Ordu iç düşman arıyor! Mustafa Kemal’le yüzleşme zamanı geldi de geçti bile
Akşam gazetesi yazarı Hüseyin Besli, Kara Harp Okulu’ndan mezun olan teğmenlerin paralel yemin olayını değerlendirerek, ordunun iç tehditlerden bahsetmesinin görev sınırlarını aştığını ifade etti. Besli, Türkiye’nin sağlıklı bir yol yürümesi için Mustafa Kemal’le yüzleşmesi gerektiğini belirtti. Ordu ve devlet ilişkilerinde daha net bir çizgi çizilmesinin önemine dikkat çeken Besli, iç tehdit söylemlerinin tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini kaydetti. İşte Hüseyin Besli’nin yazısı: “Malumunuz, son zamanlarda Türkiye gündemini meşgul eden konulardan bir tanesi de, Kara Harp Okulu’ndan mezun olan bir gurup teğmenin ettiği paralel yemindir. Öncelikle söylemeliyiz ki; söz konusu teğmenlerin davranışı içerikten bağımsız olarak kural dışıdır, askerlik raconuna uymayan bir vasıftadır… TSK iç yasasında bu davranışın karşılığı ne ise o yapılacaktır zahir… Bu vesileyle; Dünya kurulduğundan beri; hadi diyelim devletlerin var olduğu günden bu yana orduya ihtiyaç duyulmuştur. Bu ihtiyaçlık ülkenin/devletin dış tehditlere/düşmanlara karşı ülkenin/devletin korunmasına matuftur. Bu bağlamda meşru düşmanlık besleme/yapma hakkı yalnızca ordulara aittir. Nasıl ki düşmana karşı ordular kurulmuşsa, orduların var olması durumu ancak düşman nedeniyledir. Altını bir kez daha çizersek; devletin/ülkenin/ordunun düşmanı dışarıdadır. Kim ki; içeride düşman arıyorsa orada yolunda gitmeyen bir şeyler vardır. Haddi aşan, paralel yapılar kurmaya çalışan birtakım güçler türemiş demektir. Hatırlatmak gerekirse, ta Osmanlı’dan, İttihat Terakki’den başlayarak Türk ordusunda sakil/kötü bir teamül oluşmuştur. Ne zaman ki askerler, siyasi iradenin kendi doğru bildiklerinin aksine hareket ettiğine inanmışlarsa; sivillerden farklı olarak silah taşıyor olmanın verdiği güçle, yönetime müdahale (ihtilal) etmişlerdir… Ne hazindir ki bu askerler silahlı olmayı en akıllı olmayla eş tutmuşlardır. Böyle olunca her şeyin en iyisini kendilerinin bildiğine inanmışlardır kör göze parmak… Çoğunlukla kimse de onlara, doğru-dürüst bir şey bilmediği halde çok şey bildiğini zannetmenin ne büyük bir cahillik olduğunu hatırlatamamıştır, karşısındaki silah taşıdığı için. (Tabi ki istisnalar olmuştur/olacaktır) Bir ordu, ne zamanki iç tehditten, düşmandan, iç tehdide karşı devleti/rejimi korumaktan bahsediyorsa o ordu görev sınırlarını aşmış meşruiyetini yitirmiş demektir. Kaldı ki kolluk kuvvetlerinin, askerlerin iç düşmanı olamaz. Keza, içerde herkes vatandaştır. İçerde suçlu vardır. Suçluyu takip de iç kolluk güçlerinin (polisin) görevidir. Dolayısıyla ordunun içerde suçlu takibi/araması gibi bir görevi de/tutumu da olamaz, olmamalıdır… (Bu bağlamda Jandarmanın durumunu ayrıca tartışsak mı acaba?) Yukarıdaki anlatılanlarla irtibatlandırılacak bir gelişme yaşandı geçen gün. Emekli bir asker olan Naim Babüroğlu nam kişi bir televizyon kanalında; “Ben Mustafa Kemal’e öldü demem o ülkesini yönetiyor” deyivermiş. Babüroğlu’nun söylediği öyle; merdi kıpti sirkatin söylemiş veya saçmalamış işte diye geçiştirilecek bir şey değildir. Türkiye’de öyle bir kesim var ki hala Atatürk sopasıyla halkı dövmek ve hizaya sokmak istiyor. Taktir edersiniz ki bu dövme ve hizaya sokma ameliyesi ancak elinde silah olan ve düşmanı (!) yok etmek üzere yetişen asker eliyle mümkündür. Ne yazık ki son zamanlarda Ak Parti cenahından da vurduğu yerden ses getirsin diye Atatürk sopasına yağ dökmek isteyen kişilere de rastlamak mümkün… Şöyle veya böyle; olgular ve olaylar gösteriyor ki; Türkiye sağlıklı ve onurlu bir yol yürümek istiyorsa behemehâl bizatihi Mustafa Kemal’le yüzleşmelidir; Kemalizm veya Atatürkçülük ile hesaplaşmak yetmez… İyiyi iyilik, kötüyü kötülük hanesine yazabilmelidir. Korkmadan ve tereddüt etmeden doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebilmelidir…”