına çıkarak saf ve özgür bir bakış açısını ifade eden bir yaşam biçimidir.” “Palyaço, hepimizin içindeki ‘puer aeternus’, yani sonsuz çocuktur… Palyaçonun maskesi bize hayatın bir oyun olduğunu hatırlatır”… Ben de bu tanıma inananlardanım. Bu tanımın fonunda soruma geçiyorum: “Bu yüzyılda içimizdeki çocuğu hayatta tutmak çok zor, siz yılların ustası olarak bunu nasıl başarıyorsunuz?” Cevabı, biz fanilere ilham niteliğinde… “Ne kadar zor olursa olsun, bunu yapmak şart! Saçlarım ağarsa da hâlâ kendimi on yaşında bir çocuk gibi hissediyorum. Bu dünyaya şaşırma, hayran kalma, onu sevme ve büyülenme yeteneğimi kaybetmedim. Bunun nasıl olduğunu gerçekten bilmiyorum. Sanırım bu, aşka benziyor; işte orada ve hakkında yapacak hiçbir şey yok. Bu duygu, dünyaya açık kalmayı ve içimizdeki saf merakı kaybetmemeyi gerektiriyor. Hayatın bir oyun olduğunu hatırlayarak ve onu oynamaktan keyif alarak, içimizdeki çocuğu yaşatmak mümkün.” “Dünyaya hayranlıkla bakan bir çocuk”Bugüne kadar ki en ilham verici kar gösterisi olarak nitelendirilen 100 dakikalık, interaktif, absürt ve gerçeküstü, sözsüz gösterisi “Slava’s Snow Show” ile yeniden huzurlarımızda olacak olan Polunin’e, ilk defa tanış edecekler için “gösterinin ilham kaynağı nedir?” dediğimde: “Bunlar kolay sorular değil, hızlıca cevaplamak da zor” diyor ve anlatmaya koyuluyor: “Bu konuya dair bir kitap yazdım ‘Karlılığın Simyası’ adında, bu arada İngilizceye de çevrildi. Ama çok kısa tutmak gerekirse, gösterimiz, farklı düzeylerde, farklı düşünce ve duygularla, katmanlı bir pasta gibi düzenlenmiş. Bazı insanlar için bu gösteri; çocukluğa geri dönmek, dünyaya hayranlıkla bakan bir çocuk gibi hissetmek için iyi bir fırsat. Bazıları için bu yalnızlık hakkında bir hikâye. Bazıları için komik yaratıkların hayatından eğlenceli hikâyeler, bazıları için ise saf bir adamın, dostluk, aşk, karşılaşmalar ve vedalar üzerine dokunaklı bir hikâyesi… Tüm bunlar gösteride mevcut, tıpkı hayatta da olduğu gibi. Ve farklı insanlar, gösterinden kendi deneyimleriyle ve çok kişisel bir şeyle ayrılıyorlar. Sık sık gösteriden / performanstan sonra salonda oturuyorum ve seyirciler yanıma gelip gördüklerini anlatıyorlar. Bugüne kadar daha hiç birbirine benzeyen, iki aynı hikâye duymadım.” “Yetişkinliğin hapishanesinden çıkıp…”“En başa dönersek, artık hayatınızın bir parçası olan bu gösteriyi yaratım aşamasına; sizi tetikleyen veya itici güç neydi? Ve hayat verdiğiniz “Sarı Palyaço” karakteri, sizce bugün kimlere denk düşmektedir?” diye soruyorum. Cevabı düşündürücü: “Bir gün çocukluk hayallerimize geri götürecek bir gösteri yaratmak istediğimi fark ettim; seyircilerin yetişkinliğin hapishanesinden çıkıp unutulmuş çocukluklarını yeniden keşfetmelerine yardımcı olacak bir gösteri. Tiyatro yolunu seçtim, ona yeni bir ruh kazandırmanın yolunu aradım. Trajikomedinin derinliklerine dalmak, dramın kahkahayla ne kadar iç içe geçebileceğini ölçmek istedim. Karakterimde (Gogol ve Beckett benzeri bir dilde) hem destansı ve lirik olanı, hem şefkati ve tutkuyu, hem bilgeliği ve saflığı yeniden bir araya getirmek istedim. Sarı Palyaço benim bir parçam, çünkü bir palyaço yalnızca oynayabileceğiniz bir rol değildir. Palyaço maskesi sizin bir parçanızdır, yalnızca sizin doğurabileceğiniz bir şeydir. Bu yüzden belirli bir palyaçonun – benim ya da Fratellini, Grok veya Rivel’den birinin – kopyalanması neredeyse imkânsızdır. Çünkü her birimiz kendi palyaçomuzu yarattık, büyüttük ve onunla birlikte yaşıyoruz. Nazik, dokunaklı (palyaço karakteri) Asisyai, benimle birlikte yaşlandı, düşünceli ve tereddütlü oldu. Artık dış dünyanın paradoksları tarafından şaşırmıyor, iç dünyasının paradokslarında tamamen eridi. Daha düşünceli oldu, eski umursamaz baş dönmesi yerini bir tür tedirginliğe bıraktı, sanki rahatsız etmekten korktuğu ama çözmek için can attığı bir gizemin eşiğinde dengede duruyormuş gibi…” Bunca yıldır gücünü / varlığını koruyan ve gün geçtikçe daha da çok seyircisine ulaşan “Slava’s Snow Show” ile geleneksel palyaço sanatını nasıl modernize ettiğini ve gösterinin, palyaçoluk tarihinin mirasıyla nasıl bir bağ kurduğunu ve ne tür bir evrilme yaşadığını” sorduğumda, şöyle diyor: “Bu gösteride doğaçlama önemli bir yer tutuyor. Performansı besleyen bir yaşam iksiri gibi… Gelenekler ve yenilikler açısından, her ikisinin bir karışımını yaratmak istedim: Bir yandan, geleneksel palyaçonun kırmızı burunlarına ve renkli makyajlarına geri döndük; diğer yandan, şakaları neredeyse tamamen terk ettik ve izleyiciyi güldürmeye çalışmıyoruz. Bu, bizim tarafımızdan yaratılmış özel bir palyaçoluk türü ve aynı zamanda çeşitli gelenekleri de içinde barındırıyor. Gösteri, hem geçmişin ruhunu koruyarak hem de modern unsurlarla harmanlanarak evrildi ve bu sayede her dönemde izleyiciyle güçlü bir bağ kurmayı başardı.” “Eğer palyaço olmayı hayal edemiyorsanız”Performanslarında izleyicilerden her ülkede farklı tepkiler aldığını, her izleyicinin kendine ait, benzersiz bir şekilde tepki gösterdiğini, mesela, bazı ülkelerde bazı izleyicilerin kahkahalarla güldüğünü bazılarının da yarısının ağladığını veya kıkırdadığını belirten Polunin örneğini ise şöyle veriyor: “Meksika’da insanlar gösteriden sonra sahneye gelip bize dokunuyorlar, çünkü bir palyaçoya dokunmanın mutluluk getirdiğine inanılıyor. Bu tür kültürel farklılıklar ve insanların gösteriye bu kadar samimi şekilde bağlanması, beni her zaman hem şaşırtıyor hem de derinden etkiliyor.”“Hayatınızda kimlerden etkilendiniz ve genç palyaço sanatı meraklılarına neler söylemek istersiniz?” soruma, cevabı şöyle oluyor: “Beni etkileyen birçok öğretmenim var. Başlıca isimler, Marcel Marceau, Charlie Chaplin ve büyük Rus palyaço Leonid Engibarov. Ne Chaplin’le ne de Engibarov’la tanışma fırsatım oldu, ancak onların sanatı beni çok etkiledi. Marcel Marceau, bizim ülkemize geldiğinde her fırsatı değerlendirdim ve onunla konuşmak için her şansı kullandım. Gençlere iki önemli şey söylemek isterim: Birincisi, eğer palyaço olmayı hayal edemiyorsanız, başka bir meslek düşünmek daha iyi olur. Eğer yolunuzun burası olduğunu, palyaçoluğun sizin gerçek çağrınız olduğunu fark ederseniz, o zaman bilmelisiniz ki çok şey öğrenmeniz gerek ve akıl hocam Marcel Marceau’nun bana dediği, “Büyüklerden öğrenin”- bu ikinci şey.” “Ben sadece sorular sorarım”Polunin’e, “Trajedi sorudur. Komedi cevaptır” diye bir tanım var, gösteriniz bir soru ve bir cevap olsaydı nasıl olurdu?” diyorum: “Ben kesinlikle cevaplara karşıyım. Cevapları vermek izleyiciye kalmış. Ben sadece sorular sorarım. Eğer cevap vermeye başlarsanız, izleyiciyi bizimle yaratma fırsatından mahrum bırakırsınız. Ve bunun sonucunda ise izleyici sıkılır. Cevaplar vermeye çalışmak, birçok yaratıcının yaptığı büyük bir hatadır” diyor… Ezcümle, ajandalara tarihler düşüldüyse, naçizane mesajımı da Polunin’in pandomim / sözsüz fonunda bırakmak isterim: Adorno, “Negatif Diyalektiği” adlı kitabının girişinde, düşünmenin bir palyaçoluk biçimi olduğunu öne sürer. Tam da bu minvalde, ağlamayı da gülmeyi de fanilik mesaisinde ayarında yaşamayı şiar edinmiş bir fani olarak bu “kar gösterisi”nin, “o gün, o şovda, çocuklar gibi şendik” cümlesinin gölgesinde, us’unuza ve ömür defterinize notlanması arzusuyla, şimdilik huzurlarınızdan uzuyorum. (Meraklısına not: Hayatı, ilgi çekici ve fantastik performansların hiç bitmeyen bir festivali olan Polunin’i ve projelerini (yaratıcılık laboratuvarı adını verdiği, yaşam, sanat ve doğanın bir tür füzyonu olan) “Le Moulin Jaune” adlı web sitesinden takip edebilirsiniz. İnsanların çocukluklarına dönmelerine veya en çılgın fantezilerin dünyalarına seyahat etmelerine olanak tanıyan siyah – beyaz bahçeler ve odaların olduğu Mouline Jaune, Polunin’in tarifiyle “sanat ve hayatı birleştirdiği” ve birçok projeye ev sahipliği yapan, Paris yakınlarında konuşlnana kültürel bir merkez. Örneğin, Haziran başında, İtalyan Commedia dell’arte’ye adanmış bir kutlama ve konferans düzenlemeyi planlıyor. O vakit, yolu Paris’e düşeceklere selam olsun!