Konak değil bir hafıza restorasyonu
Dr. H. Onur Tıbıkoğlu | [email protected]/ İssos-Epiphaneia Kazıları Bilim Ekibi Üyesi- Doç. Dr. Banu Özdilek | [email protected]/ İssos-Epiphaneia Kazıları Bilimsel Danışmanı – Hatay’ın Erzin ilçesi Cumhuriyet Mahallesi’nde, Tıbıkoğlu Sokağı’nın Kargalar Caddesi ile kesiştiği köşe başında bulunan konak, yörede “Tıbık Hasan” olarak bilinen merhum Hasan Tıbıkoğlu tarafından 1940’larda inşa ettirilerek, üç çocuk ve eş dostla şenlenecek ailesine yuva olmuş. Yörede “leçe taşı” olarak bilinen volkanik taşlar ile örülü birinci kat duvarları üzerinde, kerpiç tuğladan üst katı ve avlu cephesinde ahşap yapılı bölümüyle iki katlı bu konak, arka uzun cephesi ile bir yan cephesini saran bir bahçe ve önde bir cadde ile çevrelenir. Alt katta avlu cephesinin ortasından açılan bir kapı ile dar bir sofaya girilir. Sofa her iki yanda birer odaya ve karşıda bir hamamlığa geçiş sağlar. Üst katta avlu cephesi boyunca uzanan ahşap bir açık balkon bulunur. Balkon bu katta bulunan mekânlara açılır. Bunlardan biri, girişi cephenin ortasında konumlandırılmış ocaklı bir mutfaktır ve oradan yan duvara açılmış bir kapıyla iç odaya geçiş sağlanır. Diğer bir oda ise yapının diğer kenarındadır ve balkondan geçilerek odaya girilir.Yapının anlamıMimari bir şaheser (!) olmasa da bu tür yapıların korunmasına yönelik yaklaşım kuşkusuz yalnızca estetik öneminden ileri gelmez. Somut kültürel varlıklar fiziksel oluşumlarıyla ortaya koydukları değer kadar, onun temsil ettiği yaşam biçimiyle, geçmiş ve geleceğe uzanması arzu edilen insan hikâyesiyle anlam kazanır. Geçmişi, İssos-Epiphaneia Antik Kenti’nde sürdürülen son araştırmalardan elde edilen arkeolojik kanıtlarla binlerce yıl öncesine giden bir kültür toprağı üzerinde kurulu güzel Erzin’in kimlik değerlerinden biri de yakın tarihimize ilişkin kültür varlıkları; yani sesleri, kokuları, yemekleri, sokakları, evleridir. İlçenin sokaklarında rastlayabileceğimiz 30 yaş ve üzerindeki herhangi bir Erzinlinin gözüyle gördüğü, kulağıyla duyduğu, hissettiği, kısacası bizzat yaşayarak özümsediği ve kendisini yaşadığı çevreye kök salmış bir birey olarak içselleştirdiği tüm bu değerlerin, şimdilerde hızla yok olmak üzere olduğunu; onların çocuklarının ya da torunlarının bunların varlığını ancak eğlenceli hikâyelerde sezebilmeleri gösteriyor. Ne mutlu ki bunlar en azından hikâye olarak anlatılarak kültürel bellek oluşturuluyor, elden geldiğince de gelenekler yaşatılmaya çalışılıyor. Buna rağmen tüm bu değerler bütünü ancak tarihi çevrenin korunmasıyla gelecek kuşaklara tam manasıyla aktarılabilir ve hikâyelerden elle tutulur bir gerçekliğe dönüştürülebilir. Dolayısıyla “eski”yi sadece bir hikâye olmaktan çıkarıp bir tarihi belge niteliğinde maddesel olarak da gözümüzün önünde tutmalıyız, onu insan duyu ve hislerinin kullanımına sunmalıyız. Konağın şimdiki sahibi Mehmet Tıbıkoğlu, anne ve babasının vefat etmesi ardından, uzun yıllardır kullanılmayan bu evde bazı koruma faaliyetlerini yerine getirmeye çalışmış: “Yakın bir zaman önce kendi maddi imkânlarımla, 80 yıllık geçmişin tüm yıpratıcı izlerini taşıyan baba evimin bazı kısımlarını aslına uygun bir şekilde yenileyerek, onarımını gerçekleştirdim. Amacım bu tarihî konağı yaşayan bir kültür evine dönüştürmek ve Erzin halkının kullanımına sunmaktır. Kültürel anlamı olan veya tarihi bir bölgenin parçası olarak değerlenen; Erzin’in bir dönemine ilişkin bir yaşam kesitinin yorgun bir tanığı olarak hâlâ ayakta durarak direnen, çocukluğuma, gençliğime, subaylığıma, gaziliğime, kısacası ‘Erzinli’liğime sebep olmuş tarihi özellikler taşıdığına inandığım binanın, evimin, Erzin’in gelecek kuşaklarına hikâyelerden ötesini sunabilmemiz için, ‘Ata’ toprağının kültürel nişan taşlarından biri olarak korunması, yaşatılması arzusundayım.” Bu tarihi ev, aradan geçen yaklaşık 80 yılın ardından yaşanan, yıkıcı 6 Şubat depremlerinden hiçbir şekilde etkilenmemiş; ilçenin 20. yüzyıl mimari dokusundan korunarak kalan tek örnek olarak ayakta kalmış. Böylece barındırdığı hikâye daha da önemli bir hal alıyor. Konak, Erzin sakinlerinin çoğunun yaşamında belli bir yer ve öneme sahip. İşlek bir yolun üzerinde bulunan yapının ilk sahipleri gönül eri insanlar olarak tanınıyor ve birçok insanın bu evde soluklanması, doyması, sohbete katılmasına vesile olan misafirperverlikleriyle anılıyorlar. Bu açık gönül ilişkisinin pek çok insan bilincinde biriktirdiği anılar yapının geleneksel mimarisiyle yarattığı “ambiyans” ile birleşince ona bir anıt değeri kazandırıyor. Konak; Erzin’deki ekonomik faaliyetlerin, iklim ve gündelik yaşamın mekâna yansıması açısından da önemli bir bilgi taşıyor. Arkada bir bahçeye sahip olan yapının yalın cephesi, iç mekânda o dönemin yaşam biçimiyle uyumlu düzenlemeleri bir dönemin mimari anlayışını yansıtması açısından oldukça değerli.İlk adım atıldı Konağın tüm bu değerleriyle yaşatılması konusunda önemli adımlar geçtiğimiz temmuz ayında atıldı. Erzin’de sürdürülen İssos-Epiphaneia Kazılarının bilim ekibinin çabalarıyla bir çalışma yürütülerek yapı sahibi Mehmet Tıbıkoğlu’nun talebi ve Erzin Belediyesi’nin aracılığıyla Hatay Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na resmi bir başvuru yapıldı ve yapının kültür varlığı olarak tescillenmesi sağlandı. Şimdi hedef, bu tarihi konağın yaşam hikâyesini koruyarak Erzin’e bir bilim-kültür evi olarak hizmet etmesi.Neler yapılacak?İssos-Epiphaneia Kazıları Bilim Üyeleri ile hazırlanan restorasyon projesinde, konağın aile yadigârı olarak ileride de kullanılmasına imkân veren ve aynı zamanda Erzin yerleşiminin ilk sakinlerinden olan “Tıbıklı Sülalesi”nin aile tarihinin de sunulacağı Erzin’in etnografik değerlerine ilişkin bir ilçe hafıza müzesi olarak işlevlendirilmesi öngörülüyor. Bunların yanı sıra konağın bir odası bölgede arkeolojik araştırmalar sürdüren bilim insanlarının çalışma ofisi olarak tahsis edilecek. Böylelikle kültürel anlamı olan ve tarihi bir bölgenin parçası olan bu yapı kültür varlıklarının, sadece onun sahibinin değil, içinde bulunduğu çevrede yaşayanların, o ülkenin ve giderek tüm insanlığın ortak mirası olarak değerlendirilmesi ve bu amaçla kullanılması konusunda önemli bir örnek olarak yaşamaya devam edecek. Öyle ki bu yaklaşım son yaşanılan depremle birlikte büyük yara alan Hatay kültür mirasının gelecek kuşaklarına hikâyelerden ötesini sunabilmemiz adına daha da önem kazanmış durumda.