‘Yeni yönetim kurulu üyeniz…’ – Yeni Akit
Yıldız Holding Yönetim Kurulu Üyesi, Pladis ve GODIVA Yönetim Kurulu Başkanı Murat Ülker’in yazısı şöyle; YÖNETİM KURULUNDA FELSEFE YAPALIM MI? Mine Kobal Ok’un “Yönetim Kurulunda Felsefe” kitabı (*) bir süredir ilgimi çeken bir kitap, daha önce de birkaç post attım içeriği ile ilgili. Kitap iş dünyasında daha derin ve anlamlı bir yönetim anlayışı geliştirmek için felsefi düşünceleri kullanma amacı taşıyor. Kitapta yazar okuyucuyla sohbet tarzında, hatta emojiler kullanarak filozofların hayatlarını, teorilerini ve bu teorilerin iş dünyasına nasıl uyarlanabileceğini samimiyetle anlatıyor. Yazar çeşitli bölümlerde çalışanlar ve işverenler için kendilerini hesaba çekebilecekleri sorulara yer vermiş. Ayrıca konuya uygun okuma ve film önerileri sunuyor. Kitapta okuyuculara hem kişisel hem de profesyonel yaşamlarında daha bilinçli ve etik kararlar alabilmeleri için popüler felsefenin rehberliğini sunuyor. Okurken oldukça eğlendim, öğrendiklerimi de sonunda özetledim, bakalım sizler ne düşüneceksiniz. (*) Ok, M.K (2023). Yönetim Kurulunda Felsefe, Ceres yayınları, ss.344. Yeni yönetim kurulu üyeniz…
ÖNE ÇIKAN VİDEO Sokrates, Platon-Eflatun, Aristoteles, Epikür, Marcus Aurelius, Rene Descartes, Benedictus Spinoza, John Locke, David Hume, Immanuel Kant, Georg Friedrich Hegel, Arthur Schopenhauer, Søren Kierkegaard, Friedrich Nietzsche, Sigmund Freud, John Dewey, Bertrand Russell, Carl Gustav Jung, Jean Piaget, Martin Heidegger, Ludwig Wittgenstein, Jacques Lacan, Jean-Paul Sartre, Simone de Beauvoir, Albert Camus, Emanuel Levinas, Hannah Arendt, Maurice Merleau-Ponty, Michel Foucault, Karl Popper, Thomas Kuhn, Theodor W. Adorno, Jürgen Habermas, Claude Levi-Strauss, Jacques Derrida, Jean-François Lyotard, Slavoj Zizek gibi kıymetli kişilerden biri olsaydı?!? Hep şöyle bir arzu dile getirilir; ülkeye bir tane daha Atatürk gelse, şimdi 10 tane daha Vehbi Koç olacaktı. Bu mümkün olmamasına rağmen dillendirilir ve aslında bir umutsuzluk aşılanır topluma hiç istenmeden. Halbuki hiç de öyle değil, mesela hatırlayın, ne demişti Mustafa Kemal: Benim naçiz vücudum elbette toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır. Yine istifade edilmek istendiğinde, dini/sosyal/ahlaki konularda peygamberimizden nakille bize ulaşan sözleri vardır. Hatta bu hadisleri haber veren kitaplardan birinin yazarı Tirmizi, kitabına şöyle başlıyor. Bu kitabı alıp okuyanın evinde adeta konuşan bir peygamber vardır (https://islamansiklopedisi.org.tr/el-camius-sahih–tirmizi). Neyse biz konumuza dönersek, bilhassa yıllardır mentorluk verdiğim bağımsız yönetim kurulu üyesi olmak isteyenlere pek faydalı bir ek bakış açısı geliştirmelerine yardım edecek bu kitabı özetlerken amacım iki bin beş yüz yıllık tarihteki bu kıymetli filozoflarla beraber çalışmak/danışmak kabil olsaydı, şeklinde bir düşünceydi. Görelim bakalım Mevlam neyler, neylerse güzel eyler. 1.Sokrates (MÖ 469-399): “Adalet nedir?” diyen Sokrates, ahlaki değerleri araştırma tutkusunu ifade eder. Adalet, cesaret ve dostluk gibi kavramları sorgulardı. Sokrates, Atina’da doğdu. Yazılı metin bırakmadan, düşüncelerini tartışarak yaydı. “Kendini tanı” ilkesini benimseyerek bilgiyi erdemle özdeşleştirdi. Sürekli “neden?” sorusunu sorarak derin diyaloglar oluşturdu. Bilginin peşinden koşmak ve erdemli olmak, hayatın temel amacı olmalıdır, derdi. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Sokrates, yönetim kurulunda temel sorularla diyalog başlatır, adaleti ve şeffaf iletişimi teşvik ederdi. Açık tartışmalarla çalışanların katılımını artırır, doğru kararların alınmasına yardımcı olurdu. Çalışanların etik değerleri benimsemesini sağlamak için eğitimler düzenlerdi. Sokrates’in Olası Önerileri: · Sahaya çıkın. · “Bilmiyorum.” demenin gücünü kullanın. · Gençlerle zaman geçirin. 2.Platon-Eflatun (MÖ 427-347) Alfred North Whitehead, “Batı felsefe tarihi Platon’a düşülen dipnotlardan ibarettir.” demiştir. Platon, felsefe üzerindeki derin etkisiyle bilinir. Platon da Atina’da doğdu. Sokrates’in öğrencisi oldu ve “Akademi”yi kurdu. Teorisi: Mağara Alegorisi. Gerçek dünya dışarıdadır. Önce kendini tanı. Bilgiye ulaşmak önemlidir. İdeal Devlet: İnsanları filozoflar yönetmelidir. Sanatı bir taklit olarak görür (mimesis), sanatın yanıltıcı oluğunu savunur, ahlaki etkileri konusunda kaygılıdır ve ama eğitimin parçası görür. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Platon, yönetim kuruluna temel felsefi sorularla katılır ve yönetim anlayışını sorgulardı. Adalet, doğruluk ve etik değerler üzerine tartışmalar başlatırdı. Yönetimde felsefi ilkeleri kullanarak, daha iyi bir liderlik ve yönetim modeli geliştirmeyi amaçlardı. Çalışanların fikirlerine değer verir ve çeşitliliği teşvik ederdi. Platon’un Olası Önerileri: · Mağaradan çıkın. · Kendinizi tanıyın. · Çeşitliliğe açık olun. · Sanata eğitimde yer verin. · Toplum için iyi olanı hedefleyin. 3.Aristoteles (MÖ 384-322): “Boşuna kendinizi kandırmayın; sürekli yaptığınız şey neyse siz ondan ibaretsiniz. Alışkanlıkları kişinin karakterini belirler.” der Aristoteles. Aristoteles, Makedonya’da doğdu. Platon’un Akademisi’nde eğitim aldı ve Lyceum’u kurdu. Teorisi: · Erdem ve Mutluluk: Erdem, yapılması gerekeni en iyi şekilde yapmaktır. · Mantık: Özdeşlik, Çelişmezlik ve Üçüncü Halin İmkansızlığı yasaları. · Sanat ve Katarsis: Tragedyaların duygusal arınma sağladığını savunur. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Aristoteles, yönetim kurulunda toplantıları bahçede yapmayı tercih ederdi. Kurumun misyon ve vizyonunun nasıl yaşatıldığını sorgular, sosyal sorumluluk projelerinin çalışan bağlılığına etkisini araştırırdı. Organizasyon yapısında çevikliği benimser ve süreçlerin ne kadar açık ve anlaşılır olduğunu sorgulardı. Çalışanların bireysel gelişimlerine önem verirdi. 4.Epikür (MÖ 341-270): “Bilginin amacı; insanı bilgisizlikten ve boş inançlardan, tanrı ve ölüm korkusundan kurtarmaktır. Ve bu olmadan mutlu olmaya imkan yoktur.” diyen Epikür, bilginin mutluluğa ulaşmanın anahtarı olduğunu savunur. Atina’da Epikürcülük okulunu kurdu ve kendini insanları korkulardan kurtararak mutluluğa ulaştırmaya adadı. Teorisi · Haz ve Mutluluk: Huzur (ataraksiya) elde etmek. · Ölüm ve Tanrılar: Ölüm korkulacak bir şey değildir. · Dostluk ve Toplumsal Yaşam: Dostluklar samimi sohbetler üzerine kuruludur. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Epikür, bir yönetim kurulu toplantısına katılsaydı, muhtemelen toplantının bahçede veya açık havada yapılmasını tercih ederdi. Çeşitlilik ve katılım konularına odaklanır, kadınların ve gençlerin rolünü sorgulardı. Çalışanların mutluluğunu, güven ve şeffaflığı sorgular, kontrolün yerine güveni koymanın önemini vurgulardı. Epikür’ün seveceği kurumlar, çalışanların kendi izinlerini ve kazanç paketlerini belirlediği, açık ve eğlenceli çalışma ortamları sağlayan yerler olurdu. 5.Marcus Aurelius (MS 121-180): “İyi insan nasıl olmalı diye tartışarak daha fazla vakit kaybetme, iyi insan ol.” diyen Marcus Aurelius, eyleme geçmenin önemini vurgular. Bir Roma İmparatoru olan Marcus Aurelius, Stoacı felsefesiyle bilinir. Teorisi: Stoacılık: Bilgelik, ölçülülük, adalet ve cesaret erdemleri. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Marcus Aurelius, bir yönetim kurulu toplantısına katılsaydı, şu temalar üzerinde dururdu: · Premeditatio Malorum: Kötü senaryolara hazırlıklı olun. · Amor Fati: Olanı kabul edin. · Memento Mori: Ölümü hatırlayarak yaşayın. “Yerinize kimleri yetiştiriyorsunuz? Sizden daha donanımlı liderler yetiştirmek için bugünden neler yapıyorsunuz?” gibi sorular sorarak, gelecekteki liderlerin yetiştirilmesine odaklanırdı. 6.Rene Descartes (1596-1650): “Her çözdüğüm matematik problemi daha sonra başka bir problemi çözmeme yardım edecek bir kural ihdas etti.” diyen Descartes, sistematik düşünmek ve öğrenmenin önemini vurgular. Rene, 1596da Fransa’da doğdu. Hukuk eğitimi aldı, ancak felsefe ve bilimle ilgilendi. “Meditasyonlar” ve “Yöntem Üzerine Söylev” gibi eserleri modern felsefenin temel taşlarıdır. Teorisi: Descartes, sistematik şüpheciliği ve metodik yaklaşımı ile bilinir. Zihin ve bedenin ayrı varlıklar olduğunu öne sürer. Bu yaklaşım, bilimsel ve felsefi düşüncenin gelişimine büyük katkı sağlamıştır. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Descartes’ın metodik şüpheciliği, iş dünyasında stratejileri sorgulamak ve doğru varsayımları test etmek için kullanılabilir. Sürekli sorgulayan ve merak eden bir yaklaşım benimsemek, iş dünyasında başarıyı artırır. 7.Benedictus Spinoza (1632–1677): “Havaya atılan bir taş düşünebilseydi, kendi isteğiyle yere düştüğünü sanırdı.” demişti. Spinoza burada insanların doğa yasaları tarafından belirlenen olayları kendi iradeleriyle gerçekleştirdiklerini sanmalarının yanılgısını ifade eder. “Önemli olan yargılamak değil, anlamaktır.” diyen Spinoza anlamanın ve empati kurmanın, yargılamaktan daha değerli olduğunu vurgular. 1632de Amsterdam’da doğan Spinoza, Yahudi cemaatinden aforoz edildi ve lens yaparak geçimini sağladı. 45 yaşında akciğer rahatsızlığından öldü. Teorisi: Spinoza, panteizmin temellerini atarak Tanrı’nın evrenin kendisi olduğunu savunur. Özgür iradenin varlığını sorgular ve her şeyin önceden belirlenmiş olduğunu öne sürer. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Spinoza, öncelikle kurumun misyon ve vizyonunu sorgulardı. Kurumsal değerlerin ne kadar içselleştirildiğini ve uygulamalara nasıl yansıdığını analiz ederdi. Ayrıca, farklı görüşlere açık olmanın ve empati kurmanın önemini vurgulardı. 8.John Locke (1632–1704): “Anlama yetimizin kapasitesini ve kavrayışımızı aşan konuların neler olduğunu belirlemeden ahlak ve dinin ilkeleri tesis edilemez.” dedi John Locke, bilgi teorisi ve deneyimi insan anlayışının merkezine koydu. John Locke, 1632de İngiltere’de doğdu. Siyasi ve dini reformları savunan çalışmalarıyla tanındı. “Yönetim Üzerine İki İnceleme” eseriyle modern liberalizmin temellerini attı. Özgürlüklerin korunması gerektiğini savundu. Teorisi: Locke, “Tabula Rasa” teorisiyle, insanların deneyimlerle şekillendiğini ileri sürdü. Bilgi, duyusal deneyimden ve rasyonel düşünceden meydana gelir, dedi. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Locke, yönetim kurullarında özgürlük, eşitlik ve bireysel hakların korunmasını vurgulardı. Eğitim ve sürekli öğrenmeyi teşvik ederdi. Kurumsal etik kuralların anlaşılmasını ve içselleştirilmesini sağlardı. 9.David Hume (1711–1776): “Hiçbir şey insanın hayal gücü kadar özgür değildir.” diyerek David Hume, insan zihninin sınırsız yaratıcılığını ve özgürlüğünü vurgular. 1711de Edinburgh’da doğdu. Hukuk eğitimine başladı ancak felsefeye yöneldi. “İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme” eseri başta ilgi görmedi, ancak İngiltere tarihi üzerine yazdığı kitaplarla tanındı. Teorisi: Hume, bilgiyi duyusal deneyime dayandırır ve nedensellik gibi kavramların insan zihninin ürünü olduğunu savunur. Ahlaki değerlerin kişisel duygular ve toplumsal normlarla şekillendiğini öne sürer. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Hume, yönetim kurulunda karar alma süreçlerinde kesinlik ve mutlak doğrulara güveni sorgulardı. Duyguların ve tutkuların karar alma süreçlerindeki önemini vurgular, empatinin ve duygusal zekânın takım içi iletişim ve iş birliğini artıracağını savunurdu. Duygusal tepkilerin önemsenmesinin karmaşık durumları anlamada ve uygun tepkiler vermede yardımcı olabileceğini belirtirdi. Yönetim kurullarında, daha dengeli ve insan merkezli kararlar alınmasını teşvik ederdi. 10. Immanuel Kant (1724–1804): “Sapere aude! Yani aklını kullanma cesaretini göster!” diye haykıran Immanuel Kant, bireylerin bağımsız ve eleştirel düşünmeleri gerektiğini vurgular. Kant 1724te Königsberg’de doğdu. Disiplinli bir yaşamı vardı ve felsefe profesörü olarak çalıştı. Teorisi: Kant, “Saf Aklın Eleştirisi” eserinde, insan zihninin dünyayı belirli kalıplar içinde algıladığını savunur. “Numen” ve “fenomen” ayrımı ile, gerçekliğin özünü bilemeyeceğimizi, sadece bize nasıl göründüğünü anlayabileceğimizi öne sürer. Ahlak felsefesinde ise, evrensel ahlak yasaları oluşturmanın önemini vurgular. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Kant, yönetim kurulunda sabah erken başlayan ve akşam yürüyüşüyle son bulan toplantılar düzenlerdi. Sorularla yönlendirirdi: Neleri bilebiliriz? Ardında hangi varsayımlarımız var? Daha iyi olmak için ne yapıyoruz? Sanat ve estetiği nasıl katabiliriz? Neyi umut ediyoruz? Bu sorularla derin düşünmeyi ve anlamlı kararlar almayı sağlardı. 10.Georg Friedrich Hegel (1770–1831): “Gerçek olan her şey ussaldır, ussal olan her şey gerçektir.” demiştir Georg Friedrich Hegel, gerçeklik ve aklın uyum içinde olduğunu savunur. Hegel, 1770te Stuttgart’ta doğdu. Teoloji eğitimi aldıktan sonra felsefeye yöneldi ve çeşitli üniversitelerde profesörlük yaptı. Teorisi: Hegel, tarihsel süreçleri daimi bir gelişim ve amaçlanan bir son ile yorumlar. Diyalektik yaklaşımıyla, tez, antitez ve sentez sürecini tanımlar. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Hegel, yönetim kurulunda diyalektik yaklaşımı ve bütünselliği vurgulardı. Güç dinamiklerini ve kurum içi dengeleri analiz eder, stratejik kararlar alınmasını sağlardı. Kurumun tarihindeki önemli dönüm noktalarını belirleyerek, geleceğe dair stratejik kararlar alınmasını teşvik ederdi. Kurumsal “geist” (ruh) kavramını tartışarak, kurumun bütünsel faydasını gözeten adımlar atılmasını sağlar ve kararların bütünün faydasına olmasını teşvik ederdi. 11.Arthur Schopenhauer (1788–1860): “Bu dünya benim tasarımımdır.” demişti Arthur Schopenhauer. Dünyayı insanın iradesi ve algıları üzerinden tanımlayan Schopenhauer, 1788de Danzig’de doğdu. “İstem ve Tasarım Olarak Dünya” eseriyle tanındı. Teorisi: Schopenhauer, iradenin her şeyin temelinde yatan bir güç olduğunu savunur. Dünya temelde anlamsız bir trajedidir ve mutluluk geçici ve yanıltıcıdır. Sanat, özellikle müzik, insanı zaman ve mekânın kısıtlamalarından kurtarır. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Schopenhauer, yönetim kurulunda mevcut iş süreçlerini ve rekabet dinamiklerini sorgulardı. Sanatın ve estetiğin iş dünyasındaki yerini vurgular, kurumların sanatla olan ilişkilerini ve topluma sanat yoluyla nasıl katkıda bulunduklarını sorgulardı. Sanatın, çalışanların yaratıcılığını ve farkındalığını artıran önemli bir unsur olduğunu savunur ve kurumsal kararların sanatın rehberliğinde, daha insancıl ve duyarlı bir yaklaşımla alınması gerektiğini savunurdu. 12. Søren Kierkegaard (1813–1855): “Yaşam çözülmesi gereken bir sorun değil, deneyimlenmesi gereken bir gerçekliktir.” inancındaydı Søren Kierkegaard, yaşamın bireysel deneyimlerle anlam kazanması gerektiğini vurgulardı. 1813te Kopenhag’da doğan ve hayatı boyunca felsefeye yönelen Søren’in nişanlısı Regine Olsen ile ilişkisi felsefi düşüncelerini derinden etkiledi. Teorisi: Kierkegaard, öznelci bir felsefi yaklaşım geliştirerek, bireysel deneyim ve seçimlerin önemini vurguladı. Varoluşun anlamını bireyin kendisi ve ilişkiler ağı içinde aradı. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Kierkegaard, yönetim kurullarının kurumları statik yapılar olarak değil, sürekli gelişen ve evrimleşen canlı sistemler olarak yönetmeleri gerektiğini öne sürer. Esneklik, uyum yeteneği ve bireyler arası ilişkilere odaklanır. Bireysel katkılara ve iç dinamiklere değer vererek, kurumların daha esnek ve duyarlı olmalarını sağlamaya çalışırdı. 13.Friedrich Nietzsche (1844–1900): “Yeryüzüne sadık kalın dostlarım.” nasihatıydı Friedrich Nietzsche’nin. O insanların dünya gerçeklerini kabul ederek uyum içinde yaşamasını önemserdi. 1844te doğdu, teoloji değil klasik filolojiyi seçti ve akademik bir yolda ilerledi. Fakat sağlık sorunları nedeniyle akademiden ayrıldı. Teorisi: Nietzsche, “Tanrı öldü” teziyle geleneksel değerlerin yerini yitirdiğini ve insanların kendi değer sistemlerini yaratması gerektiğini savunurdu. “Übermensch” konseptiyle, insanların kendi değerlerini yaratmalarını önerirdi. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Nietzsche, yönetim kurullarında mevcut yapıları sorgulayıp yeniden şekillendirmeyi teşvik ederdi. Kıskançlık ve çatışmaları stratejik avantaj olarak görmeyi önerir, kurum içi değişim için cesur sorular sorardı: Kimleri kıskanıyorsunuz? Hangi çatışmalarla yüzleşmelisiniz? Hangi alışkanlıklarınızı değiştirmelisiniz? Kurumun sürekli olarak kendini yenilemesini ve değişime açık olmasını teşvik ederdi. 14.Sigmund Freud (1856–1939): “Bir puro, bazen sadece bir purodur.” dediği söylenir. O bir yandan insanın egosunu “savunma mekanizmaları” (*) gibi derin psikolojik konseptlerle açıklarken diğer yandan her şeyin derin psikolojik anlamlar taşımadığını, bazı şeylerin yüzeydeki basitlikleri ile anlaşılması gerektiğini vurgular. Freud, 1856 yılında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nda doğdu. Tıp eğitimi aldı, “nörolog” unvanını kazandı ve psikanalitik teorilerini geliştirdi. Babasıyla olan karmaşık ilişkisi, “Oedipus kompleksi” (**) teorisine ilham verdi. Teorisi: Freud, insan davranışlarının bilinç dışı motivasyonlar tarafından yönlendirildiğine inanmıştır. “İd, ego ve süperego” gibi kavramları ortaya atmış ve rüyaların yorumlanması ile tanınmıştır. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Freud ve yeğeni Edward Bernays’in çalışmaları, yönetim kurullarında insan davranışları üzerine etkili stratejiler geliştirmek için kullanılabilir. Freud, insanların çoğu zaman bilinç dışı güdülerle hareket ettiğini söyler. Bernays ise bu teoriyi halkla ilişkiler alanında kullanarak insanları etkileme yollarını göstermiştir. Yönetim kurulları, tüketicilerin nasıl karar verdiğini daha iyi anlamak ve bu bilgiyi stratejilerini planlamada kullanmak için Freud’un ve Bernays’in çalışmalarından yararlanabilir. 15. John Dewey (1859–1952): “Bilimdeki her büyük ilerleyiş, hayal gücünün yeni bir atağından ileri gelir.” diyen John Dewey, bilimsel ilerlemelerin yaratıcı düşünce ve hayal gücü ile mümkün olduğunu vurgular. John Dewey, 1859da Vermont’ta doğdu. Amerikan pragmatizminin öncülerinden biridir ve eğitim üzerine yoğunlaşarak, deneyimlerin ve etkileşimin bilgi edinmedeki rolünü vurgulamıştır. Teorisi: Dewey, bilginin pratik uygulamalarla anlam kazandığını savunur. Eğitimde, sosyal ve demokratik bir etkileşim sürecinin önemini vurgular. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Dewey, yönetim kurulunda kurum içi ve dışı eğitim programlarına katılımı ve etkinliğini sorgulardı. Eğitim programlarının işin stratejik bir parçası olarak görülmesini ve çalışanların gelişimini destekleyen fırsatlar sunulmasını arzu ederdi. Performans sistemleriyle çalışanların tepkilerini ölçmeyi, eğitimin insani değerleri öne çıkaracak bir araç olmasını teşvik ederdi. 16. Bertrand Russell (1872–1970): Dünyanın sorununu; “Akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır.” diye açıklayan Bertrand Russell, bilgili insanların tedirgin ve sorgulayıcı olması ile bilgisiz kişilerin aşırı özgüvenli davranışları arasındaki çelişkiyi vurgulamıştır. Aristokrat bir ailede doğan Bertrand Russell genç yaşta ailesini kaybetmiştir. Matematiğe olan ilgisi ile felsefe ve siyaset alanlarında etkin olmuştur. Teorisi: Analitik felsefenin kurucularındandır ve matematik ile mantığı birleştirerek dil ve bilgi üzerine çalışmalar yapmıştır. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Russell, yönetim kurulu toplantılarında işlerin önemini sorgulamak için kullanılabilecek düşünceler sunardı. İşin çok önemli olduğunu düşünmenin stres yaratabileceğini belirterek, işi sevmek ile işi önemli görmek arasındaki farka dikkat çekerdi. Russell, üyelerin cesurca eleştiri yapmalarını ve kişisel sınırlarını nasıl tanımladıklarını düşünmelerini önerirdi. Ayrıca, insanların nasıl hatırlanmak istediklerini (legacy) sorar ve her şeye baştan başlamak kabil olsaydı nelerin farklı olacağı gibi konuları tartışmaya açardı. 17.Carl Gustav Jung (1875–1961): “Sen, ruhunda gereksinim duyduğun şeyin kölesisin.” diyen Carl G. Jung, insanların bilinçli kararlarından daha etkili olan derin ihtiyaçlarının davranışlarını yönlendirdiğini vurgular. 1875te İsviçre’de doğdu. Freud ile çalıştı, ancak fikir ayrılıkları nedeniyle yolları ayrıldı. Jung, analitik psikolojiyi geliştirerek kendi teorilerini oluşturdu. Teorisi: Jung’un teorileri arketipler (***), kolektif bilinçaltı ve kişisel gelişim üzerine yoğunlaşır. Kolektif bilinçaltı, içgüdüsel bilgileri ve imgeleri barındırır. Jung, psikolojik gelişimin arketiplerle yüzleşerek sağlandığını öne sürer. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Jung’un teorileri, şirketlerin ve bireylerin kendi iç dinamiklerini anlamalarına yardımcı olurdu. Kurumların hangi arketiplere uygun olduğunu analiz eder, bu da işlevsellik, kriz yönetimi ve pazarlama stratejilerinde önemli rol oynardı. Örneğin, ‘Kahraman’ arketipi sürekli gelişmeyi, ‘Sihirbaz’ arketipi ise yenilikçiliği temsil eder. Bu yaklaşım, kurumların kendilerini ve rekabeti daha iyi anlamalarını sağlar. 18.Jean Piaget (1896–1980): “Zekâ, ne yapacağınızı bilmediğinizde kullandığınız şeydir.”: Jean Piaget. Bu, zekânın bilinmeyen ve problem çözmek gerektiren durumlarla başa çıkma kabiliyetini ifade eder. 1896da İsviçre’de doğdu. Çocuk psikolojisi ve eğitim teorileri üzerine çalışmalar yaptı ve çocukların bilişsel gelişim evrelerini belirledi. Teorisi: Piaget, çocukların bilişsel gelişimini dört aşamada incelemiştir: Duyusal-Motor, İşlem Öncesi, Somut İşlemsel ve Soyut İşlemsel. Çocuklar, aktif öğrenenlerdir ve bilgiyi keşfetme yoluyla edinirler. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Piaget, zekanın zorlu durumlarla ortaya çıktığına inanır. Yönetim kurullarına, hazır cevaplar sunan zeka testlerinin ötesinde gerçekçi diyaloglar yaratmanın önemini vurgulardı. Çocukların gelişimine benzer şekilde, şirketlerin de etkileşimler yoluyla öğrenip adapte olmaları gerektiğini savunurdu. Sorunların çözümü ve iç dinamiklerin anlaşılmasında, bireyler ve kurumlar arasındaki etkileşimlerin derinlemesine incelenmesi gerektiğini önerirdi. 19.Martin Heidegger (1889–1976): “Çağımızda düşündürücü olan, bizim hâlâ düşünmüyor olduğumuzdur.” der Martin Heidegger ve modern çağın karmaşıklığı karşısında insanların derin düşünmekten kaçındığını ifade eder. 1889da Almanya’da doğdu. Felsefeye yöneldiğinde “Varlık ve Zaman” adlı eserini yayınladı. Teorisi: Heidegger’in felsefesi, varlık üzerine derin sorular sormaya dayanır. “Dasein” (orada olma) kavramı ile varlığın kendisini sorgulayan ve anlamlandıran bir varlık olarak insanı tanımlar. Zamanın, insan varoluşunun temel bir unsuru olduğunu vurgular. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Heidegger, yönetim kurulunda derin düşünmenin önemine vurgu yapardı. Toplantıların doğada yapılmasını ve doğal ürünlerin tüketilmesini önerirdi. Teknoloji çağında her şeyin araç olarak görülmesi ve verimlilik adına insanları enerji kaynağı gibi kullanmanın tehlikelerine dikkat çekerdi. Dijital dönüşüm ve karbon ayak izi gibi konuların tartışılmasını önemserdi. İnsanları ve doğayı sadece araç olarak görmenin büyük bir tehlike olduğunu belirtirdi. 20.Ludwig Wittgenstein (1889–1951): “Dilimin sınırları, dünyamın sınırları demektir.” diyerek Ludwig Wittgenstein, dilin düşünme ve anlama kapasitemizi nasıl şekillendirdiğini ve sınırlandırdığını ifade eder. 1889da Viyana’da doğdu. Mühendislik eğitimi aldı ama felsefeye yöneldi. “Tractatus Logico-Philosophicus” adlı eserini yazdı. Teorisi: Wittgenstein, dilin düşünceyi şekillendirdiğini savundu. Dilin kullanımının bağlama göre değiştiğini ve anlamın dil oyunlarıyla belirlendiğini vurguladı. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Wittgenstein, yönetim kurulunda sinirli olabilir, bu yüzden dikkatli iletişim kurmak önemlidir. Kullanılan dilin sınırlarının düşünce ve iletişimi nasıl etkilediğini sorgulardı. Her sektör ve kurumun kendi diline eleştirel bakışla yaklaşır, dilin kısıtlamalarını aşmayı önerirdi. Ekiplerin kendi dil sınırlarını aşarak yenilikçi düşünmelerini teşvik edip, ekip üyelerinin hayallerini sorgulamalarını ve gerçek değerlerini bulmalarını önerirdi. 21.Jacques Lacan (1901–1981): Lacan, duyguların ve düşüncelerin dil aracılığıyla dışa vurulduğunu ifade eder. 1901de Paris’te doğdu. Freud’un psikanaliz teorilerini matematik, felsefe, dilbilim ve antropoloji ile birleştirdi (Kalp deniz, dil kıyıdır. Denizde ne varsa kıyıya o vurur-Mevlana). Teorisi: Lacan, id, ego ve süperego yerine imgesel, simgesel ve gerçek evreleri tanımlar. İmgesel evre, aynada kendini tanıma sürecidir. Simgesel evre, kültürel ve dilsel yapıların oluşturduğu evredir. Gerçek evre ise dilin ötesindeki travmatik deneyimleri kapsar. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Lacan’ın terapi seansları alışılmış kalıpların dışındaydı; bazen sadece 5 dakika sürerdi. Yönetim kurulunda ne kadar sabredeceği belirsizdir; iş çıkışı bir yemeğe katılabilir veya bir seyahatinize eşlik edebilirdi. Sorularına net yanıtlar beklemez, düşünce süreçlerinizi önemserdi. Lider olarak en büyük arzunuzu ve eksikliklerinizi sorgulardı. Kurumsal gücünüzün kaynağını ve bu eksikliklerin nasıl gündeme geldiğini irdeleyebilirdi. 22.Jean-Paul Sartre (1905–1980): “Varoluş özden önce gelir.” dedi Jean-Paul Sartre, insanın önce var olduğunu ve kendi özünü, değerlerini, anlamını kendi seçimleriyle yarattığını ifade etti. 1905te Paris’te doğdu. Simone de Beauvoir ile tanıştı. “Varlık ve Hiçlik” eserini yazdı ve 1964te Nobel Edebiyat Ödülü’nü reddetti. Teorisi: Sartre, Tanrı’nın olmadığı bir dünyada insanın anlamını kendi seçimleriyle yarattığını savunur. Özgürlük, sorumluluğu beraberinde getirir; bireyler seçimlerinin sorumluluğunu taşımalıdır. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Sartre, zorlu koşullarda bile özgürlüğün nasıl anlamlı olabileceğini vurgulardı. Bugünkü küresel krizler, pandemi ve makroekonomik zorluklara rağmen, seçimlerimizin önemine dikkat çekerdi. Özgürlük ve sorumluluğun ne anlama geldiği, liderler ve kurumlar için sorgulanmalıdır. Kurumun değerlerini yaratmak için iç ve dış paydaşlarla iletişimi, otantik halleri deneyimleyebilecekleri alanların sunulması önemlidir. Sartre, yönetim kurullarının kendilerini ve çevrelerini daha derinlemesine anlamalarını sağlardı. 23.Simone de Beauvoir (1908–1986): “Kadın doğulmaz, kadın olunur.” demiştir Simone de Beauvoir. Bu söz, toplumsal cinsiyetin biyolojik değil, toplumsal ve kültürel bir inşa olduğunu ifade eder. 1908de Paris’te doğdu. Sorbonne’da felsefe eğitimi aldı ve Sartre ile tanıştı. “İkinci Cinsiyet” kitabıyla feminist hareketin öncüsü oldu. Hayatını yazarlık, öğretmenlik ve aktivizmle geçirdi, 1986da Paris’te öldü. Teorisi: Beauvoir, kadınların toplumsal cinsiyet rollerine hapsedildiğini ve bu rollerin özgürlüklerini kısıtladığını savunur. Varoluşçuluk perspektifinden, kadınların kendi kimliklerini ve özgürlüklerini yeniden inşa etmeleri gerektiğini öne sürer. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Simone de Beauvoir’yi ağırlamak heyecan verici olurdu. Gündeminde özgürlük ve kadın hakları olurdu. Çalışanların kendi değerlerini nasıl tasarladıkları, kadınların kurum içindeki rolleri ve hakları gibi konulara odaklanırdı. Zaman içinde ne gibi değişiklikler gözlemlendiği ve kurum olarak neyin farklılaştırılabileceği hakkında tartışmalar teşvik ederdi. Daha özgür çalışan ve kurum ilişkilerine ne kadar hazır olduğunuzu sorgulatırdı. 24.Albert Camus (1913–1960): “Hayat hiçbir şey değildir, itina ile yaşayınız.” diyen Albert Camus, yaşamın anlamını bizim yarattığımızı ve her anı özenle yaşamanın önemini vurgular. Camus, 1913te Cezayir’de doğdu. Yoksul bir çocukluk geçirdi, babasını I. Dünya Savaşı’nda kaybetti. İlk önemli eserleri “Sisifos Söyleni” isimli deneme kitabı ve “Yabancı” adlı romanıdır. 1940ta Paris’e taşındı, direnişçilere katıldı ve yazarlık yaptı.1957de Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldı.1960ta trajik bir araba kazasında hayatını kaybetti. Teorisi: Camus, hayatın absürt olduğunu ve insanların bu absürdü kabullenerek anlam yaratmaları gerektiğini savunur. “Sisifos Söyleni”nde, Sisifos’un sonsuz ve anlamsız çabasını insan varoluşuna benzetir ve bu durumu kabullenmenin özgürlük getirdiğini söyler. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Camus’yu yönetim kuruluna değil, genç profesyonellerle bir sohbete davet etmek uygun olurdu. Onlara hayatın absürtlüğünü kabul ederek nasıl anlam yaratabileceklerini sorar, ritüelleri ve alışkanlıkları sorgulamalarını teşvik ederdi. Gençlerin yaşam sevinçlerini neyin beslediğini düşünmelerini isterdi. Ayrıca, hayatlarında olumlu anlamda zorluk çıkarabilecek kimlerin olduğunu ve hangi sorumlulukları almaya hazır olduklarını tartışırdı. İyi uyku, sağlıklı beslenme ve fiziksel aktivitenin önemini vurgulayarak, hayatı özenle yaşamalarını tavsiye ederdi. 25.Emanuel Levinas (1906–1995): “Her büyük fikir kendi Stalinizm’inin tehdidi altındadır.” derken Emanuel Levinas, her güçlü düşüncenin, aşırıya kaçtığında, baskıcı ve zorba bir hâle dönüşme riskini taşıdığını ifade eder. 1906da Litvanya’nın Kaunas kentinde doğdu. Yahudi bir ailede büyüdü ve Birinci Dünya Savaşı sırasında Rusya’nın Ukrayna bölgesine göç etti. Strasbourg Üniversitesi ve Freiburg’da eğitim gördü. İkinci Dünya Savaşı’nda cepheye gönderildi ve esir düştü. Ailesinin çoğunu 2. Dünya Savaşında kaybetti. 1957de akademik kariyerine başladı ve 1995te Paris’te hayatını kaybetti. Teorisi: Levinas, Batı felsefesinin “ben” merkezli anlayışına karşı çıkarak “öteki”nin önemini vurgular. Öteki olmadan ben’in var olamayacağını savunur. Ona göre, etik, varlıktan önce gelir ve yüz yüze ilişkilerde ötekini kabul etmek, anlam yaratmanın temelidir. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Kurum içindeki diyalogların “öteki”yi nasıl şekillendirdiğini sorgulatırdı. Kurum kültürünün, farklılıkları ne kadar kabul ettiğini ve “öteki”yi nasıl dahil ettiğini irdeleyerek başlardı. Değerlerinizi gözden geçirirken, her zaman aynı değerleri paylaşıp paylaşmadığınızı ve “öteki”ni ne kadar kabul ettiğinizi sorgulardı. “Neden buradayız?” yerine “Burada olmaya hakkımız var mı?” diye sormayı önerirdi. Ayrıca, kurum olarak hayvanlarla olan ilişkinizi ve dünya için ne yaptığınızı da dikkate almanızı isterdi. 26.Hannah Arendt (1906–1975): “İyinin düşmanı kötü değil, düşünce yokluğudur.” dedi Hannah Arendt, kötülüğün kaynağının kötü niyet değil, düşünmeyi bırakmak ve sorgulamadan itaat etmek olduğunu kastediyordu. 1906da Hannover’de doğdu. Heidegger, Husserl ve Jaspers ile çalıştı. Hitler’in iktidarından sonra Fransa ve Amerika’ya göç etti. 1959da Princeton Üniversitesi’nde ilk kadın profesör olarak görev aldı ve 1975te New York’ta öldü. Teorisi: Arendt, totalitarizmi ve kötülüğün sıradanlığını araştırdı. Nazi Eichmann davasını izleyerek, kötülüğün sıradan insanlar tarafından, düşünmeden ve sorgulamadan yapıldığını gözlemledi. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Arendt’in perspektifinden hareketle, yönetim kurullarında düşüncenin önemini ve totalitarizme karşı nasıl bir duruş sergileyebileceğimizi sorgulamak kritiktir. Toplantılarda kimlerin sesi daha çok çıkıyor ve unvanın getirdiği güç ne kadar etkili? Sessiz kaldığınız durumlarda ne kadar sorumluluk alıyorsunuz ve kurum içinde farklı görüşlere ne kadar açıksınız? Arendt’in totalitarizm teorisi bağlamında, liderin mutlak otoritesine karşı sorgulama ve düşünme yeteneğimizi koruyarak, kurum içi hiyerarşi ve mediokrasiyi masaya yatırmalıyız. Yönetim kurullarında düşünce ve sorgulamanın gücüyle iyiliği ve kötülüğü daha iyi anlayabiliriz. 27.Maurice Merleau-Ponty (1908–1961): “Bu dünya düşündüğüm değil, yaşadığımdır.” diyen Maurice Merleau-Ponty, dünya ile olan bağımızın düşüncelerimizden çok bedenimiz aracılığıyla kurulduğunu savunur. 1908de Rochefort-sur-Mer’de doğdu. Nazi direnişine katıldı ve Collège de France’ta profesör oldu. 1961de kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Teorisi: Merleau-Ponty, dünya ile ilk ve temel bağımızın bedenimizle olduğunu savunur. Algı fenomenolojisi, nesnelerin dünyada nasıl belirdiğini ve anlam kazandığını araştırır. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Merleau-Ponty’nin ilk sorusu, “ne görüyorsunuz?” olurdu. Yönetim kurulu üyelerinin algılarının ne kadar farklı ve derin olduğunu sorgulardı. Ardından, “Ne hissediyorsunuz?” diye sorarak, algının sadece zihinsel değil, bedensel bir deneyim olduğunu vurgulardı. Son olarak, etik ilişkiler ve sanatla ilgili sorular sorarak, açıklık ve gelişimi teşvik eden bir ortam yaratmayı amaçlardı. Bu yaklaşımlar, iş dünyasında daha bütüncül ve insani bir perspektif kazandırabilir. 28.Michel Foucault (1926–1984): “Normal insan kurgudur.” derken Michel Foucault, normallik ve anormalliğin nasıl kurgulandığını sorgular. 1926da Fransa’da doğdu. Nietzsche’den etkilenerek tarih ve günümüzü sorgulayan bir düşünce sistemi geliştirdi. 1984te öldü. Teorisi: Foucault, güç ve bilgi arasındaki ilişkiyi inceler. Okullar, hastaneler, hapishaneler gibi kurumları analiz etmiş ve biyoiktidar kavramını geliştirmiştir. Terim tam anlamıyla devletlerin “bedenler üzerine kurmak istediği iktidar”dan söz eder. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Foucault, yönetim kurulunda güç dağılımını ve unvanların etkisini sorgulardı. Normallik ve anormallik tanımlarının nasıl değiştiğini inceler, farklı görüşlerin nasıl desteklendiğini sorardı. Ofis düzenlemelerini değerlendirir, insanların kaynak olarak mı yoksa daha fazlası olarak mı görüldüğünü ve nasıl motive edildiklerini merak ederdi. Kurumun söylemleri ve normlara uymayanların durumu üzerine sorular sorarak yönetim kurulunu derinlemesine düşündürürdü. 29.Karl Popper (1902–1994): “Elimizden gelen tek şey, en iyi kuramımızı yanlışlayacak içeriği aramaktır.” diyordu Karl Popper, bilimsel ilerleme, mevcut kuramların yanlışlanmasıyla mümkündür. Sonsuz miktarda ve güvenilirlikte gözlem yapmanız imkansız olduğu için hiçbir genel kanının doğruluğu ispatlanamaz. Bu nedenle bilimsel varsayımlar tek bir gözlemle yanlışlanabilirken ne kadar gözlem yaparsanız yapın doğrulanamazlar. Popper 1902de Viyana’da doğdu. Gençliğinde Marksist olan Popper, zamanla sosyal demokratlara yöneldi. II. Dünya Savaşı sırasında Yeni Zelanda’ya göç etti ve savaş sonrası Londra’da akademik kariyerine devam etti. 1994te vefat etti. Teorisi: Popper, bilimsel yasaların kesin doğrular olmadığını savunur. Bilimsel ilerlemenin, mevcut kuramların yanlışlanmasıyla mümkün olduğunu belirtir. Bilim, tümevarım yoluyla değil, yanlışlama yoluyla gelişir. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Popper, yönetim kurulunda hataların görünür kılınmasının önemini vurgulardı. Liderlerin sadece iyi haberlerle değil, tatsız haberlerle de yüzleşebilmesi gerektiğini belirtirdi. Kurulan sistemlere aşırı bağlanmaktan kaçınmayı ve sürekli mükemmelleştirme çabasının gerekliliğini sorgulardı. Kurum içindeki görünmez duvarları ve sınırları değerlendirir, çalışanların doğrudan iletişim kurabilme olanaklarını merak ederdi. Popper, hataların ve eleştirilerin açıkça paylaşılmasını teşvik eder, sürekli gelişim ve yenilik arayışını desteklerdi. 30. Thomas Kuhn (1922–1996): “Gerçek, hata yapana, karmaşaya düşenden daha yakındır.” der Thomas Kuhn, yani gerçeğe ulaşmak, hataları kabul edip karmaşayı anlamaktan geçer. 1922de Ohio’da doğdu. Harvard’da fizik eğitimi aldıktan sonra bilim tarihi ve felsefesine yöneldi. Berkeley, Princeton ve MIT’te öğretim üyeliği yaptı. 1996da öldü. Teorisi: Kuhn’a göre bilim, doğrusal ilerlemez; dönemsel sıçramalarla yani paradigma kaymalarıyla ilerler. Bilimsel bilgi, bilim topluluğunun uzlaşmasıyla oluşur ve mutlak gerçek değildir. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Kuhn, yönetim kurulunda mevcut paradigmaların nasıl sorgulandığını ve yeni paradigmaların nasıl oluştuğunu tartışırdı. Kurum içinde değişimi ve yeniliği teşvik eder, eski yöntemlerin eleştirilmesini ve yeni yaklaşımların benimsenmesini sorgulatırdı. Liderlerin değişime ve yeniliğe açık olmalarını sağlardı. 31.Theodor W. Adorno (1903–1969): “Eğer hayatın anlamı olsaydı, onda anlam aranmazdı.” diyen Theodor W. Adorno, hayatın anlamı olmadığı için insanların anlam arayışı içinde olduğunu kastetmişti. 1903te Frankfurt’ta doğdu. Nazi Almanya’sından kaçıp Amerika’ya yerleşti ve burada önemli çalışmalar yaptı. 1969da öldü. Teorisi: Adorno, kapitalizmin ve tüketim kültürünün insanları nasıl etkilediğini inceledi. Ona göre, boş zamanlar bile bilinçli bir şekilde değerlendirilmeli ve kapitalizmin tuzaklarına düşülmemelidir. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Adorno, yönetim kurulunda popüler kültürün uyurgezer kitlesini yaratmasına dikkat çekerdi. Kurumun kendini nasıl konumlandırdığını, büyüme yüzdeleri dışında başarı hedeflerinin olup olmadığını sorgular, mevcut gündem konularının gerçek ihtiyaçları yansıtıp yansıtmadığını değerlendirirdi. Sanat ve doğayla etkileşimi, çalışan bağlılığı ve iş/özel yaşam dengesini sağlamaya yönelik adımları önemserdi. Organizasyon yapısını ve karar alma süreçlerini yenilemenin çalışanların sağlığına katkıda bulunabileceğine odaklanır, müşterilerin gerçek ihtiyaçlarını anlamayı teşvik ederdi. 32.Jürgen Habermas (1929- ): “…ben, bir başka benle öteki olarak iletişim kurar.” derken Jürgen Habermas, iletişimde başkalarının perspektifini anlamanın önemini vurgular. 1929da Almanya’da doğdu. Bonn Üniversitesi’nde doktorasını aldıktan sonra Frankfurt Sosyal Araştırma Enstitüsü’nde çalıştı. Marburg Üniversitesi’ne geçti ve 1992de Frankfurt’a dönerek emekli olana kadar ders verdi. Teorisi: Habermas’ın temel sorusu, iletişim aksaklıklarının toplum üzerindeki etkilerini sorgulamak ve kamusal alanda yapılan tartışmaların demokrasiyi nasıl güçlendirebileceğidir. Habermas, anlaşılır dil, önerinin gerçekliği, niyetin dürüstlüğü ve normların doğruluğu üzerine kurulu iletişim teorisini geliştirdi. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse; Habermas, yönetim kurulunda sağlıklı iletişimi ve farklı görüşlerin ifade edilmesini vurgulardı. Mevcut sistemin dinamiklerini sorgular, gerçek diyaloglar kurmayı ve çalışanların sağlığına önem vermeyi önerirdi. 33.Claude Levi-Strauss (1908–2009): “İnsanın doğası yok, tarihi var.” dedi Claude Levi Strauss, insanların doğuştan gelen bir doğaya değil, tarihleri ve kültürleriyle şekillenen bir yapıya sahip olduğunu savunuyordu. 1908de doğan Levi-Strauss, ressam bir babanın ve entelektüel bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Brezilya’da yaptığı saha çalışmaları, antropoloji alanında büyük etki yarattı. Önemli eserlerinden biri olan “Hüzünlü Dönenceler,” Güney Amerika’daki kabilelerin yaşamlarını anlatır. “Yaban Düşünce” Levi-Strauss’un mitolojik düşünce üzerine yoğunlaştığı ve akrabalık ilişkilerini incelediği bir çalışmadır. 2009 yılında ölen Levi-Strauss, antropolojiye ve sosyal bilimlere büyük katkılarda bulunmuştur. Teorisi: Levi-Strauss, yapısalcı antropolojinin kurucusudur. İnsan zihni evrensel kalıplar içinde işler ve bu kalıplar, mitler ve ritüeller gibi kültürel unsurlarda görülür. Doğa bilimlerinden ilham alarak, kültürlerin yapısal özelliklerini anlamaya çalışır. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Levi-Strauss, yönetim kuruluna katılsa, kurumun ritüellerini ve sosyal dinamiklerini analiz ederdi. Çalışanların selamlaşma biçimlerini, unvan farklarını ve karar alma süreçlerini incelerdi. Yönetim kurulu toplantılarını kaydedip izlemeyi önerir ve bu kayıtlar üzerinden düşünerek kuruma yönelik tavsiyelerde bulunurdu. Uzun vadede bırakılan iz ve değer yaratma konularında derin sorular sorarak, doğa ve insanlık konusundaki perspektifini paylaşırdı. 34.Jacques Derrida (1930–2004): “Ve felsefe herhalde, deliliğe en yakın noktada, delirme kaygısı için bir tesellidir.” demişti Derrida, felsefenin, akıl ve delilik arasındaki ince çizgide, delirme korkusuna karşı bir sığınak sağladığını savunuyordu. 1930da Cezayir’de doğan Derrida, Ecole Normale Supérieure’de eğitim gördü. 1960lardan itibaren Sorbonne ve Ecole Normale Supérieure’de öğretim görevlisi olarak çalıştı. 1970lerden itibaren Yale ve University of California Irvine’de dersler verdi. En bilinen eserlerinden biri olan “Yapısöküm,” dilin ve anlamın belirsizliklerini vurgular. Derrida, 2004 yılında öldü. Teorisi: Derrida, yapısöküm kavramıyla tanınır. Metinleri ve düşünce yapılarını analiz ederek, içlerindeki karşıtlıkları ve belirsizlikleri ortaya çıkarır. Anlam, sabit değildir ve zaman ve mekâna göre değişir. Anlam, sürekli olarak yeniden yapılandırılır ve eksiktir. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Derrida, yönetim kuruluna katılsa, dili ve anlamı analiz ederek hizmet ve servis kavramlarının kökenlerini sorgulardı. Hizmet kelimesinin Arapça’da “hadim”, servis kelimesinin ise Latince’de “köle” anlamına geldiğini vurgulayıp, müşteri ilişkilerini bu çelişkiler üzerinden ele alırdı. Yönetim kurulu gündemindeki güç, rekabet, bağlılık gibi temaları zaman ve mekâna göre yeniden değerlendirirdi. Kurumun kimliğini ve dışarıdan algılanma biçimlerini analiz eder, farklı görüşleri cesaretlendirmek için stratejiler önerirdi. Belirsizlik ve karşıtlıklarla dolu bir dünyada anlamı zamana yayarak inşa etmenin önemini vurgulardı. 35.Jean-François Lyotard (1924–1998): “Her seferinde tekrar sıfırdan başlarız, çünkü her seferinde arzumuzun nesnesini kaybetmişizdir.” Loyatard’ın bu sözü sürekli bir arayış içinde olduğumuzu ve her arayışın yeni bir başlangıç olduğunu ifade eder. 1924 yılında Paris yakınlarında doğdu. Felsefe eğitimi aldıktan sonra 1950de Cezayir’de ve Fransa’da felsefe öğretmenliği yaptı. “Postmodern Durum” ve “Libidinal Ekonomi” gibi eserlerin yazarıdır. 1998 yılında lösemiden hayatını kaybetti. Teorisi: Lyotard, postmodernizmi “meta anlatılar” yani büyük ve evrensel anlatıların sonu olarak tanımlar. Modernizmin aksine, postmodernizm evrensel hakikatlerin yerine parçalanmış, geçici ve yerel anlatıları benimser. Bilgi ve hakikat, geçici sözleşmelerle tanımlanmalıdır. Bilgi, satılabilir bir meta haline gelir ve büyük anlatılar yerini küçük, yerel ve geçici anlatılara bırakır. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Lyotard, yönetim kuruluna katılsa, büyük anlatılara veda etmeyi ve küçük, geçici anlatılara odaklanmayı önerirdi. Kurumların meta anlatılar yerine, çalışanlarının ve paydaşlarının gerçek ihtiyaçlarına odaklanarak daha anlamlı ve esnek stratejiler geliştirmelerini savunurdu. Yönetim kurulunun gücü nasıl dengede tuttuğunu, çalışanları ne kadar tanıdığını ve büyük anlatılar yerine küçük hikayelerle nasıl değer yarattıklarını sorgulardı. 36.Slavoj Zizek (1949-): “Felsefe çözümler bulmaz, sorular sorar.” diyen Zizek, felsefenin amacının kesin çözümler bulmak yerine, sorular sorarak düşünmeyi teşvik etmek olduğunu savunur. 1949 yılında Slovenya’da doğdu. Felsefe alanında doktorasını tamamladıktan sonra Paris Üniversitesi’nde psikanaliz eğitimi aldı. Lacan, Hegel ve Marx’tan ilham alarak popüler kültür ve felsefeyi birleştiren eleştiriler yapar. “Yamuk Bakmak” adlı kitabında, olaylara alışılmışın dışında bakarak derinlemesine analizler yapar. Teorisi: Zizek, ideolojilerin günlük hayatımıza nasıl nüfuz ettiğini ve arzularımızın nasıl şekillendiğini inceler. Sinema ve popüler kültür üzerinden yaptığı eleştirilerde, ideolojilerin nasıl işlediğini ve insanların arzularının nasıl manipüle edildiğini ortaya koyar. İdeolojiler büyük felsefi cümlelerle değil, günlük hayatın içindeki basit unsurlarla çalışır. Yönetim Kuruluna Davet Edilirse: Zizek, yönetim kuruluna katılsa, öncelikle gündemlerindeki soruları merak ederdi. Kurumların büyük anlatılar yerine yerel hikayelerle nasıl değer yaratabileceklerini sorgular, dengeyi nasıl koruduklarını ve değişim senaryolarını nasıl oluşturduklarını araştırırdı. Ayrıca, çalışanların ve liderlerin rollerini ve birbirlerini ne kadar tanıdıklarını irdeleyerek, yönetim kurullarının işleyişini daha derinlemesine analiz ederdi. Gördüğünüz üzere öyle ya da böyle felsefe öğrenmek ister batı ister doğu ister Hristiyan ister İslam felsefesi olsun farklı düşünce biçimlerini öğrenmemize ve kendi düşünce sistemimizi, inançlarımızı, davranışlarımızı gözden geçirmemize yarıyor. Öğrendiklerimizi, onlardan vazgeçmemizi gerektirmiyor ama farklı bakış açılarını anlamada bize kılavuzluk ettiği kesin. Ben ne öğrendim bu okumadan veya artık ilave olarak nelere dikkat edeceğim, şöyle sıralayayım: 1.Neredeyse tüm filozoflar yönetim kurullarında sanat ve estetiğe bir bakış açısı veya değerlendirme şekli olarak yer vermişler. 2.Yönetim kurulu gündeminde benim GOYA diye tanımladığım usul, artık sadece saha değil, kendimizi, ötekini (karşı cins dahil) ve gençleri de kapsamalı. 3.Hedeflerimizin yanında eksiklerimiz de söz konusu olmalıdır. 4.Sürdürülebirliğin yanında aslolan çevreye saygıdır. 5.Tüm paydaşlarla ilişkilerde samimiyet esastır. 6.Herkesi dinleyip, yerel de küçük de olsa tüm işlere önemle yaklaşmak gerek. 7.Daima sıfırdan düşün, her an her şeyi yeniden keşfe hazır ol. 8.Aşırıya kaçma. 9.Tüm paydaşların duygu ve davranışlarını anla, incele, kaale al. 10.Kültürü incele ve anla. 11.Şirketiniz servis verdiği paydaşların mutluluğunu hedeflemelidir. Servis, Latince köle demektir! 12.Yaptığın hataları değerlendir, mükemmelliği hedefle! 13.İnsanlar sizin için kaynak mıdır, yoksa ötesi bir değeri var mıdır? 14.Gayeniz iyi iş (good deed) ve dost kazanmak olmalıdır. 15.Ölümle barış, kaderini kabullen ama unutma gücünün bittiği yerde kaderin başlar.