Dünya yuvarlak. Bunu çok duydum
19.12.2023 13:57Son Güncelleme: 19.12.2023 13:58
Haber Kaynağı: Betül Memiş / Cnnturk.com“Çok tuhaf / Santimetreler, miller gibi / Saniyelerse saatler / Şimdi aşk öldü, doğru / Deneyecek başka yol kalmadı, çok uzak… / Çok uzak, uzun zaman önce / Aşkın burada kalacağı zaman / Şimdi bitti / Artık söylediklerimizin bir önemi yok, çok uzak…” Herkesin bir vakitler diline pelesenk ettiği, hatta fona her düştüğünde çok eskilere gittiği, anılar deryasında yer yer hırpalandığı (Jäje Johansson, sahne adı takdimiyle) Jay-Jay Johanson’ın “For Away” şarkısı… Hatırlayıp da tebessüm edenlere selam olsun!Yıl 1999, albüm adı “Poison”… Şarkılarını nasıl yazdığını, “Bir kalem, bir kağıt, günlüğüm ve insanlar…” diye tarif eden İsveç’in melankolik sesi Jay-Jay’in Türkiye’yi sevdiği kesin, ya da her turnesine İstanbul’u eklemesi boşuna olmasa gerek / ya da her şeyde mana arayan biz! Zira geçen akşam, öncesi Ankara, sonrası ise yine İstanbul sahasındaydı. Fanı olmama rağmen, benim bile dördüncü kez konserinden nasiplendiğim Jay Jay’in biz müziksever fanileri biraz akustik biraz elektronik biraz trip-hop’tan electro-clash’e, downtempo’dan indie’ye oldukça ve çokça nostalji rüzgarında, başka bir boyutta gezdirdiği kesin… Melankoliyi sevmeyen bana bile depresifliğimin ve us’umun karanlık tarafının tadını çıkartıyor diyerek (Epifoni organizasyonuyla gerçekleşen) Dorock XL Venue’deki konserinde, yurdum insanının ve gençlerinin arabesk sevdasının mayasına / DNA’sına bir kez daha şahit oldum diyebilirim!Kasım 27’sinde, Zorlu PSM’deki (İngiliz menşeili post-punk grubu, ki ilk kez Türkiye’ye teşrif ediyorlardı) İdles konserinde olduğu gibi, Jay-Jay’de de sahneye (hatta iki kez) ayakkabı fırlatılmamasına ayrıca çok sevindim, illa böylesi etkinliklerde bir utanç ve hüzün yaşamak zorunda mıyız?! (Es notu: Kültür sanat bir kültür işi ki bizim coğrafyada mevzular kültür olunca denklem şaşıyor!)Yer yer Dorock’ın mekân ses sisteminden kaynaklı olduğunu düşündüğüm Jay Jay’in sesinin efsununu beyin loblarına tam huşu edemesem de, çokça yaş aldığımı hissedip miss olduğum, güzel bir konser gecesiydi. Jay-Jay’in sahnedeki sevgi hemhali benim gibi sıkıntılı bünyelerde “aşırı” diye tanımlanabilecek öpücüklü, bol kalp emojili, teşekkürlü, reveranslı performansı 2023’ün insan olmayı unutan yerlerim(iz)e iyi geldiği kanaatindeyim!Ezcümle: 1996’dan bu yana müzik dünyasının içinde olan, verdiği konserlerindeki ahvaliyle kendisi daha da sahiplenip sevmememizi sağlayan Jay-Jay Johanson, “Believe In Us”, “So Tell the Girls That I’m Back In Town”, “Mr. Fredrikson”, “On The Radio”, “Time Will Show Me” gibi dillere pelesenk olmuş birbirinden şiirsel şarkılarıyla ve 2021 imzalı albümü “Rorschach Test”in güzergâhında yine hafıza defterine temizinden anlar geçirdi ve yaşattı. O vakit, hâlâ hafızamda tazeliğini koruyan geceden kalan bir fotoğraf karesi; tüm hayranlarının hep bir ağızdan ses verdiği “Far Away” zamanı diyerek sesi biraz daha açıp odayı notalarla doldurabiliriz!“Disko Topu: Rağmen biri”Gelelim bu haftanın seyirlik rotasında nasiplendiğimiz oyuna…“Dünya yuvarlak. Bunu çok duydum. Evet, bir top. Ama içi dolu bir top. Hepimizle, bütün duvarlarla, ayakkabılarla, giysilerle, bardaklarla, ölülerle, tokalarla, odalarla, ağaçlarla, kuşlarla, dikenlerle, tütünlerle, çiçeklerle, çöplerle, aynalarla, kitaplarla, oyuncaklarla, her haltla dolu bir top. Dönüyor. Başı dönüyor. Başımızı döndürüyor. Eskiyor. Yarılıyor. Kanıyor. Kanatıyor. Biz yuvarlanıyoruz içinde, durmamıza izin yok. Ya Güneş, ya Ay? Onlar da birer top. Dünyanın neresine gidilirse gidilsin karşımıza çıkan, başımızın üstünden eksilmeyen toplar. Aslında onlar dünyadan da büyükler ama biz bunu anlamıyoruz çünkü dünyayı dışarıdan göremiyoruz. Göremeyince dağılıyoruz, korkuyoruz, beceremiyoruz onunla yaşamayı. Ve hep başa dönüyoruz, en başa. Mahvolmamak elimizde olmuyor.”2018’de roman olarak İthaki Yayınları tarafından basılan yazar Ayça Güçlüten imzalı “Disko Topu”, Lemur Company yapımcılığında sahneye uyarlandı. Tek kişilik oyunda karakteri “Bunu Kimseye Söylemeyin”, “Halk Düşmanı”, “Dogville”, “Kanlı Düğün” gibi oyunlardaki performansıyla dikkat çeken Nihan Doğa canlandırıyor. Yönetmeni ise “Öfkenin Yakın Geçmişi”, “Soğuktan Korkmayan Tek Kuş” ve “At” gibi pek çok oyundan us’a aldığımız Emre Saka… Dramaturgisini Dilek Tekintaş, müzik tasarımını Orhan Enes Kuzu, ışık tasarımını Ataberk Öğe, mapping ve görsel tasarımını R. Onur Duru, sahne ve kostüm tasarımını Ceren Yılmaz’ın üstlendiği ve; “Ben bir hiçtim. Ben her şeydim. Ne olursam olayım, vardım. Ben de biri idim. Tokalaşmak istemediğiniz biri. Çevrenizi dikkatle taradığınızda bile gözlerinizin görmeyi atladığı biri. Rağmen biri…” tarifiyle de meramını veren “Disko Topu”nun yönetmeni ve oyuncusuyla “rağmen biri(leri)”nin hikâyesini masaya yatırdık… Meraklısına not: Oyunu, 19 Aralık İzmir Sanat Merkezi’nde; 28 Aralık-30 Ocak İstanbul Kadıköy Boa Sahne’de; 17 Ocak İstanbul Caddebostan Kültür Merkezi’nde; 26 Ocak İstanbul Kumbaracı50’de ve “Kadın Oyunları Festivali” kapsamında da 19 Şubat Aydın, 22 Şubat Ankara, 1-5 Mart Bandırma, 12 Mart Çanakkale ve 24 Mart’ta da Ayvalık’ta dikize yatabilirsiniz.“Oynamak değil, o kadın olmak istiyordum”· İzninizle sondan başlayalım isterim… “Ekonomik açıdan var olma çabasının duygusal açıdan var olma çabasından daha önemli olduğu bir dünyada yaşam asla estetik bir olgu haline gelemez.” der psikanalitik sanat eleştirisi pratiğiyle tanınan Amerikalı sanat eleştirmeni ve şair Donald Kuspit ve ekler: “Postsanat dünyasında sanat kumardır, bu yüzden Las Vegas’taki kumarhaneler, tesisleri dahilinde sanat müzeleri yaptırmışlardır, bunların her biri ötekine karizma katmaktadır. Sanat ile paranın ilişkisi sanat ile dışkının ilişkisinden daha karizmatik, daha sihirlidir… Akıl ve duyu arasındaki ayrım modern sanatın başına bela olmuş, hiziplere ayırmış, bunlar da sonuçta kontrolden çıkmış, birbirinden bağımsız olarak yayılmıştır. Başlangıçta müthiş bir özgünlükte, ya salt akıldan veya salt duygusallıktan oluşan dengesiz bir sanat türü ortaya çıkmıştır. Bu durum yaratıcı olduğu kadar entropiktir de. Entropi sonucunda modern sanatın yaratıcı imgelem ve yaratıcı sezgiyle hiçbir ilgisi kalmamıştır. Yaratıcı imgelemin yerini gündelik toplumsal çıkarların tatmin edilmesi almıştır. Sanat ideolojik bir mesaj iletme aracı haline gelmiştir.” Kuspit’in (Metis Yayınları, çeviren Yasemin Tezgiden) “Sanatın Sonu” adlı kitabındaki tanımlardan hareketle; 2023’ü devirip 2024’e günler kala, sizin yaşam ve sanat mesainizi toplayınca “2023 Z Raporu”ndan ne çıkar? Ve Türkiye tiyatrosuna dair 2024 yılı (kısa ve uzun vadede) öngörünüz ne olur?Emre Saka: Dilerim ki kalıplardan kurtulmuş bir sanat anlayışı gelişsin. Sanat bir sorgulama biçimidir. Bu biçim de herkeste farklı olabilir, olmalı da. Konfor alanımızda kalmak, sanatla uğraşan kişiler için özellikle, arada da olsa bakılması, sorgulanması gereken bir kriter. Bunu neden söylüyorum? Tiyatro ile uğraşan biri olarak her zaman başka yollara girmeye cesaret etmek isterim. Çünkü tiyatro (oyun) oynamak başlı başına bir heyecan, meraktır. Eğer bu merakı dizginlerseniz hayal kurmak da kendini sınırlar zihinde. Bu da bir silsile yaratır ve birbirimizi anlamak yerine anlamsızlaşmaya doğru iter. Güzel işler yapan, üreten insanlar var. Bunların daha da fazlalaşması için 2024’te de üretmeye devam edilsin ki, en azından uzun vadede sanata ve insana dair umutlar daha da umutlu olsun.Nihan Doğa: Büyük bir soruyla başladık. Yıllardır üzerine konuştuğumuz düşündüğümüz bir mevzuyu öngörünün gitgide zorlaştığı kaygan zemin bir ülkede mantıklıca ya da kendinden emin bir şekilde ifade etmek zor. Ve bu koşullar içinde yaratıcı olmak da güç. Çünkü yaratıcı olabilme haline geçmek için, gündelik olandan arınmanız gerekir. Gündelik olan bizim ülkemizde o kadar baskın ki, zihnimizi fazlasıyla oyalıyor ve onun ötesinde düşünmeyi de oldukça zorlaştırıyor. Tiyatro oyunlarının sayısı her sezon daha da artıyor. Üretmek bir ihtiyaç… Bu üretimlere tanık olmak, bu üretimlerin seyrinin vereceği hazzı, sıkıcı hayatlarımızın sınırlarını genişletecek ve zihnimizi biraz olsun farklı düşünmeye götürecek anları deneyimlemek, azımsanamayacak kadar çok insan için ihtiyaç. Dolayısıyla 2024’te de bizim yolculuğumuz her zaman olduğu gibi tüm zorluklarla devam edecek. Ama bir refaha kavuşma hayalini kuramıyorum bile maalesef. Biz bağımsız tiyatro sanatçıları bu zorluklara karşı oldukça mukavemet kazandık ama zamanımız ve enerjimiz çok çalınıyor. Gündelik olanın baskınlığı bizi hakikatten ve yaratıcılıktan uzaklaştırsa da, duramıyoruz ve durmayacağız çünkü başka türlüsünü bilmiyoruz.· Gelelim “Disko Topu”na; metin / hikâye nasıl oluştu ve sizin yolunuzla nasıl kesişti? Yazarı Ayça Güçlüten’in uzun yıllar bu hikâye üzerinde yoğrulduğunu ve tiyatro oyunu çerçevesinde düşünerek yazdığını biliyorum, ama mevzuyu bir de sizden duyalım?Nihan Doğa: Ah benim güzel “Disko Topu”m… 2018’de sevgili Ayça Güçlüten’in, bana açtığı bir telefonla başladı her şey. Çok büyük heyecan duydum. “Dogville” provalarındaydık ve inanın ben “Disko Topu”nun heyecanından hâlihazırda var olan oyunumun heyecanını unutmuştum. Hemen romanı okudum ve anlatamayacağım bir şekilde büyülendim. Neden bu kadar büyülendiğimi anlamam yıllarımı aldı biliyor musunuz? Uzun süre tanımlayamadım. Hatta bir dönem görüştüğüm bir yönetmen bana, “Neden bu metni oynamak istiyorsun?” diye sorduğunda, ona cevap verememiştim. “Oynamak” kelimesine yabancılaşmıştım sanırım, çünkü ben o kadını oynamak değil, aslında o kadın olmak, onunla bütünleşmek, onun gibi düşünmek, onun gibi bakabilmek istiyordum. Bize gerçeklik olarak öğretilen doğamıza aykırı bu sistemi, tamamen içgüdüsel olarak reddeden, garipseyen ve ona sunulan yaşama katlanabilmek adına zihninde alternatifler üreten “rağmen biri”nin hikâyesiydi “Disko Topu” ve ben, o kadına daha yakından bakabilmek için elimden gelen her şeyi yapmak istiyordum. Metin ile buluşmam böyle oldu.Emre Saka: “Disko Topu” ile maceram Nihan’ı tanımakla başladı. 2022’de, Lemur Company-Tiyatro Gülgeç işbirliği ile Bozcaada Tiyatro Festivali’nde prömiyer yapan çocuk oyunumuz “Pırt”ın provalarında Nihan ve Ataberk Öğe ile yaklaşık 8 gün kadar çalıştık Bozcaada’da. Bu süreçte Nihan ile prova dışı konuşmalarımız da oldu tiyatroya dair. Bana “Disko Topu”dan bahsetti, ilgimi çekti. Daha sonra metni gönderdi, okudum ve kabul ettim. Sonra kitabı okudum ve daha da etkilendim. Ve Ayça Güçlüten ile tanıştık. İlk karşılaşmamızdan itibaren, sağ olsun güvendi bana ve metni teslim etti. Uzun süre Ayça ve Dilek (Tekintaş) dramaturji yaptılar ve muazzam bir kıvama geldi metin. Biz de Nihan ile bu yaz, sağlam bir prova süreci geçirdik. Çok kolektif bir çalışma oldu. Künyesinde her biri ciddi emek vermiş, bu işe gerçekten inanmış iyi bir ekip mevcut.“Sanki o buluşlar hiç bitmeyecek gibi geldi”· Hikâyenin, karakterin sahnede can bulma hemhalinde öncelikleriniz nelerdi? Mesela, metin / oyun boyunca zorlandığınız, kolayladığınız ve aslında size tiyatral manada etkisi neydi, nasıldı?Nihan Doğa: Açıkçası bir oyuncu olarak ilk önceliğim, bu zorlu metnin altından kalkabilmekti. Sevgili hocam dramaturgumuz Dilek Tekintaş’ın yönetiminde ve Ayça Güçlüten’in yeniden yazımıyla daha da incelikli hale gelmiş bu metni çok iyi anlamalı ve çok iyi aktarabilmeliydim… Sonrasında ise, çok fazla duygu ve durum geçişi olan bu bilinç akışı metnini fiziksel aksiyona ve bir tempoya dayandırmaktı amacım. Yönetmenimle tüm bu konularda aynı fikirde olmak benim için şanstı.Emre Saka: Öncelikle hikâyeye inanmış bir oyuncu vardı karşımda. Benim için asıl önemli olan da buydu. Tek kişilik oyun, hele ki böyle bir metin üzerinde çalışmak pek kolay değil. Önceliğim aslında hep Nihan oldu. Provalar aşamasında nesnel olarak birçok şey kullanma fikri vardı. Fakat zamanla tamamen hiçbir şeye gerek olmadığını ve oyuncunun kendi varlığıyla bir dünya oluşturması fikrine vardık. Tabii oyuna ait bir alan tasarımı, müzik, ışık ve mapping kullanımı, güçlü katmanlar halinde oyunu destekledi. “Disko Topu” üzerine düşündükçe yeni bakış açıları sunan ve sanki o buluşlar hiç bitmeyecek gibi geldi bana. Ama bir yerde çerçeve belirlemek ve son noktayı koyup, tamam demek gerekiyordu.· Edebiyat ve tiyatro kitlesi, tıpkı film uyarlamalarında olduğu gibi bir algıda hep bir kayma veyahut eleştiri dozu köşeli olarak ikiye ayrılır. Bu bakımdan da hikâyeyi, tiyatro kadrajına dönüştürürken veya karaktere ses verirken, artı-eksi eleştirileriniz nelerdi? Mesela, kitabı ilk okuduğunuzda ve sonrasında sahnede hayat bulduğunda algınız ve düşünceleriniz nelerdi?Emre Saka: Kitap uyarlamalarının seyirci nezdinde bir engeli olabiliyor. Fakat oyunu yönetirken hiç oradan bakmadım. Bir hikâye var, bir oyuncu var ve yolculuk var. Hayatın içinden gelen, insanı anlatan hikâyeler doğru kalemden çıkmışsa etkileyici olur. Hikâye sahneye taşımaya karar verilmişse, yazılmış olanın beden bulma ve buluşma hali yine iyi bir denklemle samimi olur, seyirci de içsel olarak bağ kurarsa gerisi teferruattır.Nihan Doğa: Tabii ki kitabı okuduğunuzda görüyorsunuz ki, her bir durumun ve karakterin çok daha derinlerine girildiği bir anlatım var orada. Fakat koskoca romanı bu kadar ayrıntıyla anlatmamız mümkün değildi. Çok fazla olayın, duygunun, durumun ve çok fazla karakterin olduğu ve neredeyse tüm olayların ve karakterlerin de metaforik simgeler olduğu bir metinden bahsediyoruz. Roman 24 sayfalık bir tiyatro metnine dönüştürüldüğü andan itibaren benim için zaten durum çok zorlaşmıştı. Ama Dilek Hocam ve Ayça, bana o kadar iyi bir metin verdiler ki bu da işimi çok kolaylaştırdı. Sonra devreye anlatım ve eylem girdi. Muhteşem müzik, mapping, ışık, kostüm ve dekor tasarımları eklendi. Bütünsel olarak düşündüğümde oyun ve roman deneyimi iki farklı deneyim şu an. Kıyaslayamam bile. Ama romanın tiyatro sahnesine çok iyi uyarlandığını düşünüyorum.“İyi ki 5 yıl beklemişiz diyorum”· “… Rağmen biri. Muhtemelen boşluğa doğru yol alacak hikâyem çok kısa zamanda unutulup gidecektir. Unutulmamak hayata ait değil zaten. Ama… Hiç umulmadık insanların da yazılı tarihleri olur bir yerlerde.” Her bir kelimesi psikolojik seans olan “Disko Topu”nun sizin tiyatro ve özel mesainizdeki yeri nedir? Provalarda ve seyirciyle buluştuğu anda, his dünyanızda neler oldu, dönüştü veya evrildi? Emre Saka: Provalar için her buluşmamız bir psikoterapi seansı gibiydi desem, yanlış olmaz. Sanki her gün yeni bir seans başlıyor, bazen huzurla ayrılıyor, bazen kafalarda deli sorgular ile diğer yeni günde yüzleşiyor ya da zamana bırakıp sindiriyor, kabul ediyor ve yola devam ediyorduk. Bu belli bir süre sürmüş iyi bir yolculuktu. Ben böyle çalışmayı seviyorum, tabii doğru kolektif oluşmuşsa. Bana da iyi geliyor. Nihan Doğa: “Disko Topu” en başından itibaren bütün süreciyle benim için mesleğimi yapmanın ötesinde bir yaşam dersi de aynı zamanda. Ben bu metne sahip çıktığım kadar, kendime sahip çıkmamış olabilirim hayatta. Aslında dolaylı yoldan kendime de sahip çıkmış oluyorum tabii. Bakın şöyle izah edeyim: Bu romanı oyunlaştırmak için gerçekten çok uğraştım. Fakat benim aldığım en ortak geri dönüş böyle bir metnin tiyatroya uyarlanmasının bir hayal olduğuydu. Bunu bana söyleyen insanlar gerçekten fikirlerimi değiştirebilecek güce sahip insanlardı. Fakat asla vazgeçmedim, geçemedim. Ayça Güçlüten, bana güvenip büyük bir cömertlikle metni teslim edip, “Bu metin senindir” demeseydi; Emre Saka, “Bir projen var mı?Seninle çalışmak isterim” demeseydi; Lemur Company’den Ataberk Öğe, “Nedir bu kadar vazgeçemediğin metin? Okumak istiyorum.” dedikten hemen sonra, “Hadi, bu oyunu yapalım” demeseydi; canım hocam Dilek Tekintaş devreye girip büyük fedakârlıklarla dramaturjiyi üstlenmeseydi; Orhan Enes Kuzu işi kabul edip, oyun boyunca eşlik eden oyunculuğumu besleyen yol arkadaşı müzikler yapmasaydı; Onur Duru mapping tasarımıyla nesnenin ötesine geçmemizi sağlayan sonsuz bir dünya oluşturmasaydı; Ceren Yılmaz bazı aksiliklerden dolayı son anda devreye girip, sabahlara kadar çalışıp bize o dekoru ve artık vazgeçilmezim olan o elbiseyi yapmasaydı; Ataberk Öğe projenin yapımcılığını üstlendiği yetmiyormuş gibi bir de benimle birlikte hareket eden ve beni sahnede katmanlandıran incelikli ışık tasarımını yapmasaydı; asistanlarımız Hande Bektaş, Doğancan Yay ve Anıl Yıldırım prova sürecinden itibaren her an yanımızda olmasaydı; bu iş asla böyle olmayacaktı. İyi ki 5 yıl beklemişiz diyorum. Şimdi oyunu her oynadığımda nasıl da 5 yıllık bir hayali gerçekleştirdiğimize şaşırıyorum.Birileri, size bir şeylerin olmayacağını söyleyip duracak. Ama bazen siz olacağına kendi içinizde çok inanacaksınız. O inançların peşinden gitmek kıymetli. Dediğim gibi bu anlamda bir hayat dersiydi. Çok iyi seyirci deneyimlerim oluyor. Oyuna seyirci alınırken sahnede başlıyorum. Seyircimiz içeri girerken onları hissetmeye ve “Şimdi hep beraber bir deneyim yaşayacağız, hoş geldiniz, gelin” demeye başlıyorum içimden. Seyirciyle buluşmak uzun bir yola çıkmış olmak hissi veriyor. Provalarda yolun hazırlıklarını yaptık. Seyirci ile birebir etkileşimde olduğum bir sahnelememiz olmamasına yani dördüncü duvarın var olmasına rağmen, onlarla sürekli iletişimdeyiz oyun boyunca.· “Disko Topu”nun karakteri günümüzde kimdir sizce? Seyirciden gelen tepkilerden aklınızda kalan, yer eden bir anı, durum var mı?Emre Saka: Biraz herkes, biraz hiç kimse, biraz sen, biraz ben, rağmen biri…Nihan Doğa: Bunun cevabı bende net: Hepimiziz. Her seyircimizin aklında başka bir an, başka bir replik kalıyor. Herkes oyunu kendi dünyasından okuyor. “Disko Topu” karakteri tüm insanlığı temsil ediyor bana kalırsa. Gerçek hayatta karşılığı sokaklarda yaşayan delirmiş bir kadın olarak imgelenebilir zihnimizde ama bence izledikten sonra öyle olmuyor. Kendimi gördüm diyen çok seyirci yorumu alıyorum, alıyoruz ve oyunlardan sonra çok özel anlar yaşadığımız oluyor.“Duygu oynanmaz zaten biz eylemi oynarız”· Oyunda sizi en çok etkileyen replik ya da sahne hangisi? Ve bu sizde nasıl bir atmosfer hali yaratıyor?Nihan Doğa: Beni her bir anı çok etkiliyor; bir bütün benim için. Ama şunu da söylemek isterim etkilenmek deyince: Bu kadar fazla ve sarsıcı duygu durumu olan bir metne ben oyuncu kişisi olarak duygusal mesafemi koymazsam bu oyunu oynayamam. Ben oyuncu olarak eyleme inanırım, duygu oynanmaz zaten biz eylemi oynarız. Dolayısıyla tüm oyunumu da fiziksel aksiyona dayandırdım. Çok ağır meselelerden bahsediyoruz. Anne ölümü, baba şiddeti, sistem hiyerarşisinde altta kalana yapılan istismarlar, toplum baskısı, tecavüz… Dolayısıyla her anı çok etkiliyor derken anlatımında aracı olduğum tüm o olayların varlığından değil, sahnede olma halinden oradaki varoluştan etkileniyorum ben. Bunu da söylemek isterim, çünkü oyundan sonra seyirciler bana iyi misiniz, şu an nasılsınız diye çok soruyorlar. Muhteşem bir hassasiyet bu… Finalde bir an var, geri dönen birini canlandırdığım bir an… Evet, o anı seviyorum gerçekten.Emre Saka: Bu konuda çok derin konuşmak gerekir benim tarafımdan. Yani konu “neden varız?”a kadar gider. Ama oyunda “Küçük” bende başka… Kahramanımız ve “Küçük” ile olan sahneler, benim için çok kıymetli.· Diyelim ki “Disko Topu”nun karakteri ile tesadüf bu ya denk düştünüz ve aynı masalarda kelamdasınız. Öncesinden de az-çok hayat hikâyesini biliyorsunuz. Bir sözünüz olsa, ona söylemek isterdiniz?Emre Saka: “Nasılsın?”…Nihan Doğa: Ah ne hoş soru bu… Ben, O’na bir şey diyemem, O’nu sadece izleyebilirim öyle bir anda. Nasıl laflar ettiğine baksanıza, filozof gibi bir kadın, ben ne diyebilirim ki! Aa, bir saniye. “Gelecek bir gün” derim ve O anlar.· Son zamanlarda, sabah uyandığınızda size iyi gelen neler var; kitap, müzik, tiyatro, albüm, sergi veyahut bir an veya bir fotoğraf karesi gibi?Nihan Doğa: Şimdi efendim bir kere ben bir bulut seven olarak hemen gökyüzüne bakarım uyanınca. Camı açarım, güzel bir nefes alırım ve bugün ne tür bulutlar var diye bakarım. Cumulus mü, cirrus mu, stratus mu hemen bir onları analiz ederim. Bu iyi geliyor bana, sabah ritüelim. Bulut sevenler de bana ulaşsınlar lütfen buradan açık çağrımdır (gülüyor). Bu aralar positive jazz listelerine sarıldım, huzurlu hissettiriyor o arkada dönen ses. Sabah temiz zihinle biraz yazı yazarım, gördüğüm bir rüya varsa bu bile olabilir. Kendimi anlamaya çalışıyorum aslında bu iyi hissettiriyor. Bir de bu ara Paulo Coelho’nun “Mektup” kitabını okuyorum. Çok hoş bir kitap, huzur verici, tavsiyemdir, tam sabah kahvenizin yanında okumalık.Emre Saka: Şu an laf olsun diye şu iyi gelir demeyeceğim. Hayat tuhaf bu aralar. Ama doğru insanlarla buluşup güzel şeyler üretme fikri, her zaman iyi hissettirmiştir. Bir de İstanbul’ da yaşamamak bana iyi geliyor.“Küçük dünyalarımızda boğulmasak ne güzel olur”· “Disko Topu” girizgâhında veya gündeme dair söylemek istediğiniz, “Bu da var paylaşalım, çoğalsın…” dediğiniz neler varsa duymak isteriz?Emre Saka: “Disko Topu”yla seyirciye dokunabiliyorsak, ne mutlu! Diğer yönettiğim, yine tek kişilik bir kadın oyunu “Öfkenin Yakın Geçmişi” de sahnelerde, ona da bekleriz. “Disko Topu”nun yapımcısı Lemur Company’nin menajerliğini yaptığı çok güzel oyunlar var. Kurucusu olduğum Tiyatro Gülgeç’i de Lemur’u da sosyal medyadan takip edebilir ilgilenenler.Nihan Doğa: Görebildiğimizden daha fazlası var. Dünyanın bütünü sandığımız küçük dünyalarımızda boğulmasak ne güzel olur. “Dünyamızı dışarıdan göremiyoruz” der “Disko Topu”nda da. Tam olarak böyle… Görürüz istersek. Görürsek de büyürüz.· Ve son olarak 2024 projelerinizden veya kafanızda, hayalinizde veyahut masanızda olan işlerden, projelerden bahseder misiniz?Nihan Doğa: “Disko Topu”yla çok fazla insana ulaşmak istiyorum, 2024 böyle bir yıl olsun. Onun yanında uzun zamandır başlayıp bitiremediğim bir oyunum var, onun yazımını tamamlamak istiyorum. Belki onu da oynamaya başlarım, iki kişilik bir oyun o. Dizi ve sinema projeleri de devam eder, ama şu an netleştiğimiz bir iş yok.Emre Saka: Ben oyuncuyum aynı zamanda. Çok sürprizi kaçmasın, niyetim sahneye çıkmak bir yetişkin oyunuyla. Yazılıyor bir şeyler. Bakalım, olduğunda konuşuruz…