Sipariş Listesi, Sendrom ve sırada Tırtıl GPT-148
KAYNAKBetül Memiş / Cnnturk.com2022’nin Ekim ayında kurulan Fact Tiyatro’nun üçüncü sezonuna giren Katherine Soper’in yazdığı (Amazon sitesinin meşhur listelerini referans aldığı) “Wish List / Sipariş Listesi”ni sonunda seyir haneme işleyebildim. Soper, 2015’te İngiltere’nin en prestijli yarışması olan Bruntwood Oyun Yazarlığı Ödülü’nü bu oyunla kazandığında 25 yaşında ve Londra’da bir mağazada parfüm satıcılığı yaparak hayatını geçindiriyor. İngiltere’deki engelli ve ruhsal rahatsızlığı olan kişilere verilen yardım ve desteklerin sistematik olarak düşürülmesi konusunu çatısı yapan hikâyenin, bu prestijli ödülü kazanması, eleştirmenlerin ve gazetelerin dikkatini çekiyor, fakat “parfüm satıcısı ödül kazandı” gibi atılan başlıklar üzerine Soper, (tepki olarak) Cambridge Üniversitesi’nde oyun yazarlığında lisansüstü eğitim alıyor.Oyun, 2017’de Manchester Royal Exchange ve Royal Court Theatre’da sahneleniyor ve o zamandan beri de Almanya ve Güney Kore gibi ülkelerde oynamaya devam ediyor. Bir röportajında, “‘İnsan gibi muamele görmek güzel’ demek zorunda kalmam o kadar acıklı ki” diyor. Hatta öyle ki sonrasında sosyal medyasında “Oyun Yazarı, Parfüm Satıcısı / Tüccarı” ifadesini yazmaya devam ediyor. Soper’in metnin açılışını Aiskhylos’tan bir alıntıyla yapması da boşuna değil -manidar, tabii anlayana – : “İhtişam içinde oturan tanrılardan / zarafet bazen şiddet gelir.” (İç ses: Genç yaratıcıları ve sanatçıları, sadece bulundukları boyuttan ve kendi “yaş almış” dünyalarından bakarak / yorumlayarak “küçümseyen”lere selamlar!)
Türkiye kadrajında Fact Tiyatro’nun yorumundan dikize yattığımız oyunun yönetmeni Ali Haydar Çataltepe, çevirmeni Hasret Güneş. Işık tasarımını Eren Uğurhan, sahne ve kostüm tasarımını Ali Haydar Çataltepe ile Dilara Vural’ın üstlendiği oyunun müzikleri ise Tunç Oğuz ve Can Birben imzalı. Dilara Vural, Veysel Fezail, Ali Haydar Çataltepe, Burakhan Yılmaz ve Eren Uğurhan’ın oynadığı iki perdelik hikâyeyi gelin, genç tiyatro ekibinin hemhalinden dinleyelim! (Es notu: Röportajdaki oyun fotoğrafları İdil Sezgin, Emre Ay ve Sumru Uçak imzalı.)
“Hayatının içine sıkışıp kalmış Tamsinların olduğunu bilmek”
Öncelikle Fact Tiyatro’dan başlayalım; tanıyanlar için değil ama ilk defa tanış edeceklere, ekip kimlerden oluşuyor, tiyatroda meramı, derdi nedir? İç ses: Fact; hakikat anlamına geliyor, yaşadığımız dünya şartlarında meşakkatli bir kelime / tanım seçimi olmuş. Size düşen sureti, meali nedir?
Ali Haydar Çataltepe: Evet, “fact” hakikat, gerçek demek. Elimize bir tiyatro metnini aldığımızda ve sahneye koymak için her şeye sıfırdan başladığımızda ilk baktığımız yer, hangi üsluptan olursa olsun, metnin içinde taşıdığı gerçekler oluyor. Bizim bir metne, bir oyuna yaklaşımımız önce yazarın metinde yazdığı ve bize verdiği gerçeklerle başlıyor. Bizim de sahneye koyduğumuz yapımlarımızda ilk aradığımız şey işte bu hakikatlerle hikâyeyi gerçek kılmak. Seyirciye sahnede gerçekleşen hikâyenin hakikatine götürmek ve üslubu içerisinde inandırmak bizim Fact Tiyatro olarak sahnede var edebilmeyi, kurmayı planladığımız ilk şey oluyor. Bundan dolayı da tiyatromuzun adını Fact Tiyatro yapmaya karar verdik. Bu fikirden yola çıkarak da 29 Ekim 2022’de Cumhuriyetimiz de 100. yılına doğru ilerlerken ben (Ali Haydar Çataltepe) ve sevgili Dilara Vural beraber tiyatromuzu kurduk. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı yıllarımızdan dostluğumuzun devam ettiği bazı arkadaşlarımız, yolda tanıştığımız ve yol arkadaşı olduğumuz yeni ekip arkadaşlarımızla da devam ediyoruz. Sevgili Eren Uğurhan, Veysel Fezail, İdil Sezgin, Dilek Sağır ve nicesi… Bunun yanında Fact Tiyatro olarak bir Konservatuvara Hazırlık Okulumuz var. Öğrencilerimizi konservatuvarların tiyatro bölümlerine hazırlıyoruz ve her biri de birbirinden değerli devlet konservatuvarlarımızda şu an da öğrenci olarak okuyorlar. Buradaki öğrencilerimiz de bizimle birlikte tiyatro içerisinde sürekli provalarda oluyor ve aynı zamanda gelecek senelerde beraber oynayacağımız oyunların planlamalarını da yapmaya başladık diyelim. Şeyma Nur Özbakır ve Zeynep Şengül ismini de şuraya bir bırakmak isterim, bu iki çok özel genç yeteneği ileride çok duyacağınıza emin olabilirsiniz. Çekirdek bir kadromuz var ama öğrencilerimizle, yeni tanıştığımız sanatçı ve yazar arkadaşlarımızla ve en önemlisi öğrencilerimizle git gide büyümek arzusu içerisindeyiz.
Gelelim, Royal Exchange Theatre’da büyük bir başarı yakalayan, yerel ve ulusal basından övgüler alan Katherine Soper’ın (Fact ekibi gibi genç, 25 yaşında kaleme aldığı) ilk oyunu “Sipariş Listesi”ne… The Guardian’in “yıkıcı” olarak tariflediği, Time Out’un, “Britanya’daki kemer sıkma politikaları hakkında hüzünlü ve güzel bir drama” dediği bu hikâyenin sizden yana çıkış noktasını, metni uyarlama ve sahneleme fikrinin doğuşunu anlatır mısınız?
Dilara Vural: Metni ilk okuduğumuzda bizi çok etkilemişti. Empati kurmak için yüzlerce sebep sayabilirim. Her gün alışveriş yaparken büyük süper marketlerde gözlerinin içine baktığım kasiyer işçi arkadaşlarımla bile her gün aynı empatiyi yaşıyorum. Bu anlamda metin çok hayattan ve samimi… Yaşadığımız dünyada ve ülkede, hayatının içine sıkışıp kalmış Tamsinların olduğunu biliyor olmak ve bu hikâyeyi bir de bizden duymalarına doğru itti bizi, belki insanları şifalandırır diye düşündük. İncelikle yazılmış metin, zekice kurulmuş hikâye kurgusu ve derinden, sarsıcı bir hayat mücadelesi… Fact olarak üçüncü sezonuna giren “Sipariş Listesi” oyunumuz için söyleyebileceğimiz en iyi şey “iyi ki” iyi ki bu oyuna cesaretle sahneledik, iyi ki ilk oyunumuz bu oldu…
Yazarın, bu oyunu kaleme aldığında bir parfümeri mağazasında satış görevlisi olarak çalıştığını okudum. Yazar, kişisel deneyimlerini ve 2010’lar / dönemin İngiltere’deki işçi hareketinde ve politikalarındaki adaletsizliği kadrajına almış. Fact’ın ilk oyunu olduğu için de, bu hikâyeyi sahnede görmeye heves ettiren meramınız neydi?
Ali Haydar Çataltepe: Her gün alışveriş yaparken süper market zincirlerinde gece, gündüz, bayram, yılbaşı demeden çalışan kasiyer işçi arkadaşlarımızın gözlerinin içine bakın, bu sorunun tüm cevabı, bizi heves ettiren o şey, tam orada saklı.
“Bir an da hiç istemediği bir yerde kendini bulanlar”
Uyarlama ve sahneleme aşamasında hangi tür enstrümanları masaya yatırdınız? Süreçte sahnelerken öncelikleriniz veya dikkat kesildiğiniz duraklar nelerdi?
Dilara Vural: İzleklik! İlk buna bakıyoruz, seyircimiz evinde şöyle bir baktı, biletini altı, baya da para verdi haliyle, çünkü biletler pahalı, ama asıl sahne kiraları, nakliye gibi konular çok pahalı bunu belirtmek isterim, bilet pahalılıklarının temel sebebi bundan kaynaklı, diyelim eşiyle geldi, bir de yemek yedi ve çok para harcadı. Bir de salona girip o günkü aktivitesini sana harcamak için geliyor ise, o seyirciyi sıkmaya hakkım yok. Bir şeyi beğendirmek zorundayım. Oyuncu hastadır, olabilir, o gün olmaz, tiyatro o an, orada gerçekleşen şeyle ilgilidir, ama ışığı beğenebilir, rejiyi beğenebilir veya müzikleri beğenebilir. Buna çok dikkat ediyoruz. Bunun yanında sahneleme süreci, provalar oldukça zorluydu, çünkü maalesef ülkemizi yıkan deprem felaketi sürecine denk geldik, kendimizi sorguladık, ne yapıyoruz ki dedik gibi gibi, bir ton şey! Metnin sahnelenme, sahneye taşınma zorluğu da bizi ilk işimiz olarak zorladı! Bir yandan değişen dünya düzeni içerisinde yitirdiğimiz konsantrasyonumuz, her şey ile ilgili çabucak bitsin isteğimiz; tiyatronun süresinin uzunluğuna seyircilerin katlanmasını oldukça zorluyor. Bu yüzden de yenilikçi rejiler ve onları ayakta tutacak şeyler denemek zorundaydık, buna yoğunlaştık. Çok değerli müzisyen arkadaşlarımız Can Birben ve Tunç Oğuz oyun için tam 16 özel parça tasarladı. Ve bunu prova sırasında yaptılar, haftada her gün en az bir defa gelerek, sahneye ve oyuncunun ne oynadığına, ne hissettiğine bakarak! Her şeyi titizlikle işlemeye gerçekten çok özen gösterdik ve bu anlamda içimiz çok rahat. Ve tüm bu sürecin sonunda da kendi seyircisiyle buluştu ve kendi kitlesini oluşturdu diyebiliriz.
Bugünün “Sipariş Listesi” karakterleri kimlerdir sizce? Sisteme eleştirisini hangi tondan ve renkten yapmaktadır? Fact’ın kadrajında zoom’ladığı ve dokunuşuyla nasıl bir “Sipariş Listesi” hikâyesidir sahnede seyrine düştüğümüz? Bilenler için değil elbet ama ilk defa tanış edeceklere, oyunun derdi, meramı nedir?
Dilara Vural: “Sipariş Listesi”, üniversiteden veya liseden mezun olmuş, hayallerine gitmek isterken bir an da hiç istemediği bir yerde kendini bulanlardır. Buna kendi mesleğimden örnek vereyim, tüm benliğiyle kendini tiyatro ve oyunculuk sanatını öğrenmeye adayarak hayaller kuran oyuncu arkadaşlarımızı düşünelim. Her biri birbirinden yetenekli, sahnede, sinemada ve ekranda olmak isterken, her biri farklı işler yapmak zorunda kalıyorlar yaşayabilmek için; çoğu zaman da garsonluk. Hikâyeyi ise şöyle özetleyeyim; OKB hastalığı ile cebelleşen Dean ve ona bakmak zorunda olan Tamsin’ın hikâyesi… Bir paketleme şirketinde çalışarak geçinmeye çalışan Tamsin iş yerinde yaşadığı baskıcı sistem ile baş etmeye çalışmasını ve hayallerinden vazgeçme sürecini görürüz. Bunun yanında hayatında ilk kez kalbini çarptıracak Luke ile iş yerinin tüm zorluklarına alışmaya başlar ve iyiden iyiye bağlanır. Seçimleri ve mecbur kalışları onu hayatın bambaşka bir yerine getirecek ve her şeyden vazgeçecektir…
Metni prova ve sahneleme aşamasında yaşadığınız, ilginç, absürt veya “bu da varmış” dediğiniz neleri tecrübe ve yeniden teyit ettiniz; ya da şu an aklınıza gelen, tebessüm ettiren neler oldu bu süreçte? Ayrıca oyunu yaratım boyunca fonunuzda, kafanızda sürekli dönen dolaşan neydi?
Dilara Vural: Süreç keyifli olduğu kadar zordu. Bir şeyin doğum sancısı, hep derler ya. Hem tiyatromuzun ilk oyunu olması, hem de Türkiye’de ilk defa sahnelenecek olması, her şeye dediğim gibi çok yoğun prova saatleri ayırmayı gerektirdi. Bunun yanında tabii oldukça absürt şeyler de yaşandı! Dekoru 17 kat yangın merdivenleri arasında sahneye taşımaya çalışırken sıkışmak gibi! Şimdi bunlardan gülerek bahsediyoruz tabii. Zorluklar devam ediyor, maddi, manevi. Olanaklar, olanaksızlıklar, kayırmalar… Bir genç ekibin konservatuvardan sonra yaşadığı şeyler işte, diyerek geçiştirmek doğru olmaz tabii. Çünkü geçiştirmemeliyiz. Ama şunu söyleyebiliriz, çünkü bence çok önemli, sanılanın ve bahsedilenlerin aksine gençlere destek, motive edici içerikler veya adaletli bir çark olmadığını çok rahatlıkla söyleyebiliriz… Ve bizim gibi düşünen onlarca çok başarılı ekipten bahsediyorum aynı şeyleri hisseden. Bu meslek bir tutku, evet ama biz bu mesleği yaparken artık maalesef başka kaygılar taşımak zorunda bırakılıyoruz. Fact Tiyatro olarak atölye öğrencilerimize, ilk kez bunlarla baş etmeye hazır mısınız, psikolojik ve fiziksel olarak hepsiyle baş etmeye hazır mısınız derken bulduk kendimizi. Çünkü gösterilenin aksine mücadele etmeniz gereken bambaşka alanlar ve şeyler olacak ve şunu bilin ki “yalnız değilsiniz” diyebiliriz belki…
“OKB’nin kısır döngüsüne yakalanmış Dean” karakterini yaratırken bir doktor veya danışan ile çalıştınız mı?
Veysel Fezail: Evet, psikolog bir arkadaşımın yardımını aldım. Onun rehberliğinde, OKB konusunda daha derin bilgi edindim. Aktardığı bilgiler, OKB’li bireylerin zihin dünyasını ve yaşadıkları zorlukları daha iyi kavramama yardımcı oldu. Ayrıca, yakın zamanda çevremde bu rahatsızlıkla mücadele eden birini yakından gözlemleme şansım olmuştu. Bu deneyim, karakterin içsel çatışmalarını anlamlandırmak açısından çok kıymetliydi. Bunların dışında, OKB ile ilgili pek çok makale okuyup, farklı kaynakları inceleyerek bilgilerimi pekiştirdim ve bu rahatsızlığı konu alan filmler izledim.
“Üçüncü oyunumuz “Tırtıl GPT-148”in prömiyeri 16 Şubat”
Oyun sonrası us’umda salınan, Ken Loach (2016 yapımı) filmi “Ben, Daniel Blake” kareleriydi. Sizin yorumunuz ne olur? Mesela, herhangi bir sendika veya (oyundaki gibi) işçi/lerden seyretme sonrası, sizinle eleştiri veya yorumlarını paylaşanlar oldu mu?
Ali Haydar Çataltepe: Çok sevdiğim bir filmdir. Film çıktığı sene oynadığım bir filmle birlikte Adana Film Festivali’ne gittiğimde büyük salonda görme fırsatını bulmuştum ve bulduğum an vurulmuştum filme. Zaten Ken Loach çok sevdiğim bir yönetmen. O film de benim tek hoşuma gitmeyen şey şuydu sanırım, sonunda okunan mektup. Bütün izlediğim hikâyeyi tekrar bana sözlü olarak aktaran şeyleri sevmiyorum pek. Hatta ucu açık, hiçbir şey ile bitmeyen ve hiçbir şeysiz kalan hikâyeleri seviyorum, çünkü o hiçbir şeyin içine sen ne istersen koyabilirsin. İster “umut”, istersen bence gene “umut”! “Sipariş Listesi”nde sanırım en çok da oyunun olmayan ve seyirciyle tamamlanan finalini seviyorum. Çok isterdim böyle bir eleştiri duymak gerçekten fakat hiçbir sendika vb. oluşum “maalesef” oyunumuza gelmedi… Bahsettiğim şey işçi veya beyaz yaka, artık fark etmez bence günümüzde, bireysel olarak gelen herkesin çok değerli güzel yorumlarını dinlemek çok iyi geldi. Aklımda kalansa net olarak şu, bir beyaz yaka arkadaşımız, etkilendiği için bir hafta işine gidemedi, o kadar…
“Sipariş Listesi”nde en sevdiğiniz bölüm veya replik hangisi ve neden?
Dilara Vural: Bu döngü milyarlarca yıl boyunca devam eder… Bütün yaşamı özetliyor gibi.
Veysel Fezail: Berbat bir döngünün içindeyim zaten…
Tesadüf bu ya, hayat verdiğiniz oyun içindeki karakter(ler)le aynı mahalle ya da apartmanda tanışsınız. Hayat hikâyelerini de bir şekilde biliyorsunuz ve bir vakit de aynı masalarda kelama düşmüşünüz. Onlara bir cümleniz olsa, bu ne olurdu?
Ali Haydar Çataltepe: Bu hayatta bir tek ‘olmaz’, olmaz! Vazgeçme demeyeceğim; Bırakma…
Son aylarda sizi etkileyen veyahut iyi gelen performans, oyun, film, albüm / şarkı, sergi, kitap veyahut bir fotoğraf karesinden neler var; paylaşırsanız, bizler de nasiplenelim isterim?
Ali Haydar Çataltepe: Lukas Dhont’un yönettiği “Close” beni çok çarptı. Coralie Forgeat’ın yönettiği -muhteşem bir eser diyeceğim- “The Substance” ise beni sinemaya tekrar çarptı! Tiyatro oyunlarında, Duncan Macmillan’ın yazdığı -kalemine hayranım- National Theatre yapımı People, Places and Things, Denise Gough isimli inanılmaz oyuncunun incelikli ve derinlikli, her detayı düşünülmüş performansıyla beni büyüledi! Yönetmenliği de çok beğendiğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Ukraynalı sanatçı Oleg Shupliak’ın “Gizli Görüntüler” sergisindeki eserler Van Gogh seven biri olarak beni oldukça kendine çekti diyebilirim.
Fact’ın tiyatro yolculuğunda önümüzdeki günlerde bizleri neler bekliyor; masanızda veya kafanızda gelecek proje ve programınızdan bahseder misiniz? Mesela, geçen yıl Şubat’ta merhabasını veren “Sendrom” oyununuz devam ediyor, biraz bundan da bahsedelim.
Ali Haydar Çataltepe: “Sipariş Listesi” üçüncü sezonuna devam ediyor. Bunun yanında bir diğer prodüksiyonumuz, kendi yazdığım ve sevgili Dilara Vural’ın oynadığı tek kişilik “Sendrom” oyunumuz var, o da aynı hızlı ve yoğun ilgiyle gösterilerine devam ediyor. “Sendrom” ile çeşitli turneler yaptık ve şu an belirli olmasa da ülkemizde ve belki bir yurtdışı turne programı söz konusu. Şimdi ise, yeni prodüksiyonumuz provada! Oyunu ben yazdım, Dilara Vural yönetiyor ve sevgili Dilara’yla ve Dilek Sağır ile birlikte oynayacağımız üç kişilik bir hikâye. “Tırtıl GPT-148”, 16 Şubat’ta, Taksim – Ara Sahne’de prömiyerini gerçekleştirecek ve çok yoğun bir takvimle oynanmaya başlayacak. Oyun, alzheimer, aşk ve yapay zekâ üzerine kurulu. Metni çok severek yazdığımı ve sanırım alzheimer korkumu da artık bir nebze olsun kâğıda dökerek kendimi rahatlattığımı söyleyebilirim. Tam gaz devam ediyoruz diyebilirim! Oyunların ayrı dertleri, ayrı meseleleri, her oyunun ayrı bir kimliği olmasını seviyoruz.