Medyanın büyük yalanı! Gerçeği öldürdüler, hepimizi köle ettiler! Bu tam bir pornografi

0

Yusuf Kaplan, medyanın gerçeği çarpıtarak hakikati öldürdüğünü yazdı. Medyanın mesaj yerine kendini öne çıkardığını ve insanların gerçeklikten kopmasına yol açtığını ifade eden Kaplan, medya çağında iletişim sorunlarının derinleştiğini belirtti. İnsanların sahte bir dünya algısına mahkum edildiğini dile getiren Yusuf Kaplan, dikkat çeken yazısında şunları kaydetti: “Medyaların hâkim olduğu dünya, insanın kendini ve dünyayı daha iyi anladığı bir dünya değil. Kendiyle, çevresiyle, dünyayla daha iyi, daha anlamlı, daha verimli iletişim ve irtibat kurduğu bir çağ değil. Medya, çağ’ı öldürüyor. Çağ’ı öldürerek hakikati de öldürüyor. Çağ’a mahkûm ederek insanı devâsâ bir ağa hapsediyor çünkü. Çağ, ağ’a dönüşüyor, insanı kapana kıstırıyor. MEDYA ÇAĞINDA, NEDEN İLETİŞİMSİZLİK EN BÜYÜK SORUN? Medya çağındayız ama iletişim en temel sorun çağımızda. Medyalar sözümona iletişim araçları ama insan belki de insanlık tarihinde en büyük iletişim sorununu çağımızda yaşıyor. Gördüğünüz gibi burada büyük bir paradoks var. Bu paradoksu nasıl anlayabilir ve aşabiliriz peki? Her şeyden önce buradaki paradoksu felsefî derinliğiyle bütün yönleriyle görebilmeliyiz, ki bunu pek az kişi başarabilecek durumda. Medya’nın kendisi iletişimin önündeki en büyük engel. İletişimi öldürüyor medyalar! Üstelik de iki zorlu süreçten geçirerek, daha doğru ve felsefî bir ifadeyle iki tür ontolojik şiddet uygulayarak yapıyor bunu. Buradaki şiddetin boyutlarını görebilmek için işin etimolojisine bakmakta yarar olabilir. “Media”, “medium”un çoğulu. Medium, araç demek. Media, araçlar. Medyanın yani araçların her yerde yaygınlaşması, iletişimin kolaylaşmasını değil, zorlanmasını sağlıyor. Araç, mesajın önüne geçiyor. Medya, mesajı yutuyor. Aslolan mesaj değil medya. Medyanın hem her yerde hâzır ve nâzır olması hem de mesajı değil kendini sunması, kurgulama tekniklerine başvurması, özetle medyanın varlığı, ontolojik şiddet üretiyor. Bu da mesajı buharlaştırıyor, medyayı, medyanın sunum biçimlerini öne çıkarıyor. Olay, devreden çıkıyor, başka bir şeye dönüşüyor. Kelimenin tam anlamıyla şey’e dönüşüyor. Bununla kalsa iyi. Medya, mesajı, ayartıcı bir şekilde veriyor. Ayartarak, estetize ederek sunuyor ve izleyiciyi baştan çıkarıyor. Pornografikleştiriyor. Medyanın ontolojik şiddetine, medyanın pornografisi dâhil oluyor ve ikinci bir şiddet daha uyguluyor izleyiciye medya böylelikle. Medya mesajın önüne geçip, mesajı buharlaştırmakla kalmıyor, mesajı ayartıcı, pornografik bir dille sunarak izleyiciyi de buharlaştırıyor. Medyanın kaba şiddeti, bu kez medyanın sofistike şiddetine dönüşüyor. Burada hem mesaj yerine ulaşamıyor, hem izleyici ne olup bittiğini anlayamıyor, hem de epistemik şiddete maruz kalıyor, epistemik körleşme ve köleleşme yaşıyor. Medya’nın görüntüleri, gerçeğin görüntüleri değil, ayartıcı, kurgulanmış, paketlenerek sunulan, üstelik de ayartıcı görüntülerdir. Medyanın girdiği yerden gerçek çıkar. Medya kendini gerçek katına yükseltir. Gerçekten daha gerçek katına. Üstelik de “ayartıcı gerçek” katına. Sahtenin hükümranlığıdır bu. Mutlak sahte’nin. Algı’nın aklı çarmıha germesi, hakikati yok etmesi, hayatı çöle çevirmesi, insanı gönüllü, celladına âşık edilen medyatik tekniklerle sanal olarak üretilen, gerçekten daha gerçek süsü ve görüntüsü verilen özgürlük kölelerine dönüştürmesi.  İKİ BAKIŞ: BASAR VE BASÎRET  Peki, medyanın pornografisini nasıl aşacağız? Bunun için bakış biçimlerine kısaca bakmamız gerekiyor. Bu bakış biçimleri buraya kadar söylediklerimi daha iyi anlamamıza ve bir yere oturtmamıza katkıda bulunabilir. İki tür bakış vardır: Birincisi, basar’la çıplak göz’le gerçekleştirilen sıradan bir eylemdir. Çıplak göz, görüneni görür, derûnunu göremez. İkinci bakış, akış’ı sağlayan ve varış’la sonuçlanan sıradışı, derûnî bakıştır: Basîret’tir o. İnsanın iç gözü. Kalp gözü de diyebiliriz buna. Sadece görünenlere bakarsanız hiçbir şeyi göremezsiniz hakkıyla. Görünen kabuktur, yüzeydir, ayartıcıdır. Görünenin ötesine, meselenin özüne, temeline inebilmelisiniz: işte o zaman görünenin ne denli yanlış ve hatta yanıltıcı olduğunu görmekte zorlanmazsınız. Basîret, görünenin ötesini, bir şeyin iç yüzünü, hakîkatini görmemizi, idrak etmemizi mümkün kılan çok katmanlı bir bilme, bulma ve olma biçimi sunar bize. Kalpsiz göz göremez. Kalpsiz göz kördür. Çıplak göz kalpsizdir ve kördür o yüzden. Yine o yüzden çağımızın tartışmasız en parlak, en çaplı sanat tarihçisi, Ernest Gombrich, “çıplak göz, kördür” demişti. Kalp, gördüklerimize dokunmadan değmemizi sağlar, baktığımız şeyi duymamızı, hissetmemizi mümkün kılar. Hissediyorum o hâlde var. Duyuyorum o hâlde var. O varsa ben de varım. Ben varsam o da var. İşte kalp iki ruh arasında muhteşem bir irtibat kurar, iki tarafı birbirine bağlar. Tam da bu sebeple, kalbini yitirmişsen, gözüm var deme boşuna, göremezsin, diyorum. Sözün özü: Basar, hasarları gösterir sadece. Basîret, hasarlar örer insanın önüne… Vesselâm.”    

Leave A Reply

Your email address will not be published.

File not found.