Küresel satranç tahtasının yeni adresi: Arktik
Arktik bölgesi, günümüzde sadece sahip olduğu stratejik doğal kaynaklarla değil; aynı zamanda uluslararası ulaşım ve ticaret bağlamında da belirleyici bir noktaya ulaştı. Özellikle küresel ısınmanın meydana çıkardığı yeni koşullar, bölgenin ulaşım ve ticaret açısından öneminin artmasına zemin hazırlıyor. Ayrıca Arktik bölgesi sadece stratejik doğal kaynaklar açısından değil, aynı zamanda son yıllardaki askerî ve jeopolitik gelişmeler bağlamında da önemini artırıyor. Bütün bu süreç, bölgeyi küresel ekonomi ve siyasetin merkezine yerleştirmektedir.
Bölge, Kuzey Buz Okyanusu ve etrafındaki Grönland, Barents, Kara, Laptev, Doğu Sibirya, Çukçi, Beaufort denizleri ile Baffin ve Fox körfezleri, Kanada Arktik takımadalarında bulunan çok sayıdaki boğazlardan ve körfezlerden oluşmaktadır. Ayrıca Pasifik ve Atlantik okyanuslarının kuzeyinde bulunan boğazlar ve körfezler bölgenin sınırlarına dâhildir. Arktik kara alanları içerisinde ise Kanada Arktik takımadaları, Grönland, Spitsbergen takımadaları, Franz Josef toprakları, Novaya Zemlya, Severnaya Zemlya, Yeni Sibirya adaları, Wrangel Adası ve Avrasya ile Kuzey Amerika’nın kuzey kıyıları bulunuyor.
Arktik bölgesine sekiz devletin sınırı var: Rusya, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Kanada, Norveç, Finlandiya, İsveç, Danimarka ve İzlanda. Rusya, ABD, Kanada, Danimarka (Grönland) ve Norveç ise Kuzey Buz Okyanusu’na doğrudan kıyıdaş devletlerdir. Arktik bölgesi, başta gaz ve petrol olmak üzere çeşitli maden kaynakları bakımından zengindir. Dünyanın keşfedilmemiş hidrokarbon kaynaklarının yaklaşık %22’si Kuzey Kutbu’nda bulunur. Keşfedilmemiş petrolün %13’ü, doğal gazın ise %30’u bu bölgededir. Aynı zamanda söz konusu kaynakların %84’ü Arktik Okyanusu sahanlığında, %16’sı ise Arktik devletlerinin kara topraklarında yer alır.
Genel hatlarıyla iki önemli etken, Arktik bölgesinin jeopolitik ve jeoekonomik değerini artırıyor. Birincisi, kaynakların azalması nedeniyle enerji fiyatlarının gelecekte kaçınılmaz olarak artması. Enerjiye ulaşım ticari açıdan kârlı ve stratejik açıdan da daha önemli olacağından, keşfedilmemiş Arktik kaynaklarının çıkarılmasına olan ilginin artması bekleniliyor. İkinci etmen ise hem buzları eriten teknolojinin hem de iklim değişikliğinin, yakın zamanda kullanılmayan ticaret güzergâhlarını önemli rotalar hâline getirmesi öngörüsü. Bu çerçevede Arktik güzergâhı, alternatif rotalar açısından ehemmiyet arz ediyor. Ukrayna Savaşı’nın ortaya çıkardığı sistemsel dinamikler ve Çin’in uluslararası gücünün artması gibi etkenler, Arktik bölgesinin küresel jeopolitik denklemde belirleyici bir konuma yükselmesine zemin hazırlıyor.
Bu süreçte enerji güvenliği ve ulaşım koridorları gibi stratejik muhtevaya sahip konular, tamamlayıcılık ve işlevsellik kazandı. Aynı zamanda Rusya ve Çin arasındaki etkileşimin artmasıyla birlikte hem enerji hem de ulaşım konularında somut ve iddialı stratejik mekanizmalar ortaya çıkmaya başladı. Bölgesel ve küresel jeopolitiği derinden etkileyebilecek Kutup İpek Yolu girişimi söz konusu mekanizmaların hayata geçirilmesinde anahtar bir konuma sahip.
Monreo Doktrini 2.0 ve Arktik: Trump’ın stratejisinin ana noktaları
Trump ilk başkanlık döneminde de Arktik bölgesine özel ilgi duymaktaydı. İlk başkanlık döneminin sonlarına doğru Grönland’ı satın almaya çalışmıştı ancak Danimarka reddetmişti. Dünyanın en büyük adası olan Grönland, 2,1 milyon km² yüz ölçümüne sahip ve yaklaşık 60 bin insana ev sahipliği yapıyor. Coğrafi olarak Kuzey Amerika’ya ait olsa da siyasi bağlamda Avrupa’nın bir parçası. Çünkü ada Danimarka’ya bağlı özerk bir bölge. Ayrıca Grönland diğer Arktik bölgeleri gibi çeşitli yeraltı zenginliklerine sahip. Adada altın ve platin yataklarının yanı sıra petrol ve gaz, mermer, uranyum ve granit yatakları da bulunuyor. Ancak buzullar nedeniyle bu kaynakları çıkarmak neredeyse imkânsız.
7 Ocak’ta Trump, Danimarka’ya ait olan Grönland’ı ABD’ye ilhak etmek istediğini bu kez daha açık ve iddialı bir şekilde dile getirmişti. Trump, Grönland’ın sahip olduğu kaynakları Amerikan ekonomisi açısından oldukça önemli buluyor. Aynı zamanda Ukrayna Savaşı nedeniyle Rusya ve Çin arasındaki kapsamlı iş birliği mekanizmaları Arktik bölgesine sirayet ediyor. Rusya, Çin’in ekonomik gücünü Arktik bölgesinde kullanmaya çalışıyor. Bu yüzden ABD hem Grönland’ı hem de Kanada’yı jeopolitik etki alanına dâhil etmek istiyor, böylece Arktik’teki konumunu güçlendirmeyi amaçlıyor.
İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği Washington’a bölgede askerî anlamda büyük avantajlar sağlasa da özellikle Grönland’ın ilhakı, Amerikan stratejisinin tam teşekküllü uygulanması açısından fevkalade önem taşıyor. Çünkü Amerikan stratejisi; Arktik’in ekonomik, ulaşım ve jeopolitik öneminin giderek dünya politikaları açısından belirleyici bir noktaya geleceğine inanıyor.
Bu noktadan bakıldığında Trump’un Panama, Kanada ve Grönland çıkışları; ABD’nin Monroe Doktri’nin yeni versiyonunu uygulama çabalarına da işaret ediyor. Çinli şirketler Atlantik ve Pasifik kıyılarında Panama Kanalı’na giriş limanlarını kontrol ediyorlar ve ayrıca altyapı gelişimine aktif olarak yatırım yapıyorlar. Trump ise ABD’nin arka bahçesinde böyle bir ekonomik gerçekliğin oluşmasını engellemeye çalışıyor. Kanal üzerindeki Amerikan kontrolünün tekrar sağlanmasını veya Panama ile birlikte ABD’nin de kanal üzerinde otoriteye sahip olmasını istiyor. Diğer taraftan Kanada ve Grönland üzerindeki hâkimiyet, Trump’a Arktik’teki jeopolitik arzularını hayata geçirme olanağı tanıyor. Kanada’nın 51. Eyalet olarak Amerikan egemenliğine girmesi de çetrefilli bir süreçtir. Grönland’ın akıbeti ise biraz farklı olabilir. ABD 1867’deki Alaska örneğinde olduğu gibi Grönland’ı satın alabilir veya kiralama yoluyla adada hâkimiyet kurabilir. Eğer bu gerçekleşirse ABD hem stratejik hem de ekonomik açıdan büyük bir kazanım elde edebilir.
Eriyen buzullar ve yeni ulaşım rotaları
Buzulların erimesi, Arktik merkezli ulaşım rotalarının jeopolitik önemini katlıyor. Bu durum aynı zamanda yeni ticaret yollarının açılması demek. Bu çerçevede Ukrayna Savaşı’yla pekişen Rusya-Çin ortaklığının Arktik bölgesine taşınması, ABD’nin jeopolitik hedeflerine yönelik ciddi bir meydan okuma olarak karşımıza çıkıyor. Rusya’nın Arktik kıyı şeridinin toplam uzunluğunun yarısından fazlasına sahip olması, Washington’un güvenlik endişelerini arttırıyor. Avrupa’ya giden Kuzey Denizi Rotası, kendisini Arktik’e yakın bir güç olarak tanımlayan Çin tarafından da kullanılıyor. Çin’in Grönland’a ilgisini de bu noktada vurgulamak gerekli. Çin, Grönland’daki eski Amerikan havaalanlarını ve bir donanma istasyonunu satın almaya çalışıyor. Son dönemlerde Çinli şirketlerin Arktik kaynaklarına erişim sağlama girişimleri ABD tarafından endişeyle takip ediliyor.
Küresel sıcaklıklar nedeniyle 2030 yılına kadar Arktik’in yaz aylarında deniz buzundan arındırılmış olacağı tahmin ediliyor. Bu bağlamda ABD, Rusya ve Çin bölgeyi bir ulaşım merkezi olarak görüyor. Her üç ülke dış politika doktrinlerinde bölgeye özel önem atfediyor. Örneğin, 2018’de Çin hükûmeti, Çin’in Arktik bölgesine yönelik stratejilerini ve yaklaşımlarını ele alan Arktik politika belgesini açıklamıştı. Belge, Çin’i “Kuzey Kutbu’na yakın bir ülke” olarak nitelendirmekteydi. Bu bağlamda Çin, 2018’den itibaren Arktik politikası ile Tek Kuşak Tek Yol girişimi arasında bir bağlantı oluşturuyor. Bu süreç şu an Kuzey İpek Yolu şeklinde formüle ediliyor.
Arktik’te egemenlik kurma çabaları Trump’ın “Amerika’yı yeniden güçlü yapma” stratejisiyle örtüşüyor. Trump’ın pazarlığa giderek Arktik’te Rusya ile pragmatik bir iş birliği mekanizması oluşturma ihtimali de bulunuyor. Bu durumda Çin’in ve Avrupa’nın tutumunun nasıl olacağı ciddi bir mülahaza konusu. Özetle; Trump’un ticari mantıkla donattığı “her şeyi satın alma” mottosuyla jeopolitiğin kendi dinamikleri doğrultusunda inşa ettiği kavramlar arasında bir çatışma olasılığı her zaman mevcut.