Merkez Bankası’ndan son faiz artışı

0

Merkez Bankası, arka arkaya sekiz toplantıda faizleri artırarak politika faizini yüzde 45’e çekti. Bazı iktisatçılar enflasyonun bu denli yüksek olduğu bir ortamda bu politika faizinin yeterli olmadığını düşünüyorlar. Enflasyonla mücadeleyi sadece para politikasına da bağlamamak lazım. Maliye politikası ve yapısal reformlar en az para politikası kadar önemli

Merkez Bankası, politika faizini yüzde 45’e çekti. Böylece arka arkaya sekiz toplantıda faizler kademeli olarak artırılmış oldu. Para Politikası Kurulu’nun karar metnindeki şu ifadelerden bu kesintisiz faiz artışlarının sonuna gelindiğini görüyoruz: “Kurul… dezenflasyonun tesisi için gerekli parasal sıkılık düzeyine ulaşıldığını ve bu düzeyin gerektiği müddetçe sürdürüleceğini değerlendirmiştir.”

Enflasyonun mayıs ayında yüzde 72-75 civarında tepe noktasına ulaşması bekleniyor. Bazı iktisatçılar enflasyonun bu denli yüksek olduğu bir ortamda yüzde 45’lik politika faizinin yeterli olmadığını düşünüyorlar. Bu eleştiri teoride olarak anlamlı olsa da pratikte karşılığının olduğu noktasında şüphelerim var.

Faizlerdeki yükselişe rağmen, iç talebin yeterince soğumadığı doğru. Tüketiciler halen enflasyonun düşeceği beklentisi içinde değiller. Bu yüzden fiyatlar daha da fazla artmadan geleceğe yönelik kafalarındaki ürünleri önden almanın peşindeler. Ev veya araba almanın sadece dar gelirler için değil orta direk için bile çok zorlaştığı bir ortamda insanlar, para biriktirmek için yeterli motivasyona sahip değiller. Ev veya araba alamayacaksam neden para biriktireyim düşüncesi ağır basıyor.REEL SEKTÖRE ETKİSİ

Reel sektör tarafında ise hissedilir bir yavaşlama var. Ticari kredi faizlerinin yüzde 55’e yaklaştığı bir noktada birçok şirket, borçlanmayı akıllıca bir hareket olarak görmüyor. Bu maliyetle borçlanıp iş yaptıktan sonra size kâr marjı sağlayacak çok fazla iş fırsatı yok. Krediye talep azalınca bankalar bu sefer mevduat faizlerini aşağıya çekmeye başladılar. 2023’ün sonlarında yüzde 50’ye yaklaşan mevduat faizleri artık yok.

Bu koşullarda Merkez Bankası faizleri artırmaya devam etse de mevduat faizi buna paralel hareket etmeyebilir. Tasarrufu özendirmediği durumda para politikasındaki ilave sıkılaşma, sadece üretimin ve istihdamın azalmasına yol açar. Enflasyona etki ise sınırlı kalır.

Merkez Bankası’nın para politikasını sıkılaştırmaya dönük bugüne kadar attığı adımların altını doldurması gerekiyor. Bunun yolu da para politikasının iletişim ve likidite yönetimi taraflarını etkin çalıştırmaktan geçiyor. Enflasyonla mücadeleyi sadece para politikasına da bağlamamak lazım. Maliye politikası ve yapısal reformlar en az para politikası kadar önemli.DÖVİZ KURU VE İHRACAT

Döviz kuru ile ihracatta rekabet gücü arasındaki ilişki Türkiye’de çok sık gündeme geliyor. Asgari ücret artışı sonrasında ihracatçılardan döviz kurunun artmasına yönelik talepler bir kez daha yükseldi. İktisat literatüründe reel döviz kurundaki değer kaybının ihracatı desteklediğini gösteren çalışmalar mevcuttur. Sayıları görece daha az da olsa bu ikili arasında anlamlı bir ilişki olmadığına yönelik bulgular da var. Bu iki değişken arasında kesin ve her koşulda geçerli bir ilişki olduğunu söylemek güç.

Konuya dair bilimsel çalışmaların söylediklerini basitçe şöyle özetleyebiliriz: Değersiz para birimi, kalkınmanın ilk aşamalarında emek yoğun sektörlerde rekabet avantajı sağlayabilir. Bu sayede düşük gelirli bir ülke, orta gelir kategorisine doğru tırmanabilir. Ancak, kalkınma merdiveninin orta basamaklarına gelmiş bir ülke, değersiz para birimi üzerinden yüksek gelirli ülkeler ligine geçiş bileti alamaz. Reel döviz kurunun rekabet gücü üzerindeki olumlu etkileri esas itibarıyla Güney Asya ülkelerinde görülüyor. Güney Asya ülkelerinin sanayi politikalarının bir tamamlayıcısı olarak döviz kurunu bir plan dahilinde kullanmaları ve bu toplumların tasarruf eğilimlerinin yüksek olması, bu farkı oluşturan ana etmenler.TÜRKİYE ÖRNEĞİ

Gelelim Türkiye örneğine. Türkiye için döviz kurunun ihracat üzerinde kalıcı bir rekabet gücü oluşturduğunu iddia etmek güç. Türkiye’de bu iki değişken arasındaki ilişki çok güçlü değil. Bunun çeşitli sebepleri var: Öncelikle, Türkiye’de orta-yüksek ve yüksek teknolojili ürün gruplarında ithal ara mallarına olan bağımlılığın yüksek olduğunu unutmayalım. Bunun yanı sıra, Doğu Asya’dakinin aksine, Türkiye’de döviz kuru politikası ile diğer sanayi politikası araçları koordineli ve planlı biçimde uygulanmamıştır. Bu durum döviz kurunun sağlayabileceği potansiyel etkileri köreltmiştir. TL son 20 yılda ya çok değerli olmuş ya da aşırı değersiz bir patikada ilerlemiştir. İfrat ile tefrit arasında gidip gelmişiz. Son yıllarda kurda yaşanan artışlar planlı veya bir strateji dahilinde gerçekleşmedi. Daha ziyade şok etkisiyle ortaya çıktı. Bilimsel çalışmalar, döviz kurundaki şokların ve yüksek dalgalanmaların büyümeyi olumsuz etkilediğini gösteriyor. Zira, bu tip ani kur hareketleri yüksek enflasyon ve gelir eşitsizliği gibi yan etiklere neden oluyor. Bu sorunlar zamanla potansiyel büyümeyi aşağıya çekiyor. Türkiye gibi orta gelirli ülkeler, döviz kurları üzerinden sadece kısa vadeli rekabet avantajı devşirebilir. Ama bu etki genelde geçici ve konjonktüre bağlıdır. Tıpkı Türkiye’nin salgın dönemindeki ihracat performansında olduğu gibi. Sadece döviz kurundan medet ummak bir ekonomiyi ihracat ürünleri noktasında kısır bir dengeye sürükleyebilir. Sürekli düşük ve orta teknolojili ürün gruplarına takılıp kalabilirsiniz. Uzun vadeli rekabet avantajı; ürün çeşitliliği, ürün kalitesi, beşerî sermaye, Ar-Ge ve teknolojiye yapılan yatırımlar ve kurumsal kapasiteyle ilintilidir.

Leave A Reply

Your email address will not be published.

File not found.