Neden sürekli aynı tip insanları hayatımıza giriyor? Hakan Mengüç açıkladı: “Bu döngüyü kırmak için…”
Birçoğumuz hayatımızda tekrar eden bir deseni fark ederiz: Farklı yüzlerde, farklı isimlerde, ama aynı davranışları sergileyen insanlar… Aynı tür ilişkiler, aynı tür sorunlar ve aynı duygusal yüklerle tekrar tekrar karşılaşırız. Peki, neden hep aynı tip insanları kendimize çekeriz? Bu döngünün ardında yatan psikolojik nedenlere bir göz atalım.
EVDE HİSSETME EĞİLİMİ
İnsan psikolojisi, bilinçli olarak acıdan kaçınmaya çalışsa bile, bilinçaltı düzeyde tanıdık olanı aramaya meyillidir. Acı verici bile olsa, geçmişte deneyimlenen ilişkiler bizde bir tür “tanıdıklık” duygusu yaratır. Bu nedenle, çocuklukta mesafeli, soğuk veya eleştirel bir ilişki modeliyle büyümüş bir kişi, yetişkinlikte kendisini tekrar bu tür ilişkilerde bulabilir. Tanıdık olan, bir nevi güven hissi verir; kişi o ilişkide ‘nasıl davranması gerektiğini’ bilir.
Örneğin, eleştirel ebeveynlerle büyüyen bir birey, yetişkinlikte kendisini sürekli eleştiren partnerlere ya da arkadaşlara çekilebilir. Çünkü bilinçaltında bu eleştirel yapıyı tanır ve “evde” hissettiği bu tanıdık ortamda güvende olduğunu zanneder. Bu döngü, kişinin tanıdık hissetmek için sürekli aynı kalıpları aramasına yol açar.
ASLINDA KENDİ SEÇİMİMİZ DEĞİL
İkinci önemli sebep, geçmişte kontrol edemediğimiz acılara karşı bir tür “kontrol” kurma arzumuzdur. Çocuklukta veya gençlik döneminde yaşanan bazı zorlayıcı deneyimlerde insanlar kontrolü ellerinde tutamaz; acı veya çaresizlik hissi karşısında edilgendirler. Yetişkinlikte ise bu acıyı bilinçli bir şekilde kendilerinin seçtiğini düşünerek bir rahatlama yaşamak isterler. Geçmişte yaşanan kontrolsüz acıları şimdi “kendi tercihleriyle” yaşıyor gibi hissederek, geçmişin yaralarını bir nevi kontrol altına alırlar.
Örneğin, geçmişte sürekli terk edilen bir birey düşünelim. Bu kişi, çocukluk veya gençlik döneminde bir ebeveyni tarafından terk edilmiş ya da önemli gördüğü bir ilişkide güvensizlik ve yalnızlık duygularını derinlemesine yaşamıştır. Bu terk edilme deneyimi, onun bilinç dışı zihninde kalıcı bir iz bırakır ve yetişkinlikte ilişkilerinde benzer duyguları yaşamaktan kaçınmaya çalışsa bile aynı tür kişilere çekildiğini fark eder. Bu birey, yetişkinlikte bağlanmakta zorlanan, duygusal olarak mesafeli ya da kararsız partnerlere ilgi duyar. İlk başta bu tür ilişkilerde “tanıdık” bir his bulur, bu da o ilişkiye daha kolay girmesini sağlar. İlişki sürecinde ise, bu birey farkında olmadan bir şekilde eski yaralarını yeniden açmak pahasına geçmişteki acıyı tekrarlamayı seçmiş olur. Ancak bu kez durumu kendi kontrolünde hissetmeye çalışır, çünkü bu ilişkiyi kendisi seçmiştir. Geçmişteki gibi edilgen durumda olmadığını, acıyı bu sefer kendi tercihleriyle deneyimlediğini düşünür ve bu, ona geçici bir rahatlama sağlar. “Bu kez kontrol benim elimde,” diye düşünerek, geçmişte yaşadığı çaresizlikten uzak olduğunu zanneder. Bu “kontrol hissi” bilinç dışında ona bir tür rahatlama sağlar çünkü bu kez “yüzleşmeyi” kendi seçmiştir.
SEBEBİ GEÇMİŞTEKİ YARALAR
Bir diğer önemli neden ise “iyileştirme” arzusudur. Kişi, geçmişte yaralandığı ilişkileri bilinç dışında yeniden yaratarak, bu kez o yarayı iyileştirmeye çalışır. Çocukluk veya ergenlik döneminde yaşadığı travmalar ya da duygusal boşluklar yetişkinlikte de tekrar eder. Bu döngüde kişi, aynı tür ilişkilere çekilerek o yarayı iyileştirmeye çalışır, ama bu çaba zamanla takıntıya dönüşebilir. Örneğin, çocukken duygusal olarak ulaşılmaz bir ebeveyni olan bir birey, yetişkinlikte de bağlanma sorunu yaşayan partnerlere çekilir. Bilinç dışında, “Bu sefer bu kişiyi değiştirebilir, o ilgiyi görebilirim,” diye düşünür. Böylece geçmişin yaralarını iyileştirme umuduyla, benzer ilişkilere tekrar tekrar çekilir. Ancak çoğu durumda bu çaba sonuç vermez ve kişi sadece aynı acıyı yeniden yaşar.
BU DÖNGÜYÜ KIRMAK MÜMKÜN MÜ?
Bu döngüyü kırmak elbette mümkündür, ama bu süreç farkındalıkla başlar ve üzerinde derinlemesine çalışmayı gerektirir. Öncelikle, kişinin geçmişte yaşadığı acı verici deneyimlerin bugünkü seçimlerini nasıl etkilediğini fark etmesi önemlidir. Bu farkındalık, tanıdık olanın çekiciliğine kapılmayı, kontrol ve iyileştirme arzularıyla hareket etmekten uzaklaşmayı sağlar. Ardından, bu deneyimleri kabul etmek ve mümkünse onlara yeni bir anlam vermek, hatta geçmişin etkisini hafifletmek için anlamını değiştirmek önemlidir. Daha önceki yazılarda bahsettiğim DAT Sistemi, yani “durum-anlam-tepki” zaten bunu hedefler. Eğer hala geçmişe dair birikmiş duygusal yükler varsa, bu yükleri boşaltmak da sürecin bir parçası olabilir. Böylece, kişi daha bilinçli seçimler yaparak geçmişin tekrar eden döngüsünden sıyrılabilir ve sağlıklı, doyurucu ilişkiler inşa etmeye adım atabilir. Bu sürecin sonunda, kişi tanıdık ancak acı verici ilişki kalıplarının yerine, daha doyurucu, sevgi dolu ve dengeli ilişkiler kurmaya başlayabilir.