Uzayan savaşın bir başka açıdan yorumu! Gazze’de savaş niçin uzadı? Zafer için ne bekleniyor?
Onu bunu suçlamayı bırakıp biz ne yapıyoruz ona bakalım. Devlet, millet, ümmet ve insan olarak elimizden, dilimizden ve gönlümüzden gelenin azamisini yapalım ve sabredelim. Deniz’in yani Cehennemin “yolu”nu kapatmayalım. Bu konuyu Allah’a bırakalım. Halen düşmanın tarafında olup da suret-i haktan görünüp bu savaşı kenardan seyredenler var. Belki de Allah onları ifşa edip rezil etmek üzere denizde açılan yola girmelerini bekliyor. Tamamı denizin yatağına girdiğinde yani en zayıf yerlerinden yakalandıklarında işte tam da o anda Allah’ın vaadinin gerçekleştiğini göreceksiniz. O günlere çok yaklaştık diyen Alper TAN’ın yazısı… Almanya’daki soykırım öncesinde sayıları 9 milyonu bulunan Avrupalı Yahudilerin üçte ikisi Hitler tarafından öldürüldü. 1 milyonun üzerinde Yahudi çocuk, 2 milyon Yahudi kadın ve 3 milyon Yahudi erkek Hitler’in yöntemleriyle 1941-1945 yılları arasında yok edildi. Yahudi soykırımı safha safha uygulandı. Önce Yahudilerin sivil haklarını elinden alan, 1935 yılındaki Nürnberg Yasaları yürürlüğe girdi. Reich (İmparatorluk) Vatandaşlık Yasası, “Alman kanı ve Alman onurunu” koruyacaktı! Bu yasalar, Nazi ideolojisinin başlangıcını oluşturan ırkçı teorilerin temelini attı. Netanyahu, Hitler’den öğrendiklerinin daha kötüsünü Filistinli Müslümanlara uyguluyor Toplama kamplarında ve diğer yerlerde Yahudi mahkûmlar, bitkinlikten ya da hastalıktan ölene kadar köle gibi çalıştırıldılar. Naziler’in işgal ettiği yerlerde paramiliter gruplar, Yahudileri toplu infazlarla öldürdüler. Yahudilerin malları, mülkleri ellerinden alındı ve ardından gettolarda yaşamaya zorlandılar. En sonunda da toplanıp ölüm kamplarına götürüldüler ve orada sistemli olarak gaz odalarında ya da farklı şekillerde öldürülüp cesetleri yakıldı. Yahudiler tıbbi deneylerde de kobay olarak kullanıldı. Alman bürokrasisinin her kolu, soykırım sürecine yardım ederek insanlık suçu işledi. O nedenle Alman Devleti, ‘Soykırım Devleti’ne dönüştü.
ÖNE ÇIKAN VİDEO Çok yakın bir tarihte böyle insanlık dışı yöntemlerle soykırıma tabi tutulmuş bir millet, o zaman karşılaştığı feci yöntemlerin daha kötüsünü, ülkesini işgal ederek zorla ele geçirdiği masum bir halka yani Filistinlilere uyguluyor. Hitler’in kurduğu toplama kamplarının aynısını İsrail yönetimleri Filistinlilere reva görüyor. Suçsuz insanları hapishanelere doldurarak en iğrenç işkencelere tabi tutuyor. Kneset’te, Nüremberg yasaları gibi ırkçı yasalar çıkarılarak uygulanıyor. Filistinli mahkumlar ve esir alınanlar çeşitli deneylerde kullanılıyor. Ele geçirilen yaralıların organları alınarak satılıyor. Hiroşima ve Nagazaki’de ABD tarafından kullanılan atom bombalarından daha fazla miktarda ve çok tehlikeli bombalar bir avuç toprak parçası olan Gazze’de kullanıldı. Firavun da Netanyahu gibi yapmıştı Binlerce yıl önce II. Ramses’in yani Firavun’un İsrailoğulları’na, İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası’nın Yahudiler’e yaptığından daha kötüsünü şimdi İsrail yönetimi Filistinli Müslümanlara yapıyor. Firavun ve Hitler, Yahudilerin çocuklarını ve kadınlarını öldürtmüştü. İsrail de aynısını uyguluyor, Firavun’un ve Hitler’in izini takip ediyor. Tarihte Firavun İsrailoğulları’na karşıydı. Şimdi İsrailoğulları dünyadaki Firavunlarla işbirliği yapıyor. “Kadınları ve çocukları öldürün!”
İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir bakanlar kurulu toplantısında “Kadın ve çocukların sınıra yaklaşmasına izin veremeyiz, yaklaşan herkes kafasına bir kurşun yemeli” dedi. Haham Mali: “Gelecek nesli de öldür, bu nesli doğuracak olan kadınları da öldür” İsrailli Haham Eliyahu Mali ise bir konuşmasında şöyle diyor: “Kutsal savaşımız hakkında ve şu an Gazze’deki durumda şeriatımızın buyruğu şöyle: ‘Hiçbir canlı bırakma!’ Denklem gayet basit. Sen onları öldürmezsen onlar seni öldürecekler. Bugünün teröristleri dünkü savaşta sağ bıraktığımız çocuklar. Bu teröristleri yetiştirenler de kadınlar. Bu da demek oluyor ki, ‘Hiçbir canlı bırakma!’ prensibi gayet anlaşılır. Ya sen ya onlar. Ve aslında bu prensip, ‘Öğlen seni öldürmeye gelecek kimseyi sabah öldür’ inancına dayanıyor. Sadece 16, 18, 20 veya 30 yaşında sana silah doğrultan kişiyi değil, gelecek nesli de öldür. Bu nesli doğuracak olan kadınları da öldür. Çünkü aslında bunlar arasında fark yoktur.” İsrailli Haham Eliyahu Mali, aslında soykırım yapan İsrail’in katil başbakanı Benyamin Netanyahu’nun teolojik ilham kaynaklarını açıklıyor. Çünkü Başbakan Netanyahu da aynı şeyi savunuyor ve yapıyor. Yahudi akademisyenden HAMAS için çarpıcı tespitler Yahudi Dr. Mordechai Kedar bu Siyonistlerin neden büyük korku halinden çıkamadığını şöyle anlattı: “Olay, sizin anlattığınız gibi değil. Birçok kez bunu dile getirdim. Tek bir kolunu ve bacağını kaybeden bir Hamas üyesinin hayatta kaldığını düşünün… O Hamaslı yıkılan Mescidin enkazı üzerine çıkacak ve diğer elinde sağlam kalan iki parmağıyla zafer işareti yapacaktır. Bunların çocukları ve torunları aynı yoldan devam edecekler. Çünkü o hayatta kaldı ve kurtuldu. O yüzden bu bir zafer fotoğrafıdır. Hamas mensupları teslim oluyor ama bunu iyi anlamalıyız; burada farklı bir düşünce altyapısı var ve buna şahit oluyoruz.” “Onlar geleceğe bakıyorlar. Amerikalılar sonsuza kadar mı bize destek verecek? Yahudi halkı sonsuza kadar mı sana destek verecek? Bunlardır işte önemli sorular. Bakın, Kuran’da “Allah, sabredenlerle beraberdir” deniliyor. Allah, çok sabredenlerle beraberdir. Anlayın lütfen. İbranice’de sabrı bu şekilde anlatan bir kelime yok. 2-3 ay tünelde yaşayacaksın, güneş ışığını göremeyeceksin ve en önemlisi yemek bulamayacaksın… Tüm bunlara rağmen tünelden kaleşnikofla çıkıp Yahudi öldüreceksin. Peki tüm bunları nasıl yapabiliyorlar? İşte anlamadığımız şey bu, sabırlı olmak. Sabır budur.” “Ne yazık ki bu bizim hayalimizin realite ile hiçbir alakası yok. Siz hayali bir İsrail’in içinde yaşıyorsunuz. Onlar, Allah için yaşıyorlar. Onlar cihad için savaşanlardır. Biz ise İsrail’in özgürlüğü için savaşanlarız. Biz kutsal bir savaş yürütmüyoruz. Bakın, bir gün (İsrail’in eski dışişleri Bakanı) Tzipi Livni ile bir tartıştım. Ona, ‘dini inançları onları yönetiyor,’ dedim. ‘Onlar için en önemli ve en merkezi oyuncu Allah’tır. Bizdeki ilahı ise yedeklerde oturtuyoruz,’ dedim. Bu da psikoloji ve yetenek açısından önemli bir üstünlük… Bizimle onların arasındaki en önemli fark budur. Vücut olarak da bizden üstünler. Çünkü iman etmek vücudun direncini de arttırıyor. O yüzden bu gibi durumlarda çok yetenekliler.“ Şimdi tarihe çok kısa bir seyahat edelim ve hatırlayalım. Firavun (büyük ihtimalle II. Ramses), bir gece rüyâsında Mescid-i Aksâ’dan bir ateşin çıkıp, Kıptîlerin evlerini yaktığını, ancak İsrâîloğulları’na bir zarar vermediğini gördü. Rüyâyı tâbir ettirdi ve ona: “İsrailoğulları’ndan bir çocuk çıkacak ve senin saltanatını yıkacak!” dediler. Firavun da Netanyahu gibi yapmıştı
Bunun üzerine Firavun, İsrâîloğulları’ndan doğacak olan bütün erkek çocukların öldürülmesini emretti. Maksadı kendini helâk edecek çocuğun büyümesine mânî olmaktı. Fakat bu tedbir takdîr-i ilâhîyi değiştiremeyecekti. Bu sırada Hz. Mûsâ dünyâya geldi. Ebelerden biri Mûsâ doğduğunda alnında çok parlak bir nûr gördü. Hayret ve dehşet içinde kaldı. Ebeler dışarı çıkınca, Firavun’un adamları içeri girdi. O an, Mûsâ’nın annesi, telaşla çocuğu tandırın içine sakladı ve kurtardı. Daha sonra kendisine Allâh’tan bir ilhâm geldi; çocuğunu emzirmesi, tehlike ânında da Nil nehrine bırakması emredildi ve evlâdının kendisine geri verileceği, büyük bir peygamber olacağı müjdelendi. “Mûsâ’nın annesine: «O’nu emzir! Kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde O’nu denize (Nil nehrine)bırakıver! Hiç korkup kaygılanma! Çünkü Biz, O’nu sana geri vereceğiz ve O’nu peygamberlerden biri yapacağız.» diye bildirdik.” (el-Kasas, 7) Hz. Musa, Firavun’un sarayında korunmuştu acaba Tel Aviv’deki sarayda kimler çalışıyor?
Bunun üzerine Mûsâ’nın annesi, marangoza bir sandık yaptırdı. Küçük Mûsâ’yı içine koyarak Nil nehrine bıraktı. Sandığı yapan kötü niyetli marangoz, Hemen Firavun’un yanına gitti ve şikâyet etmek için anlatmaya çalıştı. Fakat dili tutuldu, hiçbir şey söyleyemedi ve kovuldu. Sandık, Nil Nehrinden süzülerek Firavun’un sarayının bahçesine geldi. Câriyeler onu alıp Firavun’un hanımı Âsiye’ye götürdüler. Asiye, bir sandık içinde kendisine getirilen Mûsâ’yı görünce, gönlünde O’na karşı büyük bir muhabbet oluşuverdi. Çocuk çok güzeldi. Onu kucağına alıp bağrına bastı. Sonra Firavun’un yanına götürdü ve: “………….. «Benim ve senin için bir göz aydınlığıdır! Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur, ya da onu evlâd ediniriz.» dedi. Hâlbuki onlar (işin sonunu) sezemiyorlardı.” (el-Kasas, 9) Asiye Firavun’u iknâ etmeye muvaffâk oldu. Hazret-i Mûsâ’ya bir sütanne arandı. Fakat çocuk, hiçbir anneyi emmiyordu. Mûsâ’nın ablası Meryem, annesinin sütannesi olabileceğini Saray’a haber verdi. Çünkü “Annesi, Mûsâ’nın ablasına: «O’nun izini takip et!» demiş o da, onlar farkına varmadan kardeşini uzaktan gözetlemişti. Biz daha önceden (annesine geri verilinceye kadar) O’nun sütannelerini kabûl etmesine (onları emmesine) müsâade etmedik. Bunun üzerine ablası: «–Size, O’nun bakımını nâmınıza üstlenecek, hem de O’na iyi davranacak bir âile göstereyim mi?» dedi.” (el-Kasas, 11-12) Hz. Musa’nın ablasının teklifini kabûl ettiler: “Böylelikle Biz O’nu, anasına, gözü aydın olsun, gam çekmesin ve Allâh’ın va‘dinin gerçek olduğunu bilsin diye geri verdik. Fakat yine de pek çoğu (bunu) bilmezler.” (el-Kasas, 13) Mûsâ’nın annesi, Âsiye’nin Mûsâ’yı emzirmesi husûsundaki talebini, kendisinden şüphelenmesinler diye hemen kabûl etmedi. Çünkü bu âyetteki va’din muhakkak gerçekleşeceğini biliyordu: “–Benim Hârûn isminde bir oğlum var! Bu şekilde kabûl ederseniz emzireyim; aksi hâlde emziremem!” dedi. Böylece O’nun, Mûsâ’nın annesi olduğunu anlamadılar. Ve Mûsâ’ya ücret mukâbili süt vermesini emrettiler. Firavun bebeği, kendi istediği gibi yetiştirebileceğini zannediyordu. Fakat Allah’ın hesabı başkaydı. Nitekim bu hakîkat, âyet-i kerîmede “Onlar işin sonunu sezemiyorlardı!” şeklinde ince bir üslûb ile ifâde edilmektedir. Firavun, 980 bin masum çocuğu öldürtmüştü Firavun, Hazret-i Mûsâ’yı bulup öldürebilmek maksadıyla rivâyete göre 980.000 mâsumu katletmişti. Cenâb-ı Hak ise Hazret-i Mûsâ’yı baş düşmanı olan Firavun’un sarayında yetiştirecek, O da, bir gün Firavun’u, tahtı ve saltanatıyla birlikte yerle bir edecekti. Çok muhtemeldir ki aynı mucize şimdilerde tekerrür ediyor. İsrail tek başına olsa onu mağlup etmek hiç de zor olmaz. Ancak bu Siyonist devletin kuruluşu zaten İngiltere başta olmak üzere Batılı devletlerin projesi idi. Öteden beri İsrail’in bütün zulümlerinin arkasında destekçiler olarak bu devletler var. Dünyanın en acımasız ölüm makinesi olan ABD, İsrail’in arkasında. Dolayısıyla sadece İsrail’i mağlup etmek yetmiyor. Arkasındakileri de mağlup etmek icap ediyor. İsrail’in arkasındaki devletler, aynı zamanda cari uluslararası sistemin de patronları. Yani İsrail’i ve arkasındaki güçleri yendiğiniz vakit mevcut zalim dünya düzenini de yıkmış olacaksınız. İşte Gazze’de devam eden savaşın neden uzun sürdüğünü anlamamız için gereken esas nokta tam da burası. Gazze zaferiyle zalim dünya düzeni de yıkılacak Mevcut dünya düzenini savunanlarla bu düzeni yerle bir edip dünyaya yeni ve adaletli bir nizam getirmek isteyenler Gazze üzerinden hesaplaşıyorlar. Mevcut düzeni savunanlar bozguna uğradıklarında Gazze’deki savaş da sona erecektir. Yani hedef sadece İsrail’in yenilmesi değil. Arkasındakilerin de yenilmesidir. Bazıları Arap ülkelerini veya daha genel manada İslam ülkelerini Gazze konusunda inisiyatif almamakla itham ediyor. Hatta bazı Müslüman ülkelerinin İsrail’i desteklediklerini iddia edenler var. Bunlar doğru değil. Belki de İslam tarihinde bütün Müslüman ülkeler ilk defa bu kadar geniş kapsamlı bir ittifak oluşturdular. Müslümanlarla beraber çok sayıda başka dinden başka kültürden ülkeler de işin içindeler. “Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?” Bazıları, insanları, devletleri aşıp Allah’ı bile suçluyorlar… Birçok insan Gazze’de olanlar için “Allah nerede, yapılan zulmü görmüyor mu?” diye söyleniyor. “Aç bırakılan insanları görmüyor mu? Bombalanan insanları görmüyor mu?” diye feryat ediyor. “O kadar insan şehit oldu neden Allah buna müdahale etmiyor, bu insanları kurtarmıyor?” diyenler var. Hz. Musa, İsrailoğullarını yanına alıp Kızıldeniz’e vardığında asasını suya vurunca mucize olarak deniz sağa ve sola çekilmiş, Musa ve arkadaşları karşı tarafa ulaştıktan sonra hemen asasıyla denize bir daha vurup denizin kapanmasını istemişti. Bunun üzerine Allah dedi ki: “Denizde açılan yolu olduğu gibi açık bırak” (Duhan suresi 24). Allah, neden Hz. Musa’ya böyle bir uyarıda bulunmuştu? Çünkü Hz. Musa acele etmişti. Gecikmenin hikmetini kavrayamamıştı. Ancak Allah zaten her şeyi biliyordu. Denizin kavuşması için en uygun zamanı bekletiyordu. Çünkü Firavun ordusunun hepsi daha deniz yatağına girmemişti. Bu yüzden, Firavun ordusunun hepsinin denizde açılan yola girip tamamının helak olmaları için Hz. Musa’ya “bekle” diyordu. Dünyadaki “Firavunların” bütün kuvvetleri “Kızıl Deniz” yatağına girmek üzere… Onu bunu suçlamayı bırakıp biz ne yapıyoruz ona bakalım. Devlet, millet, ümmet ve insan olarak elimizden, dilimizden ve gönlümüzden gelenin azamisini yapalım ve sabredelim. Deniz’in yani Cehennemin “yolu”nu kapatmayalım. Bu konuyu Allah’a bırakalım. Halen düşmanın tarafında olup da suret-i haktan görünüp bu savaşı kenardan seyredenler var. Belki de Allah onları ifşa edip rezil etmek üzere denizde açılan yola girmelerini bekliyor. Tamamı denizin yatağına girdiğinde yani en zayıf yerlerinden yakalandıklarında işte tam da o anda Allah’ın vaadinin gerçekleştiğini göreceksiniz. O günlere çok yaklaştık…