‘Uydurukça’ rüzgârı Türkçeyi yaraladı! Dr. Hâle Sert “Dil Devrimi sadeleştirme için yapılmadı” diyor
1930’larda ortaya çıkan “Öz Türkçe” rüzgârını kitabında işleyen Dr. Hâle Sert, eski medeniyetten kopuş için atılan Arapça-Farsça kelimeler ve uydurulan yeni “sözcüklerle” edebiyatın ciddi yaralar aldığını söylüyor.MURAT ÖZTEKİN’İN HABERİ – Ateş yerine “yalaz”, “arkadaş” için “celtek”, “şiir” yerine “yır”… Türkiye’de 1930’larda yeni bir “ulus” inşa etme maksadıyla harflerden sonra sıra kelimelere gelmişti. Asırlarca Türkçede kullanılan Arapça ve Farsça kökenli kelimeler lisandan atılıyor, yerine devlet eliyle “sözcükler” imal ediyordu. Uydurulan kelimelerden bazıları bugün kulağımıza komik gelse de birçoğu dilimize yerleşti; hayat gitti yaşam geldi, şehirler kente dönüştü, saadetin yerini mutluluk aldı… Peki “uydurukça” diye de anılan bu kelimeler edebiyata nasıl tesir etti? Dr. Hâle Sert, akademide işte bu sorunun peşine düştü. İletişim’den çıkan “Edebiyat Devrimi” adlı kitabında da geçen asırdaki dil devriminin edebiyat eserlerine negatif yansımalarını ele aldı. Biz de kendisiyle konuştuk…YENİ İDEOLOJİYLE ÖRTÜŞMÜYOR!Türkiye’de 1930’larda yapılan dil devriminin hayata ve edebiyata tesiri büyük oldu. Ancak çoğu insanın devletin lisan üzerinde böyle bir tasarrufta bulunduğuna dair bilgisi yok. Bu, enteresan bir durum değil mi?Haklısınız, çok kimsenin haberdar olmadığı ve sıklıkla harf inkılabıyla karıştırılan bir devrim. Aslında alfabe değişimiyle birlikte Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin yazılışları, hatta sesleri problem olarak görülmeye başlıyor. O devrin bürokratları ve ileri gelenleri, medeniyet değiştirdiklerini, alfabe gibi Arapça ve Farsça kelimeleri de yenileriyle değiştirmek gerektiğini düşünüyorlar. Yeni ideolojiyle örtüşmeyen bu kelimelerin İslam medeniyetiyle dâhil olunan geçmişi hatırlattığı için ileriye taşınmamasına karar veriyorlar.İSLAM TOPLUMUNDAN KOPUŞ İÇİNAma dil devriminin sadeleştirme ve dilin kolay anlaşılmasını sağlama gibi maksatlarının olduğu söylenir… Bu, çok doğru değil. Devrimin ideolojik bir gerekçesi var. Dilin sadeleştirilmesi zaten 1800’lerin ortasından beri tartışılıyor ve dil kendiliğinden sadeleşiyordu. Bir akış vardı. Fakat devrim, bıçakla kesmek gibi bir adım oldu. Bunu Halide Edip yazılarında açıkça dile getiriyor; alfabe devriminin de İslam toplumlarından kopuş için yapıldığını söylüyor.Peki, dil devrimiyle birlikte tam olarak ne gibi adımlar atıldı?Aslında bu işin felsefesi 1930’larda yapılan dil kurultaylarında ortaya konuyor. Önce zihinler netleştirilmeye başlanıyor; “Arapça ve Farsça kelimeler, Türk insanının hayat tarzını yansıtmıyor. O hâlde bu kelimelerden kurtulalım” deniyor. Sonrasında da eski kelimelere yeni karşılıklar aranıyor, bir şekilde bulunuyor ve bunların yer aldığı cep kılavuzları yayınlanıyor. Gazete ve dergilerde bu kelimeler halka tavsiye ediliyor. Eski kelimelerle yazanlar bir ceza almıyor, burada bir zorlama görülmüyor. KÖŞE YAZILARI TERCÜME EDİLDİPeki ama o dönemde bir yazar veya gazeteci, yeni ortaya çıkarılan kelimeleri kullanmasaydı, kariyerini sürdürebilir miydi?
Bunu kamuoyuna bırakmak lazım. Fakat aslında o dönemde gazete sahiplerinden öz Türkçe ile yazılar yayınlamaları isteniyor. Mesela köşe yazarları normal şekilde yazılarını kaleme alıyorlar, gazete de bu yazıları öz Türkçeye çeviriyor. Tabii, çevrildiğinde anlaşılmaz cümleler ortaya çıkıyor. Bunlar, bir milletin ve dilin başına gelen çok ilginç şeylerdir. YENİ TÜRKÇE BİZE YETMEDİO dönemde yeni kelimeler nasıl uyduruldu? El yordamıyla mı oldu?Tabii ki el yordamıyla oldu. Zaten dil kurultaylarındaki tartışmaları yapanlar dil bilimciler değildi. Bu o dönemin bir rüzgârıydı. Bazıları artık kullanılmıyor ama ortaya çıkarılan “sözcük” gibi kelimeler dile yerleşti. Fakat böylece birçok kelime de unutulmuş oldu değil mi?Bence büyük bir kayıp yaşandı. Dil ve edebiyat da ciddi şekilde yara aldı. Uzun yıllar edebiyat kanonunu belirleyen “yeni dil” oldu. TRT’nin programlarında eski dilin kullanımı çok fazla istenmez, edebiyat ödüllerinde ancak öz Türkçe dil kullanılan eserler kabul görürdü. Aslında bu çerçeveden baktığımızda dil devrimi çok başarılı oldu. 1980 sonrasında ise bu hegemonya kırıldı; eski kelimeler edebî dile dâhil olmaya başladı. Bu nasıl oldu?Hasan Ali Toptaş gibi yazarlar eski kelimelerinin güzelliklerini fark edip eserlerine dâhil ettiler. Dil, kendini tamir ediyor ve eski zamanlardan kelimeler çağırıyordu. Mesela trajikomik şekilde Sıla’yla birlikte pop şarkılarında eski kelime kullanma trendi başladı. Günümüz Türkçesinin yetersizliğini insanlar fark etti.Peki yeni kelimeler, edebiyata hiç müspet etki yapmış mı?Kelimenin yaşayan bir varlık olduğunu, yüzyıllar boyunca birçok duyguyu ve çağrışımı heybesine ekleyerek bugüne geldiğini, katmanlı bir yapısının olduğunu bilmek gerekiyor. O yüzden dil ve kelimeler, üzerinde işlem yapılabilecek şeyler değil. Yeni çıkarılan kelimelerin çağrışımı güçlüyse belki kabul edilebilir ama bizde bu da pek olmamış. Mesela F. Hüsnü Dağlarca şiirine müdahale ettiğinde “nefes” kelimesi yerine “soluk”u koyuyor. Solumaktan soluk… Hâlbuki “nefes” ise daha mistik bir yönelimi, bambaşka bir şeyi anlatıyor.