Büyük Doğu Akıncıları Derneği Başkanı Mehmet Ali Bayram: ‘Aksa Tufanı’yla beraber, domuz ininden çıkmak zorunda bırakıldı’

0

Aylık Baran Dergisi 32. Sayında Büyük Doğu Akıncıları Derneği Başkanı Mehmet Ali Bayram Aksa Tufanı Harekatnı değerlendirdi. Geçen bir yılın ardından, Aksa Tufanı operasyonunu genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Aksa Tufanı operasyonunu başından beri değerlendirmek gerekirse, 1947 ile başlayan bir süreç var. Birçok insan -belki bilerek, belki bilmeyerek- bu süreci atlayıp sanki her şey 7 Ekim’den itibaren başlamış gibi bir değerlendirme yapıyor. Bu da insanları büyük bir yanlışa götürüyor. Mesele en temelinden ele alınmalı… Bu topraklar müslüman Filistin halkının topraklarıdır. Fakat 2. Dünya Savaşı sonrasında İngilizler eliyle Filistin topraklarına yerleştirilen Siyonist yahudiler, her gün adım adım buradaki Müslümanların topraklarını işgal etmiş, Müslümanların canlarına kastetmiş, namuslarına el uzatmışlardır. Dolayısıyla gelişen bu süreç içerisinde, Gazze’de yaşayan Müslümanlara başka türlü davranma fırsatı bırakılmamıştır. Müslümanlar, ya elindeki bıçakla canlarına kasteden bir cani edasıyla üzerine gelen İsrail’e karşı bir şeyler yapacaktı, ya da teslim olup canını almasını bekleyecekti. Bu minvalde Müslümanlar bir reaksiyon gösterdiler ve tamamen meşru müdafaa çerçevesinde hareket ettiler. 7 Ekim’i bu şekilde değerlendirmek lazım. Yoksa, oradaki müslümanların yaptığı bu operasyonu “orada masum insanları katlettiler” gibi bir tarzda Batı jargonuyla düşünmek, İsrail’i tamamen aklamaya ve meseleyi yanlış değerlendirmeye sebep olur. Operasyonun, İsrail siyasetine sizce ne gibi etkileri oldu? İsrail’in de Amerika’nın da siyasî güçlerinin temel kaynağı aslında insanların üzerlerinde oluşturdukları intibadan kaynaklanıyordu. Mevcut güçlerinden ziyade, bu psikolojik baskı üzerinden iş yapıyorlardı. Biliyorsunuz, Kumandan’ın 91 harbi vesilesiyle Saddam Hüseyin için söylediği “Dünya düzeni arabasının bir tekerini söktü!” diye bir tespiti var… Eskiden Amerika bir sözüyle ülkeleri işgal ederken, artık gidip savaşmak zorunda. Şimdi, aynı şey İsrail için de söz konusu oldu. O, “bütün dünyayı yöneten”, “her işin arkasındaki gizli el” miti yerle yeksan oldu ve İsrail kendi topraklarında vuruldu. Mevzu, esasında müslümanların zayıf olmadığı sadece bir imkân ve fırsat meselesi olduğunu da göstermiş oldu. Böylece İsrail “yenilmez” imajını kaybetti. Tabii ki bunun siyasete yansıması da bu psikolojinin sebep olduğu yıkımdan başka bir şey olmamıştır diye tahmin ediyorum. Bugün âdeta kudurmuşçasına bütün stratejik hesapları altüst ederek, etrafına saldırması da bunun bir göstergesi. Bazı şeyleri yürütemiyorlar ve savaşmaya mecbur kaldılar. Yeri gelmişken, meseleye de bitişik olarak, İsrail’in Lübnan’a yaptığı son saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz? Lübnan’a saldırması da az önce de belirttiğim gibi yıkılan o imajıyla beraber bir çaresizlik duygusuyla ve kendi güvenliğini sağlamak maksadıyla, sahaya inmek zorunda kalması olarak değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bugüne kadar işler hep onların canlarının istediği zaman yapıp ettiklerinden ibaretti. Aksa Tufanı’nın yol açtığı en büyük neticelerinden biri bu oldu. Yani, Aksa Tufanı’yla beraber, domuz ininden çıkmak zorunda bırakıldı ve şu an can havliyle etrafa saldırıyor! Bence yıkımını getirecek olan da bu şuursuzluk olacak. Bütün o Arap ülkelerini, bütün o insanları karşısına alması, şimdiye kadar ürettiği bütün o sahte değerlerle beraber “dünyayı yönetme” imkânının elinden alınmış olması, onların yıkımını getirecek olan sebep olacak. Peki, Batılı devletlerin tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz? Batılı devletler ile halkların arasında bir ayrım var… Batılı güdücüler, esasında hiçbir hâkimiyetlerinin ve özgürlüklerinin olmadığını, kurgulanmış bir düzen içerisinde “bağımsızlık” oyunu oynadıklarını göstermişlerdir. Çünkü bu zamana kadar vazettikleri bütün değerler, Batı’yı batı olarak lanse ettikleri kendilerine ait ne kadar “değer” varsa şu an hepsini ayaklar altına alarak, İsrail’in yanında saf tuttular. Bu da onların kendi çöküşünü hızlandıran bir şey. Ne olursa olsun, insan topluluklarını bir arada tutan şey, o insanların ortak değerleridir. Bu ortak değerleri berhava ettiğiniz anda insanlar birbirlerine tutunacak hiçbir payda bulamazlar ve toplum yapısı dağılır. Şimdi bugün Batı’nın yaşadığı da bu! İsrail’in güvenliği için Batı esasında kendisini kurban ediyor. Bunun farkına varsın ya da varmasın bu böyle. Kendi toplulukları içinde yükselen itiraz sesleri, milyonluk devasa gösteriler de bunun bir göstergesi. Bugün Batılı Devletler, kendi vatandaşına izah edemediği, anlatamadığı bir durumun içine düştü! Batı’da yaşayan halkın gerçekleştirdiği Filistin’e destek eylemlerinden hangi sonuçları çıkarıyorsunuz? Batı’nın aslında tükenmişliğini gösteriyor. Çünkü insan fıtratını ne kadar zorlarsanız zorlayın, ne kadar değiştirmek isterseniz isteyin, kendisine atılan o toprağın üzerine bir gölge gibi çıkıyor. İnsanların vicdanı bir yerden sonra bu zulmü kaldırmıyor. Ne kadar propaganda yaparsanız yapın, insanların akıllarını ne kadar bulandırırsanız bulandırın, ne tür bir eğitim sisteminden geçirirseniz geçirin, insanoğlunun bir tabiatı var! Şu Batı’daki toplumların ayaklanışı, bu zamana kadar aldıkları bütün değerlere karşı da bir başkaldırı aynı zamanda. Tabiri caizse artık mızrak çuvala sığmıyor. İnsanlık toplu halde bir kurtuluş mücadelesi veriyor. Gazze bu meşalenin fitilini ateşledi. Bütün insanlara özgür olarak, insan olarak yaşayamadıklarını, nasıl bir tasallut rejiminin altında yaşadıkları gösterdi. Bu bakımdan Aksa Tufanı’nın en büyük kazanımlarından biri olarak ayrıca bunu da işaretleyelim. İslam dünyasının sürekli birbirlerini yardıma çağırdığı ve “şiddetle” kınama mesajı yayınlamaktan ibaret olan pasif vaziyetini nasıl izah ediyorsunuz? Bugünden yapılacak bir şey var mı derseniz, açıkçası yok! Bugün ne Türkiye, ne de İslâm ülkelerinin İsrail ve Amerika’ya karşı çok da yapabilecekleri bir şey yok. Çünkü takdir edersin ki savaşın bir ön hazırlığı vardır… Müslümanlar bu mânada hazırlıksız yakalandılar. Genel olarak böyle değerlendirebiliriz. Bizler kendi iç sistemimiz içerisinde, kendi iç yapımızda bağımsızlığımızı bu zamana kadar temin edemedik. İster buna ideolojik olarak bakalım, ister de maddî imkânlar bakımından değerlendirelim böyle bir vaziyetimiz var. İslâm ülkeleri Batı’nın âdeta bir paryası olarak kaldı birçok İslâm ülkesi. Dolayısıyla farklı bir tavır göstermesi zaten beklenemezdi. Batı’da siyasîler ile halk arasında olan söz konusu ayrım, bizim ülkemizde de geçerli. Halkların vicdanı Filistin için, Gazze için atıyor. Fakat üst kademede farklı farklı hesaplar var. Belki samimi olan insanlar da olabilir. Bütün hepsini aynı kefeye koymayalım ama onların da çok fazla yapabilecek bir şeyleri yok. Bugün maalesef ülkemiz adına da bunları yaşıyoruz. Bu noktada, Türkiye’nin tavrını yeterli buluyor musunuz? Niçin? Türkiye’nin tavrını elbette ki yeterli bulmuyoruz… Yeterli bulmuyoruz çünkü içimizden geçenlerle yapıp ettiklerimiz arasındaki derin uçurum ortada! Orada bizim ciğerimiz yanıyor, evladımız dediğimiz, insanımız dediğimiz bir topluluk âdeta bir soykırıma tabi tutuluyor!.. Dün Cumhurbaşkanı açıkladı; “Gazze bir çocuk mezarlığı” oldu dedi. Biliyorsunuz, Gazze’nin yaklaşık 1 milyonluk nüfusu, 12 yaş altındaki çocuklardan oluşuyor. Ve şimdi İsrail burayı hiçbir ayrım yapmaksızın bombalıyor! Bu şartlar altında Türkiye’nin yapıp etmesi gerekeni “kınamak”tan ibaret olamayacağına göre Türkiye’nin de gerekli tavrı göstermediği ortada ve açık! Bunun sebebini çok uzatmadan şöyle söyleyeyim… Siz kendi içinizde gerçek anlamda serbest olarak hareket edebilme, özgür olabilme kapasitesini elde edemediğiniz sürece zaten yapabileceğiniz de bir şey yok! Bugün Türkiye’nin içerideki hali de ortada. Âdeta Batılı enstrümanlar tarafından işgal edilmiş, yönlendirilmiş bir vaziyet söz konusu… Konvansiyonel medyası onların elinde, sosyal medyası onların elinde, iş dünyası, hukuk onların, vesaire!.. Kendi ayakları üzerinde doğru düzgün duramayan bir Türkiye’nin bir başkasına faydalı olamayacağı da açık. Ve maalesef bu acı bir şekilde ortaya çıktı. Filistin’e destek ekseninde derneğinizin ne gibi faaliyetleri oldu? Dernek olarak kalbimiz Filistin için atıyor. Bu çerçevede, farazi şeyler üzerinde devam etmektense, reel olarak ne yapabileceksek onun üzerinde durmaya çalıştık. Bu noktada da memleketimiz içerisinde boykotları destekledik. Ülkemizdeki siyonist varlığa dikkat çekerek, özellikle Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olup ama İsrail ordusunun çağırdığı ve İsrail ordusuna katılarak oradaki katliama ortak olan suç şebekesi içerisinde yer alan ve sayıları 4 bini bulan caninin tespit edilip yargılanması, vatandaşlıktan atılması ve mal varlıklarına el konularak burada cezalarının çekilmesi yönünde sürekli bir kampanyamız oldu. Konuşmanın ötesinde, ne yapabiliyorsak buradan başlamanın daha doğru olduğunu düşündük. En başta söylediğim gibi, memleketimizin içindeki siyonist varlıktan kurtulmadan, buna dair bir mücadeleye girişmeden Gazze’ye dair söylenen sözlerin çok da samimi olmadığını düşünüyorum. “Ülkemde siyonist istemiyorum” kampanyası şu an hangi aşamada? Birçok STK ile görüşerek onlarla ortak gösteriler düzenledik. Farkındalık oluşması için çalışmalarda bulunduk. Şu an HÜDA-PAR’ın konuyla ilgili bir yasa teklifi var. İnşallah Meclis açıldıktan sonra bu teklif gündeme gelecek. Meclisin açılmasını beklerken de yine boş durmuyoruz, birçok program yapıyoruz. Bütün Anadolu’yu karış karış geziyoruz. Bütün illerde buna yönelik bir konferans serisi düzenliyoruz. En başta, kendi içimizdeki siyonist varlığa karşı harekete geçilmesinin, İsrail’e karşı mücadelenin en temel şartı olduğunu düşünerek bu çerçevede faaliyetlerimize devam ediyoruz. Filistin meselesinin çözümü hakkında neler söylemek istersiniz? Şöyle söyleyeyim: Filistin meselesi kendi kendinden ibaret değil. Bugün nasıl ki İsrail’in etrafında bütün Batı devletleri halkalanarak İsrail’in muhafazası için harekete geçtiyse, Filistin’deki müslümanların, Mescid-i Aksa’nın muhafazası için de müslümanların bir araya gelmesi lazım. Diğer türlü bu mücadelenin kazanılma ihtimali yok gibi. O yüzden, herkesin oturup en başta kendi memleketinde nasıl bir bağımsızlık mücadelesi vermesi gerektiğini düşünmesi ve müslümanların siyasî olarak birlikteliğini sağlamak için bir çaba göstermesi lazım. Buna dair bir düşüncesi olması lazım. Filistin’i Filistin’den ibaret zannedersek bizim Filistin’e asla faydamız olmayacak! Ama ne zaman bir İslâm birliği olarak, müslümanları bir bütün olarak düşünürsek asıl o zaman Filistin kurtulmuş olur! Yoksa böyle, parça parça âdeta vücudumuzdan et koparırcasına topraklarımız istila edilecek, Siyonist-yahudi varlığına hediye edilmiş olacak! Bunun farkına varılması lazım. Son olarak vermek istediğiniz mesaj nedir? Müslümanlar artık bir aydınlanma yaşamak zorundalar. Kendi istiklâlimizin kavgasını vermek zorundayız. Dünyadaki müslümanların, genel olarak da insanlığın çektiği bütün zulümlerin vebalini taşıyoruz. Bu noktada herkesin mesuliyet alarak üzerine düşeni yapması ve insanlığın var olabilmesi için vazifesini yerine getirmesi gerekiyor. Teşekkür ederiz Rica ederim. Aylık Baran Dergisi 32. Sayı Ekim 2024

Leave A Reply

Your email address will not be published.

File not found.